31 Ocak 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Türk demokrasisinin yol alma zamanı

SON birkaç yılda ortaya çıkan Kafes Eylem Planı, millete karşı kirli eylem planı, Bülent Arınç’a suikast girişimi ve Balyoz darbe planı ile Ergenekon davası Türkiye’ye ne kazandıracak, belki de bundan sonra tartışmamız gereken nokta bu.

Daha doğrusu söz konusu gelişmelerin artık Türk demokrasisinde kalıcı olarak nasıl bir etkisi olacağına bakacağız.

Daha önce deşifre olmuş Ayışığı, Yakamoz, Eldiven gibi planları da kattığınızda, AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra ortaya çıkarılmış, son anda önlenmiş, teğet geçmiş bir hayli darbe planından söz etmek mümkün. Şu son sekiz yılda Türkiye’de kilometrekareye düşen darbe sayısı dünyada hiçbir ülkede olamayacak kadar fazlaydı. Üstelik daha açığa çıkmamış darbe girişim ve planlarını da bilmiyoruz. Belki henüz deşifre olmamış pek çok plan mevcuttur.

Şüphesiz Türkiye, 20-30 yıl öncesine göre hatta 10 yıl öncesine göre çok değişti. Teknoloji hızla gelişiyor. Devlet bürokrasisinde çalışıp da eskiden hukuksuz eylemlere ses çıkarmayan ya da çıkaramayanlar, artık bu eylemleri deşifre etmekten çekinmiyor.

Ama Türkiye’nin yapısal durumunda ya da yüksek bürokrasinin devlet anlayışında değişen bir şey yok. Onlar hâlâ 12 Eylül Türkiye’sinde yaşadığımızı zannediyor. Başbakan’ın söylemleri son derece çağdaş ve demokratik ama bu sözler, henüz yapısal bir eyleme dönüşmüş değil.

Bilindiği gibi önceki gün TBMM Güvenlik Koordinasyon Kurulu, bir karar alarak, Meclis’in üç giriş kapısının askerler yerine polisler tarafından korunmasını istedi. Bundan böyle Çankaya, Dikmen ve Ayrancı kapılarında 24 saat polis görev yapacak. Bu, simgesel anlamda çok önemli bir gelişme. Bu kararı, ülkenin sivilleşmesi adına atılmış önemli bir adım olarak görebiliriz. Ama simgesel olmaktan çok da öteye geçmeyecek bir karar. Çünkü Türkiye’nin, bu tür şeklî değişikliklerin dışında çok daha büyük adımlara ihtiyacı var.

Yıllardır darbe ile yatıp kalkıyoruz. Bir yandan darbe planları, bir yandan bu planların deşifre edilmesi, bir yandan da Ergenekon gibi devlet içindeki çeteleşmelerle ilgili yürütülen soruşturma ve yargılama süreçleri işliyor. Cinayetler, bombalamalar, LAW silahları, patlayıcı maddeler, mühimmatlar vs. vs... Evet bütün bu kanunsuz eylemlere katılan, hukuk dışına çıkanlar cezalandırılmalı ama bu kadar gelişme karşısında, Türkiye’nin temel kazanımlarının da olması gerekmez mi? Bütün bu darbe girişimlerini bugün savuşturduk, peki ya bundan sonrakiler ne olacak? Türkiye, gelecek yıllarda da bütün enerjisini bu darbe tartışmalarıyla mı harcayacak?

Bu acılardan, gerginliklerden, tartışmalardan Türkiye ne kazanacak? Bütün bunlar, Türkiye’nin daha demokratik bir ülke olmasında ne gibi katkılar sağlayacak? İşte bütün bu sorulara en çok hükümet ve daha sonra da Genelkurmay Başkanı cevap verecek. Hükümet öncelikle EMASYA Protokolü’nü acilen iptal ederek Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda çok büyük bir adım atabilir. TSK içinde cuntalaşma eğiliminde olan herkesin iştahını açan EMASYA Protokolü’nün kaldırılması konusunda bir an önce hareket etmekte büyük yarar var.

TSK’nın ülke içi meselelerle uğraşmasının mutlaka önüne geçilmesi lazım. Bu, Türkiye için hayatî önem taşıyor. Ordu, iç düşman konseptini acilen değiştirmeli, bu ülkede yaşayan herkesi kucaklayan, toplumun her kesimiyle yasaların öngördüğü çerçevede iletişim kuran bir kurum haline gelmeli....

Mehmet Kamış, Zaman, 30.01. 2010

31.01.2010


Hükümete ‘gerçekçi’ öneriler

HALİHAZIRDAKİ Türkiye manzarası hiç de “güllük gülistanlık” değil. Hükümetin ciddiyetle ele alması ve hale-yola koyması gereken pek çok büyük sorunumuz var. Ama bugün itibariyle en acil sorun silâhlı kuvvetler üzerinde sivil denetimin tam olarak tesis edilmesi ve bu arada ordu içindeki cuntacı odakların tasfiye edilmesi sorunudur.

Son ortaya çıkan “Balyoz” darbe planından sonra artık iyice anlaşılmış olması gerekir ki, bu meselenin çözümünü, hem de kökten çözümünü daha fazla erteleyemeyiz. Bu, Türkiye’nin hem acil, hem de öncelikli ihtiyacıdır. Bu sorunu çözmedikçe Türkiye ne özgürleşebilir ne de huzura ve refaha erebilir.

Şüphe yok ki bu sorunun çözümünden bugün itibariyle sorumlu olan hükümettir. Ne var ki, ordu içindeki cuntacı girişimlerden tabiatıyla rahatsızlık duyan hükümet zaman zaman bu tür olaylar içinde yer alanları kamuoyu önünde kınayan beyanlarda bulunuyor ama, silâhlı kuvvetlerin sivil denetimini sağlamak için adım adım izlenmesi gereken açık-seçik bir projeye sahip olduğu izlenimi de vermiyor. Hükümet bu meselenin halk önünde tartışılmasını istemediği için de topluma ve bu meseleyi dert edinen yazar-çizer takımına “siz karışmayın, biz yapılması gerekeni biliyoruz” mesajı vermekle yetiniyor.

Ben bu yaklaşımın makul olduğunu düşünmüyorum. Her şeyden önce, demokratik bir rejimde cuntacılık ve darbe girişimleri sadece hükümetlerin meselesi değildir. Bu gibi meselelerde açık bir tartışmanın yapılması ve hükümetin de halkı tatmin edecek net bir tavır alması gerekir. İkinci olarak, bu sorunun nasıl üstesinden gelineceği ne sırdır ne de hükümetten başkalarının “anlayamayacağı kadar” karmaşık bir meseledir. Türkiye’de askeri vesayetin anayasal, yasal ve kurumsal dayanaklarının neler olduğunu da, silâhlı kuvvetlerin sivil denetiminin nasıl sağlanacağını da hepimiz biliyoruz.

Bu konuda, gerçekleştirilmesi için hükümetin kararlılığından başka bir şeye ihtiyaç olmayan gayet basit işler var. En basiti de EMASYA Protokolünün kaldırılması. Bunu, silâhlı kuvvetlerle ve milli güvenlikle ilgili mevzuatın tümüyle elden geçirilmesi izleyebilir. Hadi Anayasayı değiştiremiyorsunuz, ama kanunları değiştirebilirsiniz. TSK İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği, TSK Personel Kanunu, Jandarma Kanunu, Yüksek Askeri Şura Kanunu, Milli Güvenlik Kurulu Kanunu ve Sayıştay Kanunu gibi. Bu elden geçirme işinin bir parçasını da mutlaka silâhlı kuvvetlerin sivil-demokratik rejim anlayışıyla bağdaşmayan eğitim müfredatı oluşturmalıdır. Bu arada Jandarmayı sivil denetime alabilir veya tümüyle kaldırabilirsiniz.

Ayrıca, Başbakanın başkanı olduğu YAŞ toplantılarında hükümet kanadının bazı kararlara “muhalefet şerhi” koymaktan başka yapabilecekleri var. Kendi döneminde yapılan şunca YAŞ toplantısında silâhlı kuvvetler içindeki darbeci ve cuntacıları hükümet -”demokrat” genelkurmay başkanlarının da yardımıyla- neden “disiplinsizlik” gerekçesiyle tasfiye etmedi? Ama halâ geç kalınmış değildir; hükümet irade gösterirse bunu gelecek ilk YAŞ toplantısında pekalâ yapabilir. Yani, “meseleyi yargıya havale ettik” demenin ikna ediciliği yoktur.

Bunun gibi, genelkurmay başkanı da bir yandan silâhlı kuvvetlerin ve kendisinin demokrasiye bağlı olduğunu ve cunta oluşumlarına izin vermeyeceğini söylüyor, ama öbür yandan bu “niyet beyanı”nı hayata geçirme yönünde ciddi bir adım da atmıyor. Bu da, “aman iyi ki şu anda bu görevde demokrasiden yana olan Başbuğ var, fazla eleştirip de onun elini zayıflatmayalım” diye -hükümetle aynı istikamette- düşünenlerin haklı olma ihtimalini azaltıyor. Çünkü, orgeneral Başbuğ mevcut askeri vesayet görüntüsüne ve ordu içindeki cuntacı oluşumlara gerçekten karşı ise bunun gereğini yapması gerekmez mi?... Silâhlı kuvvetler içindeki “güç dengeleri”nin buna imkân vermediğini söylemek de anlamsızdır; çünkü eğer bu meselede hükümetle aynı görüşte ise o zaman demek ki hükümet arkasında olacaktır.

Mustafa Erdoğan, Star, 30.01. 2010

31.01.2010


Askere Avrupa Birliği standartları!

TÜRKİYE çok uzun yıllardır Avrupa Birliği yolunda olan bir ülke. Üyelik için resmi müzakereler 2005 yılı sonunda başladı.

Her yıl, AB ile ilişkilerimizin hangi aşamada olduğunu gösteren bir rapor yayımlanır Brüksel’de.

Adı, İlerleme Raporu’dur.

Bu raporlardan sonuncusu, “2009 İlerleme Raporu” dört ay önce çıktı. Türk Silahlı Kuvvetleri’yle ilgili bölümden bazı kısımlar şöyle:

“BİR: Silahlı Kuvvetler, resmi ve gayri resmi mekanizmalar yoluyla, uygun olmayan şekilde siyasi nüfuz kullanmaya devam etmiştir.

Silahlı Kuvvetler’in kıdemli mensupları, çeşitli vesilelerle Kıbrıs, etnik köken, Güneydoğu meselesi, laiklik, siyasi partiler ve diğer askeri olmayan konular dahil olmak üzere yetki alanları dışında kalan iç ve dış politika konularında görüşlerini açıklamışlardır.

Genelkurmay, siyasi partilere ve medyada çıkan haberlere kamuoyu önünde defalarca tepki göstermiştir.

Nisan ayındaki bir basın açıklaması sırasında Genelkurmay Başkanı, Ergenekon davası ve iddianamesi hakkında yorumda bulunmuş, dolayısıyla yargıyı baskı altında bırakmıştır.

Silahlı Kuvvetler’in bazı kıdemli mensupları, yargılanmakta olan askeri personeli desteklemişlerdir.

İKİ: Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nda ya da Milli Güvenlik Kurulu Kanunu’nda hiçbir değişiklik yapılmamıştır.

Bu kanunlar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görev ve yetkilerini belirlemekte ve milli güvenlik kavramını geniş biçimde tanımlayarak Silahlı Kuvvetler’e büyük bir hareket alanı vermektedir.

Emniyet, asayiş ve destek birimleriyle ilgili olarak imzalanan 1997 EMASYA gizli protokolü hâlâ yürürlüktedir.

ÜÇ: Yasama organının, Silahlı Kuvvetler bütçesi ve harcamaları üzerindeki denetiminin güçlendirilmesiyle ilgili olarak hiçbir ilerleme kaydedilmemiştir.

Aynı şekilde, ihale projelerinin çoğunun finansmanını sağlayan Savunma Sanayii Destekleme Fonu (SSDF) hâlâ TBMM’nin kontrolünün dışında olan, bütçe dışı bir fondur.

Geçen sene Sayıştay, SSDF’yi denetleme yetkisine sahip olduğu yönünde bir karar almıştır. Ancak uygulama henüz başlamamıştır.

İç denetimle ilgili olarak, güvenlik kurumlarının iç denetime tabi olmasını öngören 2003 tarihli Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu henüz uygulanmamıştır.

DÖRT: TBMM’nin, yasama organının güvenlik ve savunma politikaları oluşturma yetkisi yoktur.

BEŞ: Askeri harcamaların denetimi konusunda, harcama sonrası dış denetim, Anayasa’ya göre Sayıştay tarafından yapılabilmektedir. Ancak bu denetim, muhasebe kayıtlarına dayanmaktadır ve masa başı incelemeleri şeklindedir.

Denetçilerin yerinde inceleme yapmasına izin verilmemektedir.

Ayrıca, Sayıştay Kanunu Tasarısı kabul edilene kadar da Sayıştay, Silahlı Kuvvetler’e ait taşınır malların denetimini yapamayacaktır.

ALTI: EMASYA protokolü, sivil makamların talebi olmaksızın, iç güvenlik sebebiyle askeri operasyonların yapılmasını mümkün kılmaktadır.

YEDİ: Askeri mahkemelerin yargı yetkisinin sınırlanması konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiştir.

Ancak, Silahlı Kuvvetler’in bazı kıdemli mensupları yetki alanları dışında kalan konularda açıklamalar yapmışlardır.

Savunma harcamaları üzerinde TBMM’nin tam denetiminin temin edilmesi gerekmektedir.

Askeri personelin, Ergenekon soruşturmasıyla ortaya çıkan hükümet karşıtı eylemlere katılmış olduğu iddiası ciddi kaygı uyandırmaktadır.”

* * *

AB standartları böyle. Demokrasi ve hukuk devletinin bizde de AB’deki gibi birinci sınıf olmasını istiyorsak, bu açıdan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin uyması gereken standartlar sır değil. Bizim standartlarımızı yukarıya çekecek olan da siyaset kurumu, en başta da siyasal iktidar, yani Başbakan Erdoğan’la Ak Parti hükümetidir.

Türkiye’de böyle bir demokratik dönüşüm keşke sivil-asker, iktidar-muhalefet elbirliğiyle gerçekleşme yoluna girse...

O zaman herkes rahat eder. Kalıcı istikrar kapımızı çalar.

Ve Balyoz’lar, Bayrak’lar, Kafes’ler, Ergenekon’lar, Poyrazköy’ler tarihin arşivine kaldırılır.

Mesele, birinci sınıf demokrasi ve hukuk devletidir, askeri otoritenin seçilmiş sivil otoriteye tabi olmasıdır, Batı demokrasilerindeki gibi...

Hasan Cemal, Milliyet, 30.01. 2010

31.01.2010


Yine parti kapatma meselesi

ANKARA yine bir deli kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz havasına girdi. Siyaset bulvarını her sis bastığında olduğu gibi, yine AK Parti aleyhine kapatma davası açılıp açılmayacağı, partinin bunu ciddi bir tehdit görüp görmediği konuşulmaya başladı.

Partiler aleyhine dava açmakla yetkili Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya dikkatlerin odağında. Geçenlerde Milliyet’te Fikret Bila’ya söyledikleri AK Parti’de bir dalgalanmaya yol açmıştı. Yalçınkaya, hâkim ve savcıların telefonlarının Adalet müfettişlerinin talimatıyla tarafından izlemeye alınmasıyla -müfettişin bakana bağlı çalıştığı dolayımıyla- siyasi partiler hukuku arasındaki bağlantıyı araştırdıklarını söylüyordu. Bila’nın sorularından, Başsavcı’nın kurmaya çalıştığı bağlantıdan ikna olmadığı anlaşılıyordu. Bağlantı pek ikna edici görünmüyordu, ama burası da Türkiye idi.

Geçen defa 2008’de hükümetin MHP desteğiyle üniversitelerde türban serbestisi için Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddelerini değiştirme girişimi ve ardından Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İspanya’da ‘velev ki siyasi amaçlı’ sözleri ardından dava açılmıştı. Anayasa Mahkemesi Başkan Haşim Kılıç, partinin kapatılmadığı, ancak ‘laikliğe karşı odak olduğunu’ ilan ederken, mevcut Anayasa ile bir daha önlerine gelecek benzeri bir davanın kapatmayla da sonuçlanabileceği imasında bulunmuştu.

Yalçınkaya’nın dün bir cenaze töreni ardından bir gazetecinin kapatma davası açıp açmayacağı sorusuna verdiği cevap da yine benzeri bir dalgalanmaya yol açtı. Başsavcı, “Her parti için kapatma davası açılıp açılmayacağı kendi fiilleriyle ölçülür” dedi; “Bunu partiler zaten hisseder”.

Akşam saatlerinde bu soru Başbakan Tayyip Erdoğan’a sorulunca, yanıtı “Siyasi partilerin hissetmesi ne demek?” gibi bir yanıt verdi. Dava ya açılırdı, ya açılmazdı. “Ortada bir şey yokken ‘böyle bir şey vardır veya hissederler’ denirse o ülkede demokrasi çarkı sağlıklı çalışmaz. Bununla yatıp, bununla kalktığınız zaman ülkede istikrardan, güvenden bahsedemezsiniz dedi. Öyle bir şey hissetmiyoruz” diye konuştu.

Erdoğan bu konuda net konuşsa da, kulislerde son birkaç gündür tuhaf bir söz fısıldanmaya başladı. Güya, AK Parti’nin cephe gerisinde ne olur, ne olmaz diyerek bir ‘yedek parti’ kurma fikri olgunlaştırılmaya başlamıştı.

Bu yöntem daha önce de denenmiş, 2007’de bir yedekleme girişiminde bulunulmuş, ama işin başındaki genç politikacı kendini fazla öne çıkarınca iş patlamıştı.

Varsa bu işlerden haberli olması gerektiğini düşündüğüm bir parti yetkilisini aradım. ‘Daha neler?’ dedi; ilk defa duyuyordu.

Doğrusu bana da mantıklı gelmiyor.

Evet, bir kapatma davasının AK Parti’ye ilk seçimde -mağduriyet etkisi ile- fazladan değerli birkaç puan getireceği bir gerçek. Ancak AK Partililerin akıllarına bile getirmek istemediği bir ihtimal, Türk demokrasisi açısından da olumsuz bir durum olacak böyle bir ihtimalin, Başbakan Erdoğan’a siyaset yasağını da getirme riski. Bu durum, hem Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın önünü tıkayabilir, hem de AK Parti’nin geleceğini etkileyebilir. Dolayısıyla bir yedek parti, öyle bir durumda karşılaşılacak sorunların büyüklüğü yanında küçük bir ayrıntı kalabilir. Yine de siyasette hiçbir tedbiri elden bırakmamak lazım tabii.

AK Parti’nin referandum yoluyla siyasi partilerin kapatılması ve Anayasa Mahkemesi ile ilgili Anayasa maddelerini bir an önce değiştirme fikri boşuna değil demek ki. Önümüzdeki günler ilginç tartışmalara gebe.

Murat Yetkin, Radikal, 30.01. 2010

31.01.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl