Sözler - page 802

Sua l :
Deniliyor ki:
“Sahabeler Resul-i Ekrem Aley-
hissalâtü Vesselâm› gördüler, sonra iman ettiler. Biz ise
görmeden iman ettik. Öyle ise iman›m›z daha kavidir.
Hem, kuvvet-i iman›m›za delâlet eden rivayet var?”
El c e va p :
Sahabeler, o zamanda, efkâr-› amme-i
âlem hakaik-› ‹slâmiyeye muar›z ve muhalif iken, Saha-
beler yaln›z suret-i insaniyede Resul-i Ekrem Aleyhissalâ-
tü Vesselâm› görüp, bazen mu’cizesiz olarak, öyle bir
iman getirmifller ki, bütün efkâr-› amme-i âlem onlar›n
imanlar›n› sarsm›yordu; flüphe de¤il, baz›s›na vesvese de
vermezdi.
Sizler iseniz, kendi iman›n›z› Sahabelerin imanlar›yla
muvazene ediyorsunuz. Bütün efkâr-› amme-i ‹slâmiye
iman›n›za kuvvet ve senet oldu¤u hâlde, Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm›n flecere-i Tuba-i nübüvvetinin
çekirde¤i olan befleriyeti ve suret-i cismaniyesini de¤il,
belki umum envar-› ‹slâmiye ve hakaik-› Kur’âniye ile nu-
ranî muhteflem flahs-› manevîsini, bin mu’cizat ile muhat
olarak ak›l gözüyle gördü¤ünüz hâlde, bir Avrupa feyle-
sofunun sözüyle vesveseye ve flüpheye düflen iman›n›z
nerede; bütün âlem-i küfrün ve Nasarâ ve Yehudun ve
feylesoflar›n hücumlar›na karfl› sars›lmayan Sahabelerin
imanlar› nerede? Hem, Sahabelerin kuvvet-i imanlar›n›
gösteren ve imanlar›n›n tereflfluhat› olan fliddet-i takvala-
r› ve kemal-i salâhatlar› nerede; ey müddei, senin flid-
det-i zaaf›ndan feraizi tamam›yla senden göstermeyen
sönük iman›n nerede?
âlem-i küfür:
küfür dünyas›.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
befleriyet:
insanl›k.
delâlet:
delil olma, gösterme.
efkâr:
düflünceler, fikirler, görüfl-
ler.
efkâr-› amme-i âlem:
dünya ka-
muoyu.
efkâr-› amme-i ‹slâmiye:
‹slâm
kamuoyu.
envar-› ‹slâmiye:
‹slâm›n nurlu
esaslar›.
feraiz:
farzlar, Allah’›n emirleri.
feylesof:
filozof.
hakaik-i ‹slâmiye:
‹slâm›n ger-
çekleri.
hakaik-› Kur’âniye:
Kur’ân’a ait
olan ve ondan gelen gerçekler.
iman etmek:
inanmak.
iman:
inanç.
kavi:
kuvvetli.
kemal-i salâhat:
mükemmel, ku-
sursuz, çok ileri derecedeki din-
darl›k.
kuvvet-i iman:
iman kuvveti.
mu’cizat:
mu’cizeler.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanlar›n âciz kald›¤› fley.
muhalif:
ayk›r›l›k gösteren, uy-
mayan.
muhat:
kuflat›lm›fl, etraf› çevril-
mifl.
muvazene:
ölçü, k›yas, mukaye-
se.
müddei:
iddia sahibi, davac›.
Nasarâ:
Hristiyanlar.
nuranî:
nurlu.
Resul-i Ekrem:
çok cömert, ke-
rîm olan Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed.
rivayet:
söz veya olay› nakletme.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yü-
zünü görmekle flereflenen ve
onun sohbetlerine kat›lan
mü’min kimse.
senet:
belge, kan›t.
sual:
soru.
suret-i cismaniye:
cisimlefl-
mifl flekil.
suret-i insaniye:
insan görü-
nüflü.
flahs-› manevî:
manevî flah›s.
flecere:
a¤aç.
flecere-i tuba-i nübüvvet:
peygamberlik a¤ac›.
fliddet-i takva:
Allah korku-
sunun son derecesi.
fliddet-i zaaf:
zay›fl›¤›n flidde-
ti.
flüphe:
kuflku, karars›zl›k.
tereflfluhat:
s›z›nt›lar.
umum:
bütün.
vesvese:
flüphe.
Yehud:
Yahudiler.
802 | SÖZLER
Y
‹RM‹
Y
ED‹NC‹
S
ÖZ
1...,792,793,794,795,796,797,798,799,800,801 803,804,805,806,807,808,809,810,811,812,...1482
Powered by FlippingBook