Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Tehlikede olan demokrasi değil mi?

Gerçekten ‘demokratik bir cumhuriyet’ olsak... Darbenin dillendirildiği gecenin ertesinde.. ‘Cumhuriyet’ mitingi mi yapardık, yoksa ‘demokrasi’ mitingi mi?

Baktım bizdeki cumhuriyet mitingi..

Halbuki..

Padişahlığı kimse istemiyor... Ama ‘kendine benzemeyene’ hayat hakkı tanımak istemeyenler her yanda..

***

Türkiye’de ‘cumhuriyetçilik’ tüketim özgürlüğü anlamına gelir.

Daha ziyade ‘yaşam biçimi’ asıldır.

Saçıma, başıma, giyimime, yememe, içmeme karışma.

Aslında bunu savunmak da ‘demokrasinin’ bir gereğidir.

Ama demokrasi sadece modern yaşam biçimini korumak değil...

Çoğulculuğun, farklılığın, benzemezliğin ve ‘ötekinin’ de hakkına hukukuna sahip çıkmak..

Ama Türkiye’de fark burada beliriyor.

***

Demokratik anlayıştan yoksun Kemalist bir cumhuriyetçilik...

Batı türü bir tüketim modelini...

Batı türü bir yaşam biçimini sahipleniyor.

Ama...

Çağdaş demokrasinin gereği olan çoğulculuğu...

Çağdaş demokrasinin gereği olan ‘ötekinin’ varlığını red ediyor.

Böyle bir durumda doğrudan askeriyeye yönleniyor.

(...)

***

Cumhuriyet mitingleri...

Demokratik bir hak...

Yığınsal ve olgun bir protesto...

Kemalist bir tüketim ve yaşam biçimini sahiplenme...

Ama o kadar.

Demokrasi talep eden... ‘Ötekine’ yaşam hakkı tanıyan algılama eksik.

***

Cumhuriyet neredeyse yaşlandı...

Ama hala cumhuriyet ve demokrasi farkını keşfedemedi.

Laik cumhuriyet sevildi ama demokratik cumhuriyet benimsenmedi.

İnanç yadırgandı ama militarizm irkiltmedi.

Sivil siyasetçi...

Seçilmişler...

Siyaset hedef alındı ama...

Darbeci hoş görüldü.

***

Askeriyeye destek çıkan bir cumhuriyetçilikten evrensel demokrasi ve hukuka sahip çıkan bir demokratlığa nasıl terfi edeceğiz?

Bunun en devrimci dinamiği AB süreci.

Şimdi...

Siyasal iktidar, AB’yi dışlamanın...

Şemdinli’de savcıyı işten atmanın...

TSK ile STK ilişkilerini aydınlattığı için basılan NOKTA Dergisi’ne sahip çıkmamanın faturasını ödemekte.

Demokratikleşme süreci siyasal çıkarcılıkla bağdaşmaz çünkü.

***

Türkiye’nin cumhuriyetçileri...

Demokrasiyi de içselleştirdiklerinde...

Türkiye çok daha rahatlayacak.

Hem yaşam biçimleri...

Hem düşünce biçimleri...

Birlikte hukuksal bir güvencenin altına girecek.

Buranın tek hakimi...

Tek parti zihniyetini dayatan bir darbecilik...

Ya da inancı dayatan bir bağnazlık değil..

Evrensel demokrasi olacak çünkü.

Star, 30.4.2007

Mehmet ALTAN

01.05.2007


 

Genelkurmay karargâhında neler oldu?

Ne oldu da Genelkurmay geceyarısı açıklama yaptı. Bize gelen bilgiler ne kadar sağlıklı bilmiyorum ama ciddiye alınabilir bulduğum için yazıyorum. Genelkurmay karargahında, üç kez geniş katılımlı değerlendirme toplantıları yapılmış. Sonuncusu, Perşembe günüymüş. Yani, meclisteki oylamadan bir gün önce. Nihai karar, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi açıklama yapılmaması yönündeymiş. Toplantıya katılanlar, bu kararla dağılmışlar.

Sürpriz olan, Cuma günkü hareketlilik. Oylama sonucunun açıklanmasından hemen sonra Genelkurmay’da biraraya gelen generaller yeniden değerlendirme yapmışlar. Kulislere yayılan iddialara göre, zamanlama konusunda görüş ayrılığı doğmuş. Konunun Anayasa Mahkemesi’ne taşınmış olması nedeniyle böyle bir açıklamanın nasıl bir sonuç doğuracağı uzunca tartışılmış.

Başka bilgiler de var. Kulis gazeteciliğinin en zor tarafı, ispatının zor olmasıdır. Bu bakımdan o mevzulara girmeyeceğim. Bir konuya daha dikkat çekeceğim; bildirideki üslup Büyükanıt Paşa’nın bildik üslubuyla pek örtüşmüyor.

Ama tüm bu gelişmeler, Türkiye olarak ciddi bir demokrasi sınavından geçtiğimiz gerçeğini gözardı edemez. Gelişmelere baktığım zaman kendi nefsime umutlu olduğumu söyleyebilirim.

Diklenmek ve dik durmak

TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın zihnimde çok özel bir yeri vardır. Demokrasiye olan inancını ve mücadelesini hep takdirle karşılamışımdır. Ancak bu son Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde izlediği stratejiyi ve yaptığı bazı açıklamaları doğru bulmadığımı belirtmek isterim. Bir taraftan sürece aktif müdahale edeceksiniz ve iddianızı ortaya koyacaksınız, diğer taraftan Genelkurmay açıklaması karşısında ‘Bunlar doğal’ diyeceksiniz. Üstelik, hükümetin dik duruşuna rağmen...

Kusura bakmayın Sayın Arınç, hem diklendiniz hem dik durmadınız. Türkiye, 28 Şubat sürecinde ‘diklenip dik durmama’ politikası yüzünden çok şey kaybetti.

Çok basit, ihtiyacımız olan şudur: Diklenmemek ama dik durmak...

Star, 30.4.2007

Şamil TAYYAR

01.05.2007


 

İnadına demokrasi

Türkiye 10 küsur yıl sonra geride bıraktığına inandığımız bir sürece yeniden girdi.

Bu bir gerçek.

Bizim hoşlanıp hoşlanmadığımızdan bağımsız bir gerçek.

Bu sürece gelişte en kritik nokta, iktidar partisinin demokratikleşme reformlarını askıya alıp statükoyla anlaşma çabalarının başlamasıdır.

AK Parti, kamuoyu algılamasında Milli Görüş çizgisinin devamında bir partidir.

Benim kişisel görüşüme göre ise Milli Görüş’ün manevi ağırlığını üzerinde taşıyan muhafazakar bir partidir.

Dün İstanbul’da tanık olduğumuz miting Türkiye’de halkın önemli bir bölümünün, yaşam tarzına yönelik bir tehdit algılaması hissettiği yönündedir.

Bu da tartışma veya karşı çıkma ötesi bir gerçekliktir.

Çünkü böyle bir ruh hali içinde olan insanlar dün Çağlayan Meydanı’nda bir araya gelerek bu gerçekliği dışa vurmuştur.

Bu birinci nokta.

İkinci nokta ise herkesin kendi yaşam biçimini savunmakta özgür olması, bunu yaparken başkalarının yaşam biçimini aşağılamaması gerçeğidir.

Hoşumuza gitsin gitmesin, insanlar bizden farklı biçimde giyiniyor, yaşıyor ve yiyorsa, bunu kabullenmek demokratik çoğulcuğun kaçınılmaz bir gerçekliği.

İnsanı kanına ve derisinin rengine göre aşağılayan, dışlayan ırkçılığa nasıl karşıysak bu tip bir dışlamaya da karşı olmamız gerekir.

Ne muhtıra, ne dayatma bizim hayata böyle bakıyor olmamızı değiştirmez, değiştiremez.

Bu işin ahlaki bölümü.

İşin siyasi bölümüne gelirsek.

Türkiye kaçınılmaz olarak bir erken seçime gidiyor.

Bu seçime nasıl gittiği tarihten daha önemli.

Bence iktidar partisinin yapması gereken, AB’yi, demokratikleşme sürecini destekleyen muhalif siyasi partilerle bir araya gelmek ve ortak yeni bir reform paketi açmaktır.

Bu pakette adil bir baraj oranından, siyasi partiler reformuna, 301’den kadın haklarına kadar herkesin üzerinde hemfikir olduğu veya olması gereken tüm unsurlar yer almalıdır.

Türkiye kritik bir eşiktedir.

İktidar bu eşiği tek başına açacak Meclis çoğunluğuna sahip olabilir ama doğru olan muhalefete de kulak vererek yeni bir reform programıyla aşmasıdır.

Türkiye’ye gerekli olan, özgürlükleri kısmak, insanları etnik kökeni veya kişisel inancı nedeniyle dışlamak değil, laik demokratik düzen içinde hak ve özgürlükleri teminat altına almaktır.

Türkiye’ye yapılacak en büyük kötülük demokratik gelişim sürecini tehlikeye sokacak gelişmelere destek vermektir.

Bugün herkes bir turnusol kağıdı testindedir.

Kim yürekten demokrat, kim tatlısu demokratıdır, bu koşullarda ortaya çıkacaktır.

Bugün demokrasiye sahip çıkma günüdür.

Bugün farklılıkların düşmanlık olarak değil, zenginlik olarak algılanma günüdür.

Biz kökeni, rengi, inancı ne olursa olsun ortak bir potada eridiğine inandığımız insanlardan oluşan bir toplumuz.

Kimsenin, kimsenin yaşam biçimini tehdit etmediği, kimsenin kimseyi inancından, giyimkuşamından dolayı aşağılamadığı ama herkesin yaşam ve inanç biçiminin “bağımsız hukuk kurumları” tarafından güvence altına alındığı bir ülke ortak idealimiz.

Bizim için tek ideal var, hukukun üstün olduğu laik, demokratik bir Türkiye.

Sabah, 30.4.2007

Ergun BABAHAN

01.05.2007


 

Omurga

Lamı cimi yok. ‘Aklımıza yatmayan bir cumhurbaşkanının seçilmesini önlemek için gerekirse darbe yaparız’ demeye getiren 27 Nisan muhtırasına verilebilecek tek bir demokratik tepki var:

Bu muhtırayı, hiç tereddütsüz reddetmek.

Muhtıraya açıkça sevinenler bir yana... tepkileri “İyi olmadı, ama” diye başlayan, “Darbeci değilim, ama” diye devam eden, muhtırada kafasına uygun uyarılar bulduğuna işaret eden, “Siyasetçiler işi iyi götüremezse olacağı budur” diyebilen, velhasıl, ülkeyi darbe yapmakla tehdit eden Genelkurmay’a tek kelimeyle “Hayır” demekten kaçınanların çokluğu, sadece bugünümüz değil, geleceğimiz adına da kaygılandırıcı.

Muhtıraya karşı kısık kalan her ses, her cılız itiraz, demokratlık bilincini ve ahlakını, siyasi duruşunun ortak paydası, kimliğinin asli unsuru yapmamış bir toplum olduğumuzun hazin hatırlatıcısı.

***

Bu ortama dışarıdan bakanlar da, demokratlık sınavından geçiyorlar.

Avrupa Birliği’nin, muhtırayı açıkça eleştirmekten kaçınmaması, tam üyelik yolunda kalmamızın önemini de zorluğunu da yansıtıyor.

Şu sözler önemli.

AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn:

“Cumhurbaşkanlığı seçimi Türk Silahlı Kuvvetleri için bir demokrasi sınavıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri demokrasiyi seçilmiş hükümete bırakmalı.”

Ve Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanvekili Hannes Swoboda :

“(Dışişleri Bakanı Abdullah) Gül’ün cumhurbaşkanı adaylığı aslında iyi bir sınav olacaktı. ‘Laikliğe saygı duyuluyor mu? Gizli bir gündemleri var mı’ gibi sorular cevap bulacaktı. Bu kuşkular giderilerek, Türkiye doğru yolda devam edecekti... Şimdi Türkiye’nin üyeliğini istemeyenler, ‘Ordu demokrasiye saygı duymuyor’ diyerek bunu kullanmak isteyecektir.”

***

ABD ise, Genelkurmay açıklaması karşısında omurgasızlık örneği verdi.

Hem ABD Dışişleri’nin 27 Nisan gecesi yaptığı imzasız açıklama, hem de ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Fried’in ertesi günkü demeci, Türkiye’nin “laik, demokratik, anayasal sürecine” sahip çıktı çıkmasına, ama demokrasilerde böyle bir muhtıranın yeri olmadığını söylemekten de geri durdu.

Fried, Brüksel’de kendisine “TSK’nın tavrını eleştirmeyecek misiniz” diye soran Reuters muhabirine, “Biz taraf tutmuyoruz. Bu soruya, yararlı şekilde nasıl açık bir yanıt verebileceğimi bilemiyorum” karşılığını verdi. Yazık.

Bu sözler, on yıl öncesine döndürdü beni.

28 Şubat süreci devam ederken, Erbakan hükümetinin darbeyle devrilmesi olasılığının tartışıldığı, Genelkurmay’ın “irtica” konusunda brifing üzerine brifing verdiği günlerdi.

Dönemin ABD dışişleri bakanı Madeleine Albright, 13 Haziran 1997’de, Türkiye’nin sorunu “demokratik çerçevede çözmesi” gereğini vurgulayan açık bir uyarıda bulundu.

Milliyet, bu uyarıyı ertesi gün, “Krize ABD mesajı: ‘Ankara’ya demokratik düzenin dışına çıkılmaması gerektiğini bildirdik’” diye manşete taşıyınca, o zamanki genel yayın yönetmenimiz Derya Sazak, Genelkurmay’dan “Oraya da mı iki general göndermemiz gerekiyor...” diye öfkeli bir telefon almıştı.

***

Washington’ın, Genelkurmay muhtırası karşısındaki tavrını ‘omurgasız’ bulduğumu, haftasonunda bir ABD’li yetkiliye söyleyince, bu tavrı daha iyi açıklama çabasıyla karşılaştım.

Telefon görüşmemizin bir bölümünün deşifresini aynen aktarıp satır aralarını okumayı size bırakıyorum:

Açıklamamızı zayıf bulmanızı anlıyorum. Ama, Türkiye’deki tartışmada taraf gibi algılanmak istemiyoruz.

Demokrasiden yana taraf değil misiniz?

Tabii, laik demokrasiden yana tarafız. Zaten bunu söyledik. Ama Anayasa Mahkemesi’ne intikal etmiş bir süreç var...

Ama ordunun darbe uyarısı da var...

İşin o noktaya gelmeyeceğine inanıyoruz.

Açıklamalarınızı, muhtıraya ‘üstü kapalı destek ‘ sayanlar olabilir...

Yanılmış olurlar.

Darbeyi desteklemezsiniz yani?

Türkiye, cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin sorunu demokrasi içinde çözmeli.

Gül, sizce nasıl bir cumhurbaşkanı adayı?

Gül’e saygımız var. Reformcu. Ilımlı.

Muhtırayı eleştirmemenizi, 1 Mart ve (Hamas lideri Halid) Meşal görüşmesi nedeniyle AKP’ye duyduğunuz tepkiyle bağlantılandıranlar çıkarsa...

Bundan daha saçma bir yorum olamaz.

AKP hükümetinin muhtıraya karşı çıkmasına ne diyorsunuz?

Türkiye’de demokrasi son yıllarda çok olgunlaştı.

Bu kriz sizce nasıl çözülecek?

Başbakan Erdoğan ile (Genelkurmay Başkanı) General Büyükanıt arasındaki diyaloğun tansiyonu düşürmeye yardımcı olmasını umuyoruz. Ben size sorayım; erken seçim en erken ne zaman olabilir?

Milliyet, 30.4.2007

Yasemin ÇONGAR

01.05.2007


 

Arınç tetikledi

Bugün gelinen noktada, askerin sert açıklamasını TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın söylemi tetikledi. Erdoğan, neredeyse 4.5 yıl boyunca icraat denkleminin dışında tutmayı başardığı Arınç’ın, cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında denkleme girmesine, partinin parçalanmaması adına razı oldu. Bu sıkıntısını da 10 gün önce görüştüğü Hak İş Başkanı Salim Uslu’yla paylaştı. Arınç’ın, “Dindar cumhurbaşkanı” tanımından rahatsızlık duyan Erdoğan, “Cumhurbaşkanı’nın nitelikleri anayasada belli. Bunun dışında tanım getirmek doğru değil” duruşunu sergiledi.

Sabah, 30.4.2007

Okan MÜDERRİSOĞLU

01.05.2007


 

Asker sıkıntılı

Olayın özüne gelelim.. Bildiri savaşının nedeni ne? Şu..

Asker diyor ki:

Başkomutan’ın eşi türbanlı olursa teğmene ne deriz..

Yani asker Köşk’te türban görmek istemiyor..

İşin özü bu...

Başkomutan’ın eşi türbanlıysa..

Teğmeninki neden olmasın..

Olursa ne olur?

Ordunun yapısı değişir.. Rejim değişir..

*

(...)

Dahası da var..

Diyelim ki Abdullah Gül Cumhurbaşkanı oldu.. Eşi Hayrünnisa hanım ‘yemek yapmadım. Hadi Abdullah bu akşam yemeğini Gazi Orduevi’nde yiyelim’ derse ne olur?

Hayrünnisa Hanım orduevine girecek mi, girmeyecek mi?

Başkomutan’ın eşine kim dur diyecek..

Kapıda nöbet tutan asker mi?

Başkomutan’ın eşi ordu evine girerse..

Teğmenin türbanlı eşi giremez mi?

*

Diyelim ki 29 Ekim resepsiyonu.. Cumhurbaşkanı Gül davet veriyor.. Köşk türbandan geçilmiyor.. Gösteriye dönüşüyor..

Ertesi gün üniversitelerin önü..

Türbanlı öğrenciler kapıda.. Onlara kim dur diyecek..

Üniversiteye sokulmayan o genç kız; akşam Köşk’teydim. Cumhurbaşkanı’nın yanında oraya girdiğime göre buraya neden giremiyorum derse kim ne cevap verebilir ki..

Vatan, 30.4.2007

Mehmet TEZKAN

01.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004