Sözler - page 459

‹flte bak, ne kadar parlak ve binden
(HAfi‹YE 1)
ziyade ni-
flanlar› var. Ne kadar kuvvetli söylüyor, ne kadar tatl› bir
sohbet ediyor. fiu on befl gün zarf›nda, bunlar›n dedikle-
rini ben bir parça ö¤rendim; sen de benden ö¤ren. Bak,
o zat, flu memleketin mu’ciznüma sultan›ndan bahsedi-
yor. “O sultan-› zîflan beni sizlere gönderdi¤ini” söylüyor.
Bak, öyle harikalar gösteriyor, flüphe b›rakm›yor ki, bu
zat o padiflah›n bir memur-u mahsusudur.
Sen dikkat et ki, bu zat›n söyledi¤i sözü, de¤il yaln›z
flu ceziredeki mahlûklar dinliyorlar; belki, harikulâde su-
retinde, bütün memlekete iflittiriyor. Çünkü, uzaktan
uza¤a herkes buradaki nutkunu iflitmeye çal›fl›yor. De¤il
yaln›z insanlar dinliyor, belki hayvanlar da, hatta bak,
da¤lar da onun getirdi¤i emirlerini dinliyorlar ki, yerlerin-
den k›m›ldan›yorlar. fiu a¤açlar, iflaret etti¤i yere gidiyor-
lar. Nerede istese su ç›kar›yor. Hatta parma¤›n› da bir
Âb-› Kevser memesi gibi yapar; ondan âb-› hayat içiri-
yor. Bak, flu saray›n kubbe-i âlîsinde mühim lâmba,
(HAfi‹-
YE 2)
onun iflaretiyle, bir iken, ikilefliyor. Demek, bu mem-
leket, bütün mevcudat›yla onun memuriyetini tan›yor.
Onu “gaybî bir zat-› mu’ciznüman›n has ve do¤ru bir ter-
cüman›d›r, bir dellâl-› saltanat› ve t›ls›m›n›n keflflaf› ve
SÖZLER | 459
Y
‹RM‹
‹
K‹NC‹
S
ÖZ
kubbe-i âlî:
yüksek kubbe.
mahlûk:
yarat›lm›fl varl›klar.
memleket:
ülke.
memuriyet:
memurluk, görevli-
lik.
memur-u mahsus:
özel görevli.
mevcudat:
var olan her fley.
Mevlâna Cami:
bkz. fiah›s Bilgi-
leri.
mim:
Arapçada bir harf.
mu’cizat-› Ahmedî:
Peygamber-
imizin mu’cizeleri.
mu’ciznüma:
mu’cize gösteren.
mühim:
önemli.
niflan:
bir fleyi belirten iflaret.
nun:
Arapçada bir harf.
nutuk:
konuflma.
sahife-i semavî:
gök sayfas›.
sultan:
padiflah.
Sultan-› Zîflan:
flan sahibi padi-
flah; Allah.
suret:
biçim, flekil.
flak:
ayr›lma, bölünme.
tercüman:
tercüme eden, çevi-
ren.
t›ls›m:
herkesin bilip de çözeme-
di¤i gizli s›r.
ümmî:
okuma, yazma bilmeyen.
zarf›nda:
içinde, süresince.
zat:
flah›s, kifli; Hz. Muhammed.
zat-› mu’ciznüma:
mu’cize gös-
teren flah›s.
ziyade:
çok.
âb-› hayat:
canl›lar›n hayatla-
r›n›n devam›n› sa¤layan su.
âb-› Kevser:
Cennetteki su-
lardan birisi.
bahsetme:
anlatma.
bali¤:
ulaflm›fl, yetiflmifl.
cezire:
dört taraf› su ile çevril-
mifl toprak parças›.
dellâl-› saltanat:
hâkimiyetin
ilânc›s›.
ehl-i tahkik:
gerçe¤i araflt›-
ran ve delilleriyle bilenler.
elif:
Arap alfabesinin ilk harfi.
evvel:
önce.
gaybî:
görünmeyen.
harika:
ola¤anüstü.
harikulâde:
ola¤anüstü.
has:
özel.
hafliye:
dipnot, aç›klay›c› not.
hilâl:
ay›n yay fleklini alm›fl
hâli.
ibaret olan:
meydana gelen.
kamer:
ay.
keflflaf:
keflfeden, açan.
HAfi‹YE 1:
Bin niflan ise, ehl-i tahkik yan›nda bine bali¤ olan mu'cizat-›
Ahmediyedir (a.s.m.).
HAfi‹YE 2:
Mühim lâmba kamerdir ki, onun iflaretiyle iki parça olmufl.
Yani, Mevlâna Cami’nin dedi¤i gibi, “Hiç yaz› yazmayan o ümmî zat,
parmak kalemiyle sahife-i semavîde bir elif yazm›fl; bir k›rk›, iki elli yap-
m›fl.” Yani, flaktan evvel, k›rk olan “mim”e benzer, flaktan sonra iki hilâl
oldu, elliden ibaret olan iki “nun”a benzedi.
1...,449,450,451,452,453,454,455,456,457,458 460,461,462,463,464,465,466,467,468,469,...1482
Powered by FlippingBook