Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

YÖK yönetmeliği faciası

Türkiye Cumhuriyeti Resmi Gazetesi’nin 11 Mayıs 2007 Cuma günkü 26519 sayılı nüshasında YÖK’ün ‘Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliği’ yayınlandı.

İsminden de anlaşılacağı gibi, Yönetmelik yurtdışında alınan diplomaların denklik koşullarını düzenliyor.

Yönetmeliğin 7. maddesi de ‘İnceleme ve değerlendirme usul ve esasları’; aynı maddenin 3.fıkra, a bendi de aynen şöyle: ‘Yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarında öğretim gören öğrencilerin programlarında; programın müfredatı ile ilgisi olmayan ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının temel ilkeleri ile 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 4. ve 5. maddelerinde belirtilen amaç ve ilkelerine aykırı dersler bulunması halinde, alınan diplomalara denklik verilmez.’

Bendeniz, söz konusu yönetmeliğin yukarıda aynen aktardığım maddesinin ülkemiz öğretim yaşamında en azından son yirmi senedir, 1402 faciasından sonra yaşanan en vahim gelişme olduğu kanısındayım.

Yönetmelik maddesinde aslında son derece açık yazılmış bu yeni faciayı biraz açmama müsaade edin.

*

Diyelim bir gencimiz öğretim görmek için dünyanın en saygın üniversitelerinden birine, mesela Harvard Üniversitesi’ne lisans öğretimi için kabul ediliyor, dört sene okuyor, ülkesine geri dönüyor ve Harvard diplomasını denklik talebi için üniversitelerarası kurula sunuyor.

Öğrenciler, öğretim dönemlerinde okudukları dalın temel müfredatı ile, meselâ ekonomi tahsili yapıyorlarsa, ekonomi ile ilgili dersler almak zorundalar ama bu temel program dersleri yanında da, çok çağdaş bir gelişme olarak, çok sayıda seçimlik dersi, ekonomi bölümü dersleri dışında da alırlar, zaten de almak zorundalar; ABD üniversitelerinde bu tür temel programla ilgisi olmayan seçimlik derslere ‘genel eğitim’ dersleri adı veriliyor.

Harvard Üniversitesi’nde okuyan gencimiz şayet bu seçmelik dersler arasında bizim YÖK yasasının dördüncü ve beşinci maddelerinde belirtilen amaç ve ilkelere aykırı içerikte bir dersi alırsa, yani özet olarak dersin içeriği Atatürk ilkelerine ve milliyetçiliğine aykırı ise, millî kültürümüze aykırı öğeler içeriyorsa, millî birlik ve beraberliğimizi kuvvetlendirici ruh ve irade gücü kazandırmaya yönelik değilse YÖK yönetmeliğine göre Üniversitelerarası Kurul Harvard diplomasına denklik vermeyecek, yani gencimiz Türkiye’de üniversite mezunu sayılamayacak.

Bu korkunç maddenin yayınlandığı Yönetmelik aynı zamanda da, baskı hatası olması olanaksız zira aynı yanlış tekrar ediyor, imla hataları da içeriyor; yani faşizan bir gelişme aynı zamanda büyük bir şekli özensizlik de içermiyor değil.

Yönetmeliğin son maddesi bu yönetmelik hükümlerinin YÖK Başkanı tarafından yürütüleceğini de belirtiyor.

*

Sözün özü

1915 olaylarına ilişkin bir dersin başına ‘sözde’ ibaresi konmaz ise, YÖK ve Üniversitelerarası Kurul bu tür bir dersi içeren not döküm belgesi nedeni ile Harvard diplomasına denklik vermeyecek.

Star, 16.5.2007

Eser KARAKAŞ

17.05.2007


 

Acayip bir ülke olduk... Sonumuz iyi olur inşallah!

Bu YÖK kendini ne sanıyor acaba? Bütün dünyayı kendi ideolojik gözlüklerinden gören ve herkesi kendileri gibi görmek isteyen YÖK yönetimi bir acayipliğe daha imza attı.

Yurtdışında öğrenim görmüş kişilerin öğrenim gördükleri üniversitelerden aldıkları diplomaların denklikleri ile ilgili yapılan yeni bir düzenleme ile YÖK dünyada eşi benzeri görülmeyen, acayip mi acayip bir tuhaflığı hayatımıza sokuyor. Bakın ne diyorlar: “Yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarında öğrenim gören öğrencilerin programlarında; programın müfredatı ile ilgisi olmayan ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Temel İlkeleri ile 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 4’üncü ve 5’inci maddelerinde belirtilen amaç ve ilkelerine aykırı dersler bulunması halinde, alınan diplomalara denklik verilmez.”

Nasıl ya... Bu ne demek şimdi? Diyelim ki, Amerika’nın, Avrupa’nın ya da dünyanın diğer büyük üniversitelerini bitirdiniz. Büyük başarı kazandınız ve ülkenize dönüp öğrendiklerinizi kendi ülkenizde kullanmak istiyorsunuz. Ne yapacaksınız? Önce YÖK’e başvurup diplomanıza denklik alacaksınız. Ama YÖK sizin karşınıza “Size diploma veren okul TC Anayasası’nın temel ilkeleri ile 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 4 ve 5. maddelerinde belirtilen amaç ve ilkelere aykırı olduğu için diplomanıza denklik vermiyoruz...

Haydaaa... Evet, 11 Mayıs’ta yayınlanan yönetmelikte yer alan cümle böyle. Nasıl olur demeyin. Oluyor işte. Ve tabii ki burası Türkiye... YÖK bu!

Nasıl YÖK’ü yöneten seculer fundamentalistler üniversitelerimizi bilimin ilkelerine göre değil bir yerel ideolojinin ilkelerine göre yönetiyorlarsa, dünyadaki bütün üniversitelerin kendileri gibi olmalarını istiyorlar. Eğer yurtdışında bir okulda okuyorsanız o okulun Atatürkçü ilkelere göre yönetilmesi gerekiyor. Bir de TC Anayasası’nın temel ilkelerine göre eğitim vermesi gerekiyor. Çaktınız köfteyi!

İyi de... Bu sübjekif ilke YÖK’e denklik konusunda tamamen objektif olmayan bir kısım ideolojik kurallara göre davranma yetkisi veriyor... Kaldı ki, Türkiye’de bile bazı konuların anayasaya uygun olup olmadığını, Atatürk ilkelerine ters düşüp düşmediğini tartışıp duruyoruz. Zaten bu konularda bütün Türkiye’de bir mutabakat olsaydı o zaman bugün yaşadığımız sorunlarımız da olmazdı. Yerel bir ideolojiyi uluslararası dolaşıma sokmanın bir yolu mu? Değil tabiî, asla mümkün olmaz böyle bir şey. Ama YÖK öğrencileri ideolojik olarak ayırabilmek için böyle bir yönetmelikle dünyadaki bütün üniversitelere Atatürk ilke ve inkılapları ile TC Anayasasının temel ilkelerine uymaları gereğini bildiriyor. Valla çok acayip bir mantık, müthiş derecede acayip bir uygulama. İşte Türkiye’den bir acayiplik daha...

Silah üzerine yemin ettirerek üye kaydeden Kuvayi Milliye Derneği yöneticilerinin bu davranışlarında herhangi bir suç kastı görülmedi. Adam yemin ettirirken “ölmek de var öldürmek de var” diyor ama bilirkişi bu ifadelerde suç kastı görmüyor. Fikri Karadağ ve arkadaşları hakkında Dernekler Kanunu’na muhalefetten yürütülen soruşturma bu konudaki bilirkişi raporu ile kapanıyor.

O halde artık silah üzerine, ölmek ve öldürmek üzerine yemin etmek serbest... Üstelik bu serbesti ulusalcıların hiç de takdir etmediği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kişilere tanıdığı eleştiri sınırları içinde olduğu için serbestmiş!

Bugün, 16.5.2007

Nuh GÖNÜLTAŞ

17.05.2007


 

Uydur kaydır

Ankara sinemalarında şimdi yeni bir komedi filmi oynuyor...

Bilindiği gibi, Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı yapmamak için, muhtıraya benzememesine özen gösterilmiş bir muhtıra verildi (“muğlak” sözler edersin, ayrıca lafı somut bir merciye değil “ortaya” atarsın, anlayan anlar)... Diğer kanattan da, “ulema arasında ihtilaf mevzuu” olacağına hiç aldırmadan durduk yerde bir “367” icat edildi ve Anayasa Mahkemesi’ne gidildi... Anayasa Mahkemesi “367’yi” kabul etti.

Hasan Cemal’in deyimiyle “hukuk eğildi büküldü, hatta siyasete alet edildi”... (Başıma dert almamak için Hasan Cemal’den alıntı yaptım, şimşekleri o çeksin.)

Bu kararı alan ve Gül’e Çankaya yolunu kapayan Anayasa Mahkemesi ve onun başkanı Sayın Tülay Tuğcu, bürokrasi ve “bürokrat kuyrukçusu basın” çevrelerinde bir anda kahraman oldu! Şeriatçılara iyi bir ders verilmişti doğrusu... Akan sular da durmuştu, bu kararı artık hiçkimse tartışamazdı.

Ancak, Tülay Tuğcu bu olayın hemen arkasından olmayacak bir iş yaptı! Hükümet bu 367 olayının intikamını almak amacıyla gündeme birdenbire “anayasa değişikliğini” getirince, pişmiş aşa soğuk su kattı. Daha ayrıntılı söylersek, veto edileceği çok belli olan yeni anayasa değişikliklerini cumhurbaşkanının “referanduma götürmemesi gerektiğini” belirtti. Yani, “benden buraya kadar” tavrı koydu. Hukuku bundan fazla eğip bükmek olmazdı.

Yani yani, hükümetin meclisten geçirdiği paket yasaldı, hukuka uygundu, eğer meclis cumhurbaşkanını halkın seçmesine karar vermişse bu uygulanmalıydı. Çünkü artık bu sefer üç yüz altmış yedisi beş yüz altmış yedisi, herşeyi bir tamamdı, buna bile göz göre göre karşı çıkmak gülünç olacaktı.

Sayın Tuğcu’ya hemen “sen ne yapıyorsun” denildi.

Ne yani, ilk raundu kazandıktan sonra ikinci raundda bürokrasi hükümete teslim mi olacaktı? Operasyonun ikinci ayağında pes etmek var mıydı? Ne yani, Tülay Tuğcu hükümete arka mı çıkıyordu, bürokrasiye ihanet mi ediyordu? Tam yüzüp yüzüp de kuyruğuna gelmişken oyunbozanlık edilir miydi?

Sayın Sezer yeni değişiklikleri ne güzel veto edecek (on beş günlük sürenin dolmasını bekliyor ki iş iyice sürüncemede kalsın), ikinci kez veto hakkı bulunmadığı için de halkoyuna sunacak ve böylece zaman geçecek, iş yatacaktı...

Top usturuplu bir şekilde taca atılmış olacaktı! Hiçbir sorun çözülmeyecek, yalnızca çözülmüş gibi görünecekti ama zarar yoktu. Önemli olan zaman kazanmaktı, sonrası Allah kerimdi.

Emre Aköz’ün belirttiği gibi, temmuza kadar bürokrasinin çekeceği daha ne numaralar vardı...

Fakat Sayın Tuğcu işi bozunca birileri devreye girdi... Basından itrazlar yükseldi.

Sayın Tuğcu da geri basmak zorunda kaldı!

Hemen bir açıklama yaptı ve “sözlerinin yanlış anlaşıldığını” belirtti. Cumhurbaşkanı referanduma gidemez dememişti, “zorunlu değildir” demişti. “Uygun görürse” gidebilirdi. “Takdirine kalmış” bir şeydi. (Bu takdirin hangi yönde tecelli edeceğini görmemek için de eşek olmak gerekirdi tabii.)

Eh, bu durumda elbette referanduma gidilecek ve Deniz Baykal’ın uygun gördüğü şekilde, cumhurbaşkanlarını halka seçtirmek şimdilik önlenecekti. (Şu Baykal bir de seçimi kazansa ne güzel olacaktı, ama kazanamıyordu ki bir türlü...)

Bu seçimi halka yaptırmak çok sakıncalıydı, çünkü cahil halk maazallah gider halktan birini seçiverirdi ha! Bunu söyleyen adamın genel başkanlığını ettiği partinin adı da “halk partisiydi”.

Fakat referandumda halk evet derse, yani cumhurbaşkanını ille doğrudan kendi seçmek isterse bu kez ne halt edilecekti, orası belli değildi. En iyisi yeni bir halk bulmak, seçimi onunla yapmaktı ama halk dediğin de gökten zembille inmiyordu ki...

Şimdi bir film daha var vizyona girmek için sırada bekleyen... Gelecek program!

Pat diye Kuzey Irak’a dalarız, hiçbir vatandaş ağzını açamayacağı gibi herkes de alkışlar, fakat durum “nazik” olacağı için olağanüstü hal ilan edilir, eh bu ortamda sağlıklı seçim yapılamayacağı için de seçimler ertelenir, “22 Temmuz badiresi” hayırlısıyla atlatılmış olur, bikinili vatandaş da o sıcakta deniz keyfinden kalmaz!... “Poposunu kaldırıp da sandık başına gelmeme” tehlikesi ortadan kalkar. Sonbahara Allah kerim.

Vallahi merakla bekliyoruz ha, hadi bakalım. Bürokrasi de bu kıyağımı unutmasın. Şeriatla mücadelenin yolunu gösterdim, para istemem.

Akşam, 16.5.2007

Engin ARDIÇ

17.05.2007


 

Atatürkçü olmayana diploma yok...

Askeri muhtıra, siyasi sistemin kilitlenmesi, mitingler, 1 Mayıs, seçimler derken gözden kaçan kimi tehlikeli adımlar atılıyor…

Hukuk mantığını zorlayan, ileriye dönük kimi siyasi tuzaklarla dolu düzenlemeler gerçekleştiriliyor...

Bunlardan birisi de YÖK’ün Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliği’nde yapılan değişikliklerle ilgili...

İlk bakışta yaşanan bunca devasa sorun yanında bu tür başlık taşıyan bir yönetmelik telaffuzu bile insana marjinal ve sıradan gelebilir.

Ne var ki, yönetmelikte yapılan değişiklik gerek şekil gerek içerik itibariyle ülkede yaşanan sorunların tam öbeğine oturuyor.

Bir yandan “ülkenin yasalardan çok yönetmelikler, genelgeler ve protokollerle yönetildiğine” işaret ediyor. Diğer yandan “YÖK gibi kuruluşların yasa gücünde kural koyma yetkisinin vardığı nokta”yı ifade ediyor.

Önce yapılan değişikliğe göz atalım...

26519 sayılı, 11 Mayıs 2007 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren yeni yönetmeliğin 7. maddesinin 3/a alt maddesi şu hükmü getiriyor:

“Yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarında öğrenim gören öğrencilerin programlarında; programın müfredatı ile ilgisi olmayan ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Temel İlkeleri ile 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 4’üncü ve 5’inci maddelerinde belirtilen amaç ve ilkelerine aykırı dersler bulunması halinde, alınan diplomalara denklik verilmez…”

Yükseköğretim Kanunu’nun 4 ve 5. maddeleri, özetle, yüksek eğitimi kuşatan unsurları “Atatürk milliyetçiliği”, “Türk olmanın şeref ve mutluluğu”, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilme ve bunları davranış haline getirme”, “milli kültür, örf ve âdetler” gibi kavramları açıklıyor.

Yüksek öğrenimin amacını, bu “değerler” çerçevesinde tanımlıyor.

Dünyanın yıllarca önce çöpe attığı, “devlet ilmi, sosyalist bilim, milliyetçi bilim” gibi “sıfatlı gariplikler”i canlı tutmaya çalışan bir sistemin, bu yetmezmiş gibi kendini yenilemeye ve alanını genişletmeye çalışması kabul edilebilir bir durum değildir.

Türk üniversitelerini “garnizon” haline getiren, 12 Eylül’ün “askeri cumhuriyet modeli”nin özünü yansıtan hükümlerin önde gelenleridir, YÖK Yasası’nın 4. ve 5. maddeleri…

Türkiye yetmiyor YÖK şimdi de bu maddeleri Türk öğrenciler açısından ABD, Almanya, İngiltere üniversitelerine uygulamaya çalışıyor, dışarıya el atıyor. Öğrencinin aldığı dersleri bire bir denetlemeye soyunuyor.

Örneğin Harvard’ta okudunuz, aldığınız derslerden birisini veya dersi veren hocayı “denklik heyeti” Atatürkçülüğe aykırı ya da Anayasa’nın temel ilkelerine aykırı buldu, bu durumda diplomanız onaylanmayacak demektir.

Yurdışında diyelim Nakşibendilik hakkında, diyelim Kürt sorunu üzerine, diyelim tesettür sorunuyla ilgili bir ders aldığınız, aldınız derste resmi görüşlere uymayan bir çalışma yaptınız, başınız belada demektir…

Ve bu konuda bir kurum yönetmelik üzerinden yeni bir kural, özgürlük alanını daraltabiliyor…

Ve kimileri, örneğin İzmir’de miting alanlarında nutuk atanlar bu özgürlük olarak tanımlayabiliyor…

Peki neden?

Çünkü bilim ve bilgi, size en aykırı durumları bile görmenize, öğrenmenize, anlamanıza imkân veren, bu oranda sizi dönüştüren bir bilinmezlik sandalıdır.

Çünkü bilim ve bilgi koşulsuz özgürlük gerektirir, koşulsuz özgürlük ve yaratıcılık üretir. Özgürlük ve yaratıcılık sadece kişiye değil, sistemi, toplumu, devleti de dönüştürür.

Bilgi ve bilim bunun için kimileri için korku ve öfke odağıdır…

Ve Türkiye’nin ürettiği insan malzemesi bunun için çapsızdır ve ülkenin başı bunun için dertten kurtulmaz…

Yeni Şafak, 16.5.2007

Ali BAYRAMOĞLU

17.05.2007


 

Yaşa varol

10. Yıl Marşı çalınmaya başlayınca miting alanındaki insanlar dans etmeye başlamışlar.

Askeri disiplin dışına çıkıp sivil heyecan duymak da ben buna derim işte.

Yaşa varol İzmir, iyi ki varsın...

Akşam, 16.5.2007

Serdar TURGUT

17.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004