Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 09 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

‘Sivil anayasa’ya öneriler

Benim açımdan müjdesi verilen “sivil anayasa” her şeyden önce anayasanın kimin anayasası olduğuna karar vermelidir. Şöyle yani:

Bildiğiniz gibi 82 Anayasası baştan sona değişmesi gereken “Başlangıç” bölümünden sonra “Genel Esaslar” diyerek şöyle başlamaktadır:

“Devletin şekli

Madde 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.”

Anayasanın “Madde 2”si ise şöyle başlamaktadır: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma...”

“Madde 3”e gelindiğinde ise Anayasa tekrar fikir değiştirmekte ve “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle...” diyerek devam etmektedir. Bu manzara karşısında benim önerim şudur: Anayasa, “Türkiye”nin arkasına “Devlet” sözcüğünü mü yoksa “Cumhuriyet” sözcüğünü mü takarak yola devam edeceğine karar vermelidir...

Aslında olacak iş değildir ve hiçbir cumhuriyetin anayasası “....Devleti bir Cumhuriyettir” diye başlamaz.

Niçin? Cevabı çok basit; çünkü “Cumhuriyet” sözcüğü tek başına yeterlidir de ondan.

Zaten dikkat ederseniz, “Cumhuriyet” sözcüğüne tarihi içinde gözatacak olursanız, bu sözcüğün bir zamanlar “Devlet” anlamında kullanıldığını da hatırlayacaksınız.

Demek ki “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” yanlış bir ifadedir. Demek ki “Devlet” ve “Cumhuriyet” sözcüklerinin münavebeyle kullanılması yanlıştır.

Peki o zaman ne demeli? Tabii ki Anayasa’nın 1. maddesinden itibaren “Türkiye Cumhuriyeti” ifadesini kullanmak gerekmektedir. Peki bu karışıklığın nedeni nedir? Tam da emin değilim ama, anayasa yapıcılarımız, “Türkiye Cumhuriyeti” doğru ifadesinin “Türkiye Devleti”ni tam da karşılamadığı kanaatindedirler! Tuhaf bir durum tabii ki: Bir yanda (ve sıklıkla) “Türkiye Devleti”, arada bir de doğru terim olan “Türkiye Cumhuriyeti”.

Bitmedi; bu hikayenin devamı da ilginç:

Anayasamız, Türkiye’yi “Devlet” mi yoksa “Cumhuriyet” olarak mı adlandıralım tereddütünü yaşarken, başka bir büyük yanlışın da içine düşmüştür.

Bu büyük yanlış da, “Türkiye Cumhuriyeti”nin “Türkiye Devleti” mi yoksa “Türk Devleti” mi olacağı olacağına ilişkindir. İnanılmaz bir biçimde, 82 Anayasası, bazen “Türkiye Devleti”nden, aklına estiği zaman da “Türk Devleti”nden söz etmektedir.

Mesela “Madde 66”: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” (Bu maddenin halis muhlis “totoloji” olduğunu hatırlatmaya gerek yok herhalde.)

Mesela biraz önce andığımız “Madde 1”: “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.”

“Ne fark eder, ha ‘Türk Devleti’ ha ‘Türkiye Devleti’, nasıl olsa ikisi de aynı kapıya çıkmıyor mu?” diyor musunuz, bilmiyorum.

Diyorsanız, bence yanılıyorsunuz, çünkü ikisi farklı kapılara çıkmaktadır. İsterseniz -bugün için- fazla uzatmadan, benim gözümde Anayasa’nın en eğlenceli maddelerinden birisine, “Madde 35”e de değinelim.

Bu madde şöyle: “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir...”

“Sivil anayasa”nın bu “eğlenceli” maddeyi de dışarıda bırakacağını umuyorum.

Haksız mıyım? Bu zamanda böyle bir “hak”ın anayasal hak olarak bahşedilmesi, olacak iş midir?

“Mülkiyet Hakkı” maddesini özelikle seçtim. Çünkü –yine- bana göre, “mülkiyet hakkı”nın da içinde olduğu temel haklar –ne olur!- bizim tarafımızdan kaleme alınmasın istiyorum. Söz konusu haklar, pekâla, Fransız Anayasası’nda olduğu gibi, anayasanın başlangıç bölümü yerine insan haklarına ilişkin uluslararası bir sözleşme (mesela Avrupa) yerleştirilerek sorunsuz bir biçimde ilan edilmiş olur.

Son olarak geçen gün Radikal’de Neşe Düzel’e konuşan Prof. Ergun Özbudun’un “Anayasada Atatürk” olarak özetlenebilecek tartışmaya ilişkin bir görüşüne niçin katılmadığımı da açıklamak isterim. Değerli anayasa hukuku profesörü, anayasada “Atatürk İlkeleri”nin değil ama “Bir kurucu felsefeye atıfta bulunulması, benimsendiğinin ifade edilmesi” açısından Atatürk adının yer alabileceğini söylüyordu. Bana göre, Atatürk adının anayasada (fikri mirasının) bir “referans noktası” olarak geçmesi de yerinde değildir. Değildir çünkü medeni ülkelerin anayasalarında bir “özel isim”e yer verilmemiştir. Bu anayasaların bazılarında “Tanrı”ya (ya da “Kutsal Tiritine”ye) yer verildiği (mesela İrlanda ve Yunanistan) doğrudur. Ama takdir edersiniz ki bu bambaşka bir “referans”tır. Bu referansları ülkelerin özel tarihleri içinde düşünmek gerekir. Ama bir “özel isim”, doğrusu ben bir başka örneğini daha hatırlayamıyom.

Yanlış anlaşılmasın; önerim (!) Atatürk’ü Anayasa’dan hepten uzaklaştırmak gibi kötü bir niyete dayanmıyor.

Söylemek istediğim, sadece, anayasanın (ve yasaların da tabii ki) “özel isimler”e kapalı olduğunu ve bu isimlerin ait oldukları alanda hatırlanması ve anılmasının doğru olacağıdır. Madem ki “özel” olanın, daha doğrusu “tikel” ve “tekil”in bilimi imkansız, ancak “tümel”in bilimi mümkün, o halde anayasa hukukunun da “özel isim”e –her durumda- kapalı olması gerekir. Atatürk’ün bütün bir “cumhuriyet tarihi” içinde hatırlanması ve anılması yetmez mi?

Yeni Şafak, 8 Ağustos 2007

Kürşat BUMİN

09.08.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Yanlış değerlendirme

  AKP oyu milletten almadı mı?

  ‘Sivil anayasa’ya öneriler

  Halt etmek

  Tamam, yazmayayım Gerçek değişecek mi? (Yazarsak, değişebilir!)


 Son Dakika Haberleri