Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

O Allah ki, varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine dâir delilleri size gösterir ve gökten size bir rızık indirir. Fakat hakka yönelmiş olanlardan başkası bundan ibret almaz.

Mü'min Sûresi: 13

19.04.2008


Baharın salâvatıdır güller

Bir bahar gecesi ıssız sokaklarda dolaştım, ıssız ve yapayalnız… Dilimde adın, içimde aşkın, unutmadım seni ya Resûlallah…

Baharı müjdeleyen çiçekler, şimdi ağaçları süslediler. Gecenin karanlığında bile gülümsüyorlar. Baharın gecesi yok, gündüzü de. Yolum üzre her ağacın altında durup, çiçek çiçek sana salâtu selâm gönderdim ya Resûlallah. Unutmadım seni… Sen unutulmayacak kadar özelsin. Güzel adınla ve sayısız hatıranla, kalbimde yaşıyorsun…

Gecenin bu sakinliğinde, uzaklardan gelen kurbağaların zikir sesleri, ne kadar yek âhenk içinde. Kulağımı rahatsız eden hiçbir şey yok. Yorucu ve dondurucu geçen bir kıştan sonra, bahar âniden çıkageldi.

Allah’ım, sürprizlerin bitmiyor. Elbette görene, yoksa köre ne! Hiç kalkmayacağını zannettiğim ve toprağın üzerini bir yorgan gibi saran bembeyaz karların ardından, şimdi bembeyaz çiçeklerle süslendi her yer. Baharın bayramı var. Ağaçlar gelinliğini giymişler, resmigeçitteler. Ağaçlarda hatıran var ya Resûlallah. Onun için unutmadım bu baharda da seni.

Bir gün yanına gelen bir bedeviye, peygamberliğinin tasdiki için bir mu’cize göstermiştin. Vadi kenarındaki bir ağaçtı o mucizen: “Gel” diye işaret etmiştin. Köklerini sürüye sürüye yanına gelmişti… Herkesin huzurunda konuşmuştun o ağaçla; “Benim, Allah’ın hak ve son Peygamberi olduğumu tasdik ediyor musun?” demiştin. Ağaç, “Evet,” diyerek kelime-i şehadet getirmişti. Senin hak ve son Resûl olduğunu tasdik etmişti. Bu mucizeyi görmek de yetmemişti o bedeviye. Ardından; “Şimdi söyle de yerine gitsin bu ağaç” demişti. Ne kadar da sabırlıydın. Ağaca, tekrar işaret etmiştin, o da dönüp yerine gitmiş, emrini dinlemişti. O adam da, bu mu’cizen üzerine iman etmişti.

Şimdi bu baharda, nerede bir ağaç görsem, senden bir mucize taşıyor bilirim. O günleri hatırlarım. Duâmı, ağaçlarla beraber söylerim: Sen Allah’ın son Peygamberisin, salâtu selâm olsun sana ya Resûlallah.

Baştan başa çiçeklerle donanmış her ağaç ise, senin yeryüzü halkına, Cennet baharlarının müjdesini taşıyan dâvetinin bir işaretidir. Hiç yanılmadım böyle bilmekte. Çünkü Rabbim Kur’ân’ında senin üzerine yemin ediyor:

“Yâsin. Ve’l-Kur’âni’l-hakîm. İnneke lemine’l-mürselîn.”

Yani, “Yâsin. Hikmetli Kur’ân’a yemin olsun ki, sen hak Peygambersin ve son Resûlsün” diyor. Kur’ân’ın kalbi Yâsin Sûresi, kâinatın kalbi olan senin elçiliğini, ilân ve tasdik e-diyor.

Dün sabah sokağımızın tenhâ bir yerinde çiçek açan erik ağacımızın altındaydık. Gönül dostlarımızla sana salâtu selâm gönderdik. Postacımız da yoktu. Olsun, duâmızı ve salâvatımızı sana ulaştıracak, Rabbimizin rahmet melekleri vardı ya. Onlara güvendik çok şükür. Salâvatlarımız, selâmlarımız sana ulaştırıldığı için sevinçliyiz. Yaşadığımız hayatın her ânını, varlığınla güzelleştiren Allah’a hamdolsun ki, sen her şeyin gayesini, yaratılış sebebini öğreten biricik peygambersin, öğretmensin bize. Bu dünyada, şu güzelliklerin mânâsı ve mahiyeti bilinmese ya da bildirilmeseydi ne kadar da cahil kalacaktık.

Bir kâğıt parçasından ibaret olan diplomalarımız ne işe yarayacaktı ki, seni bilmedikten, seni tanımadıktan sonra? Bunca bilgimizin yolu, sana varıp, sana yaklaşmadıktan sonra, neye yarardı ki?

Avrupa’nın zekâ tarlaları Goethe’ler, Lamartine’ler, Puşkin’ler, Rilke’ler, Tolstoy’lar, Bernard Shaw’lar ve daha niceleri seni tanısın, bilsin, hakkaniyetini ifade etsinler de biz eli dili bağlı, suspus olup oturalım mı? Konuşmayalım mı? Bülbül olup şakımayalım mı ya Resûlallah? Getirdiğin o yüce Kur’ân’dan tek bir âyet bile, onların hayatını aydınlatmaya kâfi iken biz, canlı güneşimiz senin bütün karanlıkları kovan nurundan nasipsiz mi kalmalıydık? Şükür ki, yetiştin imdadımıza…

Duâ odur ki, Allah’a yaklaştırsın. Yol odur ki, Hakk’a varsın. Selâm ve salâvat odur ki, sana ulaştırsın. Çatı katımdaki küçücük odamda, gecenin zifiri karanlığında açan bembeyaz bir çiçek oldun. Dilimdesin ya Resûlallah, kalbimdesin. sen, benim için hep yenisin. Gördüğüm her güzellikte payın var, her şeyde bir mu’cizen parlıyor.

Bunu, bize sen ders verdin, sen öğrettin. Şükür ki, cahil kalmadık. Bilgimizi, adınla süsledin. Yıllar yılı adını gizlediler. Akıllarınca, unutturmaya çalıştılar. Ama başaramadılar. Öğrendik adını ve hayatını adadığın dâvânı. Kâinat denilen büyük kitap seni bildiriyor, seni söylüyor. Her şey seni anlatıyor. Görmemek, duymamak mümkün değil. Senin getirdiğin bütün hakikatlere iman etmek, ne kadar güzel. Bunların bir an bile olsun aksini düşünmek, ne kadar korkunç. Ruhumu, dipsiz uçurumlara düşmekten kurtar Allah’ım, yetiş imdadıma ya Resûlallah…

“Mahşer günü, şefaatim, ümmetinden büyük günahları işleyenlerin üzerine olacak” demiştin. Ne büyük bir müjdeydi bu. Bütün yaralı ruhlar ve günahkârlar adına sevinçliyim. Hatalarımız, günahlarımız çoksa da, senin o geniş şefkatinden ve o engin şefaatinden hep ama hep ümitliyiz. Ve öyle de olacağız.

Ümid oldun karanlık geceme ve yarınlarıma. Ey rahmet Peygamberim. Senin şefaatini talep ediyorum. Mahrum etmeyeceksin inşallah değil mi?

İnsanız işte. Dilimiz sürçse, ayağımız takılıp düşsek de affına sığınıyoruz Ya Rabbi. Günahlarından pişman olanları kapısından çevirmeyen bir tek Sen varsın Allah’ım.

Bu karanlık gecede, küçücük bir pencereden yıldızları seyrettim… Gökyüzü pırıl pırıldı. Yıldızlar sayılamayacak kadar çoktu. Yıldızların ki, şahit olan göklerinin şehâdet kelimeleriydi. Gökyüzünün çiçekleriydi... Gündüz, ağaçların, gece de gökyüzünün çiçekleri olan yıldızlarla sana salâtu selâm olsun ya Resulâllah. Allah’ım, bu benim en güzel bir ilkbaharım. Bilemem, belki de (son)baharım. Ne olur, bir son fırsat daha lûtfet. Tövbelerimi kabul et. Ne gelir ki, başka dilimden? Bülûğ çağımdan bu güne kadar işlemiş olduğum bütün günahlar, hatalar, kusurlar için, günah defterimde kayıtlı ameller ve işler için, Senden af diliyorum. Tövbemin âhı ile yak onları ya Rabbi. İstiğfar ediyorum. Tövbelerimin kabulünü bekliyorum. Sevgili Habibin ve Kur’ân’da ismi geçen peygamberlerin hürmetine… Kur’ân için can verenler, Kerbelâ’da şehit düşenler, Hz. Hüseyin adına, hürmetine affet. Sevdiğin kulların için affet. Rahmetine garket. Onlar istemeseler de Sen, nurunu tamamlayacaksın. Ruhumu da nurunla münevver et. Hz. Peygamberimin dünyayı şereflendirdiği 20 Nisan için, o kutlu gecenin sabahı için affet. Karalıkların üzerine doğan o canlı güneş için affet. Nuru, ebediyen parlayacak o canlı güneşimiz için affet. Ne olur Allah’ım.

Bu bahar da yalnızım, yine sıkı sıkıya kapalı kapım. Kimsecikler yok, Sen ve sevgili Habibinden başka ey Rabbim. Sevdir bize sevdiklerini, yerdir bize yerdiklerini. Kalbimi, ebediyen aşkınla doldur. Şüphesiz bir ben değilim bu yolun yolcusu. Sana ulaşmak için çabalayan nice diller, nice duâlar var. Odalarında sarı ışıkların yandığı evler var. Oralarda yakîn ve can dostlar var. O odalardan yükselen duâlar var… Onları da kabul et, bu duâmın arasında. O kutlu ve mutlu günün adına, lütfen affet.

Ağaçlardaki çiçekler, güllerin de habercisi. Sultanlar, ordunun en sonunda görünürmüş. Güller ki, baharın sultanıdır. Baharın salâvatıdır güller. Şimdi gül mevsimi. Gül ki, kokusunu senden almış derler Ya Resulallah. Bir sahabe şöyle anlatıyor: “Biz Medine sokaklarında Hz. Peygamberin izini kaybedince, kokusunu takip ederdik. Onun geçtiği her yer, misler gibi kokardı. Biz, bu kokudan Sevgilimizin (asm) nereye gittiğini anlardık.” Günlerden bir gündü, dünyanın gül mevsiminde çıkageldin. Bahar, seni müjdeliyordu. Bahar ki, bir zarftı. Zarfın içindeki mektubu, güllerdi. O mektup, yaprak yaprak açıldıkça, kokun saçıldı âleme. Dünya, o güzel kokunla uyandı, rengine boyandı, açıldı ya Resûlallah. Güllerine bir bûse de benden. Açılan her bir gül adedince, salâvatlar gönderiyorum yaprak yaprak. Her bir ağacın çiçekleriyle gönderdiğim salâvatlar gibi, kabul et bunu da.

Her mevsim, annemin bahçesinde aralıksız açan yediveren güllerini de unutmadım…

Bir gün, elimde bir gülle çıkmıştım. Yolda, komşumuz rahmetli Süleyman Amcaya rastlamıştım. Gayri ihtiyarî elimdeki gülü koklaması için uzattığımda, saçları gibi kalbi de ak pak olan bu mübarek insan, uzun uzun elimdeki güle baktı. Gözleri buğulandı. Sonra bir şeyler mırıldanıp kokladı gülü. “Neler okudun söyle Süleyman amca?” diye sorduğumda, “Evlâdım, gül Hz. Peygamberin bir remzidir, yani işaretidir. Onu koklamadan önce salâvat getirmek gerekir. Eskilerin âdeti böyleydi, onlardan gördük,” demişti.

O sabah, bir inceliği daha öğretmiş ve içimi ferahlatmıştın. Sevgin, insanları ne kadar nâzik ve ne kadar da hassas yapmış ya Resûlallah. Gül gibi bir ümmetin var şimdi. Kokuna sevdalı, hatırana saygılı. Seni candan sevenlerin var.

Allah’ım, yüz yirmi dört bin haberci ve peygamber gönderdiğini belirtiyor Şanlı Nebîmiz (asm). Bu yüz bin peygamberden, herhangi birinin de ümmeti olabilirdim. Ama beni, peygamberlik halkasının en son temsilcisine emanet ettin, ümmet ettin. Sevgiline yoldaş eyledin. Sana olan hakkımı ve şükrümü nasıl ödeyebilirim ki? Ey anne rahminde bile beni unutmayan Rahman ve Rahim olan Allah’ım. Sen de biliyorsun, Seni lâyıkıyla sevemediğimi. Kederler içinde kıvrandığımı biliyorsun. Ne olur sevmeme izin ver. Sen de sev beni, ne olur? Kalbimi, her iki dünyada da sevginden mahrum bırakma.

Seviyorum desem de gaflete dalıp unutuyorum. Ne olur bana yalnızlığımı hissettirme Allah’ım? Yeter şu dünyada sahteliklerin her türlüsünden çektiğim. Sen ki, tek gerçeksin ve haksın. Kullarını asla şaşırtmayan ve yanıltmayansın. Verdiğin sözden asla dönmeyen ve caymayansın. Bana benden daha yakınsın. Hem de şahdamarımdan daha yakın. Hiçbir liyakatim olmadığı halde, beni kendine bu kadar yakîn ettiğin için, Sana sonsuz hamdüsenâlar… Habibine ümmet ettiğin için de, sonsuz şükürler olsun…

Allah’ım, daha ne diyebilir, ne söyleyebilirim ki? İçimden geçenleri bir Sen biliyorsun. Rızana uygunsa, lütfen hepsini kabul et. Dileğim, duâlarımın yüce katına ve huzuruna kadar ulaşması. Beratımıza ve affımıza sebep olması. Habibine güllerle ve çiçeklerle salâvatlar olsun Rabbim. Baharın salâvatı olan güllerle…

Bir çocuğun, eli yetişemediği bir şeyi anne ve babasından istediği gibi, ben de, aczimle ve fakrımla Senden istiyorum ve Sana sığınıyorum Allah’ım. Duâları kabul edensin, işiten ve bilensin. Affedip bağışlayansın. Sonsuz şefkat ve merhamet sahibisin. Bu dünyayı yaşanır kılar her şey Senden, yaşanmaz kılan her ne var ise bizden.

Allah’ım, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi bütün inananları ve sevdiklerimizi o dehşetli Cehennem azabından muhafaza eyle.

SELİM GÜNDÜZALP

19.04.2008


Peygamberimiz (asm) bütün insanların hatîbidir

On Dokuzuncu Söz

[Risâlet-i Ahmediyeye dâirdir]

“Ben sözlerimle Muhammed’i (a.s.m.) övmüş, güzel göstermiş olmadım; aksine Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdan bahsetmekle sözlerimi güzelleştirmiş oldum.” (İmam-ı Rabbanî, Mektubât, 1: 58.)

Evet, şu Söz güzeldir. Fakat onu güzelleştiren, güzellerin güzeli olan evsâf-ı Muhammediyedir.

On Dört Reşahâtı tazammun eden On Dördüncü Lem’a’nın;

Birinci Reşhası: Rabbimizi bize tarif eden üç büyük küllî muarrif var. Birisi şu kitâb-ı kâinattır ki, bir nebze, şehâdetini on üç lem’a ile, Arabî Nur Risâlesinden On Üçüncü Dersten işittik; birisi şu kitâb-ı kebîrin âyet-i kübrâsı olan Hâtemü’l-Enbiyâ Aleyhissalâtü Vesselâmdır; biri de Kur’ân-ı Azîmüşşandır. Şimdi, şu ikinci bürhan-ı nâtıkî olan Hâtemü’l-Enbiyâ Aleyhissalâtü Vesselâmı tanımalıyız, dinlemeliyiz.

Evet, o bürhanın şahs-ı mânevîsine bak:

Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medîne bir minber; o bürhan-ı bâhir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imâna imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyâya reis, bütün evliyâya seyyid, bütün enbiyâ ve evliyâdan mürekkeb bir halka-i zikrin serzakiri; bütün enbiyâ hayattar kökleri, bütün evliyâ tarâvettar semereleri bir şecere-i nurâniyedir ki, herbir dâvâsını, mu’cizâtlarına istinad eden bütün enbiyâ ve kerâmetlerine itimad eden bütün evliyâ tasdik edip imza ediyorlar. Zîrâ, o Lâ ilâhe illallah der, dâvâ eder. Bütün sağ ve sol, yani mâzi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nurânî zâkirler, aynı kelimeyi tekrar ederek, icmâ ile mânen “Doğru dedin ve söylediğin haktır” derler.

Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesapsız imzalarla teyid edilen bir müddeâya parmak karıştırsın.

İkinci Reşha: O nurânî bürhan-ı tevhid, nasıl ki iki cenâhın icmâ ve tevâtürüyle teyid ediliyor; öyle de, Tevrat ve İncil gibi kütüb-ü semâviyeninHÂŞİYE yüzler işârâtı ve irhâsâtın binler rumuzâtı ve hâtiflerin meşhur beşârâtı ve kâhinlerin mütevâtir şehâdâtı ve Şakk-ı Kamer gibi binler mu’cizâtının delâlâtı ve Şeriatın hakkàniyeti ile teyid ve tasdik ettikleri gibi, zâtında gayet kemâldeki ahlâk-ı hamîdesi ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secâyâ-i gàliyesi ve kemâl-i emniyeti ve kuvvet-i imânını ve gayet itminânını ve nihayet vüsûkunu gösteren fevkalâde takvâsı, fevkalâde ubûdiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metâneti; dâvâsında nihayet derecede sâdık olduğunu güneş gibi âşikâre gösteriyor.

Hâşiye: Hüseyin-i Cisrî “Risâle-i Hamidiye”sinde yüz on dört işârâtı o kitaplardan çıkarmıştır. Tahriften sonra bu kadar bulunsa, elbette daha evvel çok tasrihât varmış.

Sözler, 19. Söz, s. 214 (yeni baskı, s. 370-72)

âyet-i kübrâ: En büyük âyet, en büyük delil.

beşârât: Müjdeler.

bürhan-ı nâtıkî: Konuşan delil.

evsâf-ı Muhammediye: Hz. Muhammed’in vasıfları.

Hâtemü’l-Enbiyâ: Peygamberlerin sonuncusu.

hâtif: Gaybdan doğru haber veren cinler.

irhâsât: Peygamberimiz (asm) üzerinde peygamberlikten önce görünen harikulâde haller.

kâhin: Gelecekten haber verdiği söylenen kişi, falcı.

kitâb-ı kebîr: Büyük kâinat kitabı.

lem’a: Parıltı.

muarrif: Tarif edici.

reşahât: Reşhalar, sızıntılar.

risâlet-i Ahmediye: Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) peygamberliği.

şahs-ı mânevî: Belli bir kişi olmayıp, bir cemaatten meydana gelen mânevî şahıs.

Şakk-ı Kamer: Peygamber Efendimizin işaret parmağıyla Ay’ı ikiye böldüğü mu’cize.

19.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri