Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

TCK madde 301’in ‘öteki’ hali

Önce siyah-beyaz bir fotoğraf çekelim. Türkiye’nin ifade özgürlüğü fotoğrafı olsun bu. Arkasında ‘İstanbul Hatırası’ yazan nostaljik fotoğraflara nispet fonda da ‘Strasbourg Hatırası’ yazsın.

İşte size bu fotoğrafın kareleri: 1999-2006 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlâl edildiğine dair toplam 205 karar vermiş. Bu kararların 125’i, yani yüzde 61’i, Türkiye aleyhinedir. Özellikle son iki yılda mahkeme ifade özgürlüğü konusunda neredeyse tamamen Türkiye’ye çalışmış! 2005 yılında verilen toplam 50 ihlal kararının 39’u (yaklaşık yüzde 80’i), 2006’da verilen toplam 62 ihlal kararından 35’i (yaklaşık yüzde 57’si) Türkiye’ye ait.

Şimdi de bu fotoğrafı yorumlayalım. Bu, evvela, ifade özgürlüğü konusunda ulusal mevzuatımız ve/veya uygulamamızın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle bağdaşmadığının resmidir. Biz hâlâ ‘Türklük’ ve ‘Devletin organları’nın manevî şahsiyeti gibi soyut ve kapsamı muğlâk varlıklara yönelik ‘aşağılayıcı’ sözlerin tecziyesini tartışırken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, devlete, devlet organlarına, başbakan ve bakanlara yönelik en ağır sözleri dahi ‘eleştiri’ sınırları içerisinde görmektedir. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, hükümete ve hükümet görevlilerine yöneltilen eleştirilerde sınırın sıradan vatandaşlara yönelik sınırdan çok daha geniş olduğunu vurgulamaktadır. Sözgelimi, “Eli kanlı faşistleri Adalet Bakanı yapıyorlar” şeklindeki sözleri (Birol/Türkiye), ya da “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da giderek yoğunlaşan devlet terörü”nden bahseden ifadeleri (Ceylan/Türkiye) ifade özgürlüğünün sınırları içinde değerlendirmektedir. AİHM, genel olarak, şiddeti, silahlı direnişi veya ayaklanmayı teşvik edici nitelikte olmayan ve nefret söylemi (hate speech) sayılmayan sözleri eleştiri olarak değerlendirmektedir.

Rakamların dayanılmaz cazibesi

Diğer yandan, bu fotoğraf ifade özgürlüğü ihlâllerinin süreklileştiğini gösteriyor. Hemen belirtelim ki, Türkiye hakkındaki ihlâl kararlarının büyük bir kısmı terörle mücadelenin yoğunlaştığı dönemlerde verilen cezalardan kaynaklanıyor. Burada özellikle Türk Ceza Kanunu’nun eski 312. maddesi ve Terörle Mücadele Kanunu’nun 8. maddesine dayanılarak verilen cezaların büyük bir payı var. Bu maddelerden ilkinin ifade özgürlüğünü koruyucu yönde değiştirilmesi, ikincisinin de ilga edilmesi şüphesiz olumlu adımlardır.

Ne var ki, Türkiye’nin kronikleşen ifade özgürlüğü hastalığında ceza maddelerinin oynadığı rol araçsal ve ikincildir. Aslî faktör ise farklı olanı, aykırı konuşanı ve yazanı sürekli susturmaya ayarlanmış bir siyasal/hukuksal sistem ve onun beslendiği otoriter/yasakçı zihniyettir. Bu sistem ve zihniyet ülkenin mümbit hukuk arazisinden birbirini ikame edecek ceza maddeleri bulmakta hiç de güçlük çekmiyor. Türk siyasi tarihinin siyah-beyaz fotoğraflarında bu maddelerin resmigeçidini görebilirsiniz. Önce Ceza Kanunu’nun meşhur 141, 142 ve 163. maddeleri. Soğuk Savaş’ın sonuyla birlikte bu maddelerin kaldırılması üzerine, düşüncenin bütün renklerini tekmili birden cezalandırmak için keşfedilen 312. madde. ‘Sessiz Devrim’ sürecinde 312’nin sessizce değiştirilmesi üzerine, tozlu raflardan çıkarılan 301. madde. Ve şimdi, bu maddenin değiştirilmesi sinyalleri karşısında düşünce zaptiyelerinin kafasında canlandırdıkları bilmem hangi uyuyan maddeler...

Galiba birileri bizimle fena halde dalga geçiyor. Bizden başka özgürlük meselesini sürekli rakamlar üzerinden konuşan ve tartışan başka bir toplum var mıdır acaba? Adeta rakamlara tapar, onlara totemik anlamlar yükler hale geldik.

301’i kutsallaştırıp virgülüne dahi dokundurtmayanlar da, onu yok etmek isteyenler de neticede onun yüceliğini/gücünü açıkça ya da zımnen kabul etmiş olmuyorlar mı? ‘Kâtil 301!’ diyenler de, buna karşı ‘Atama, Vatanıma, Bayrağıma Sövdürtmem!’ sloganını atanlar da aynı totemik değirmene su taşımıyorlar mı?

‘Öteki’nin yasını tutabilmek

301’in değiştirilmekle iflah olmayacağına, düşünceyi/eleştiriyi cezalandırmanın aracı olarak kullanılmaya devam edeceğine dair ilkesel ve pragmatik düzlemde birçok argüman sunulabilir. Maddedeki kavramların muğlâklığından, devletin organları arasındaki dikey ve yatay ayrımcılığa kadar bir dizi nedenle bu maddenin kaldırılması savunulabilir. Ancak, uzun vadede 301’den ziyade, bu maddelerin yetiştiği siyasal/hukuksal bataklıkla uğraşmak gerekiyor.

Bataklığı kurutmanın yolu da telaffuzu artık bıktırıcı hâle gelse de gerçekten zihinsel değişim/dönüşümden geçiyor. Bu nedenle, yargı mensuplarının zihinsel değişimi, 301. maddenin değiştirilmesinden ya da kaldırılmasından belki de çok daha önemlidir. “İyi yargıç varsa, kötü yasa yoktur” sözü yorumun gücünü ve belirleyiciliğini gösteriyor.

“İyi” yargıç, iyi toplumda ortaya çıkar.

İyi toplum ise, “öteki” ile ontolojik ilişkisini sağlıklı bir zemine oturtabilmiş, kendisi için istediği hak ve özgürlükleri başkası için de isteyen, kendisine yapılmasını istemediği muameleyi başkasına da reva görmeyen bireylerden oluşan toplumdur.

Sonuç olarak meselenin kabuğu ile uğraşıp ve ‘miş’ gibi yapıp kozmetik çözümler üretmekten vazgeçilmeli artık. Meselenin kökeninde her birimizin ‘öteki’ ile sağlıklı ilişki kuramamamız yatmaktadır. Bizden olmayanla, dışarıdan gelenle, dışarıda bıraktıklarımızla empatik bir ilişki kuramıyor, kendimizi onların yerine koyamıyoruz. Bir an için “öteki” olamıyoruz. Metafordan dahi korkuyoruz. “Hepimiz Hrant’ız!” sloganını günlerce tartışıyor, bunu adeta “elfaz-ı küfür” olarak görüyoruz. “Öteki”nin yasını tutamıyor, onun için ağlayamıyoruz. Dahası onun yasının tutulabileceğini düşünmüyoruz. Onu yası tutulmaya değer bir varlık olarak görmüyoruz. Onun ölümünü bile bize (ülkemize, devletimize, milletimize, partimize, cemaatimize, ideolojimize...) vereceği zararla değerlendiriyoruz. Onun eksilmesini imajımızdaki, prestijimizdeki eksilmeyle karşılaştırıyoruz. Onu insanlığından çıkartıp metalaştırıyoruz.

Kısacası, ‘öteki’ olamamak, kendimizi onun yerine koyamamak, onun varlığına ve konuşmasına tahammül edememek, belki de bütün çatışmacı politikaların, ideolojilerin ve savaşların özünü oluşturuyor. ‘Öteki’nin düşmanlaştırılması ve yok edilmesi gereken bir varlık olarak görülmesi, tam da radikal milliyetçiliğin ve şovenizmin beslendiği zeminleri yaratıyor. Gelecek nesillere gülümseyen bir ‘Türkiye Hatırası’ bırakmak istiyorsak, yeldeğirmenleriyle uğraşmayı bırakıp ayağımızı bu zemine basmamız gerekiyor.

Radikal, 17.3.2007

Doç.Dr. Zühtü ARSLAN

18.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  TCK madde 301’in ‘öteki’ hali

  Hepsi yanlış olsa bile ‘Sarıkız Operasyonu bölümü” doğru olmalı...

  Şaka gibi: TBMM Ödülü Doğramacı’ya!


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004