"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Tiflis’e Üstad’ın baktığı tepeden baktık

28 Eylül 2018, Cuma 00:52
Bir seyyahın müşahedatı - 2

Bir seyyahın müşahedatı - 1

TİFLİS NOTLARI... ŞEMSETTİN ÇAKIR

Seyahatimizin geçen haftaki bölümünde eski komünist ülkelerin ve başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin de karma eğitimden vazgeçtiğini ifade etmiştik.

Ülkemizde ise hâlâ karma eğitimi savunan çevreler var. Halbuki medeni dünyanın yeni fark ettiği ve İslâmın 1400 sene önce yasak ettiği karma eğitim, bugün dünyanın en büyük pedogojik yanlışı olarak kabul edilmektedir. Meselâ ABD’de 506 okulun tek cinsten eğitim vereceği ve 84 kız üniversitesi açışı yine dünyanın aklın yolunda gittiğini göstermektedir.

Avustralya’da ise okulların sadece yüzde on ikisinin karma olduğu, İngiltere’de ise 400’ü aşkın okulun kız ve erkeklerinin ayrı olduğu artık medeniyet telâkkisininde fıtrî ve hak dine göre dizayn edileceği gerçeği dünyanın önemli gelişmelerindendir. Bediüzzaman bunu şöyle müjdelemişti: “Akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân hükmedecek. (Hutbe-i Şamiye)

Bir de Batılı ülkelerde ele alınan diğer bir husus, eğitimde ırkî ve siyasî üslûp ve temalardan kaçınılması olmaktadır. Bu da birlik ve beraberliğe en büyük zararı tevlit etmekte olup, âlem-i İslâmın baş belâsıdır. Bilhassa bu günlerde daha fazla muhtaç olduğumuz birliğimizi bozan her şeye son verilmeli. Zaten bu, zamanında yapılan en büyük yanlışlardan olup, bir an önce tedbir alınması gerekli hususlardandır. Gittiğimiz gördüğümüz her ortam ve fırsatta bu gibi konuları önemle işlememiz şarttır. İşte bu gibi çok önemli gelişmeleri basınla yayınla icabında dünyayı dolaşarak insanlığa ilân edip duyurmamız lâzımdır.  

Bediüzzaman’ın ifâdesiyle Avrupa’nın içimize attığı bu frenk illeti bütün felâketlerimizin sebebidir. Fakat bunlar umumî müsbet gelişim ve hayırları engelleyemeyecektir. Zira Bediüzzaman bir başka müjdesinde “İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.” diyor.

Gürcistan’da Gürcülerin durumuna üzüldüm. Çünkü çok katı ve taassubvâri bir Hıristiyanlık profili çiziyor ve âdeta putlaştırıyorlar. Meselâ: Kiraladığımız taksinin önünde Hz. İsa (as) ve İncil figürleri var ve birçok yerlerde ışıklı haçlar mevcuttu. Tiflis’deki mihmandar arkadaşın anlattığına göre evleri kilise gibi imiş. Gerçi komünizmden sonra muharref de olsa İlâhî bir dine mensubiyet komünizmle kıyas edilmez.  

Şimdi gelelim bu seyahatin asıl hedefi olan Tiflis hatıralarına!

Gürcistan’ın Zugdidi’sinden gece saat onda kara trene bindik ve bir sürü korkunç sesler içinde sabahın sekizi gibi Tiflis’e indik. Bizi karşılayacak arkadaş yüz km’lik bir mesafeden geleceği için, o gelinceye kadar biz Türk lokantalarının olduğu şehrin merkezi bir yerine taksi ile geldik ve âdeta kendimizi Türkiye’de hissettik. 

Tiflis’in tek camii Şah Abbas Camii

Buluşma yerini cami olarak belirlemiştik. O gün aynı zamanda Cuma idi. Bazen araba ile, bazen yaya olarak Cumadan önce camiye vardık ve imamla buluşup tanıştık. İmam Efendi Risale-i Nur ve Nur Talebelerinden bazılarını tanıyordu. Allah razı olsun bizimle ilgilendi ve Cumadan sonra arkadaşla buluştuk. 

Caminin genç imamı Tiflisli Türkiye’de okumuş.

 

Arkadaş ehl-i sünnet, Nur Talebesi ve hukuk mezunu olup Azerî bir Türk. Fakat inanç farklılığından dolayı devletten görev alamamış o da ticâret ve ziraatla uğraşıyormuş. 

Mihmendarımız bizi Üstad’ın Rus polisi ile muhavere ettiği tepeye götürdü. Hakikaten Tiflis’e hâkim bir nokta. Sungur Abiler de hep oraya gittikçe aynı tepeye çıkıp, Üstad’ın baktığı yerden bakarak tefekkür ederlermiş, biz de böylece bakmış olduk. Hatta Rus polisi “Dersaneyi nereye yapacaksın?” deyince, Üstad “Parmağımın gösterdiği yere” diyor ve aynı zamanda Sungur Ağabeyin açacağını da söylüyor. Sungur Ağabey, komünizm yıkılır yıkılmaz o yere gidip medreseyi açarak Üstadının direktif veya vasiyetini yerine getiriyor.

Şeyh San’an Tepesi

Bize nasıl yardımcı olabileceğini sordu, biz de bizi öncelikle Üstadın istikbâle işâret ettiği Şeyh San’an Tepesi’ne götürüp, Üstad’ın baktığı yerden baktırıp, gösterdiği yeri göster dedik. O da sağolsun bizi arabasıyla o tepeye çıkardı o turistik mekânları tek tek gezdirerek izah etti ve sonuçta Üstad’ın baktığı yere götürdü. Hakikaten Tiflis’e hâkim bir nokta. Sungur Abiler de hep oraya gittikçe aynı tepeye çıkıp, Üstad’ın baktığı yerden bakarak tefekkür ederlermiş, biz de böylece bakmış olduk. Hatta Rus polisi “dersaneyi nereye yapacaksın?” deyince, Üstad “parmağımın gösterdiği yere” diyor ve aynı zamanda Sungur Ağabeyin açacağını da, söylüyor. Sungur Ağabey, komünizm yıkılır yıkılmaz o yere gidip medreseyi açarak Üstadının direktif veya vasiyetini yerine getiriyor. Allah razı olsun o arkadaş bize orayı da gösterdi.

Hükümet o tepeye o kadar önem vermiş ki çok geniş ve bakımlı yollar yapılmış. Orasını turistik mekân haline getirmişler. Tepeye öyle bir dönme dolap yapmışlar ki ben o cesamette bir dönme dolap hayatımda görmedim. Dünyada da ondan daha büyük bir dönme dolap olduğunu tahmin edemiyorum. Bindiğiniz zaman tepeden göremediklerinizi de görüyorsunuz ve tepenin arkasını da görüyorsunuz. Henüz yeni yapıldığı için resmî açılışı da yapılmamıştı, fakat sağolsunlar deneme mahiyetinde de olsa bizi bindirdiler ve tefekkür alanımız o nisbette genişlemiş oldu.

Dolapla dönmeye başlayınca bizim kaptan bana o anı yaşamak için Üstad’la Rus polisi arasında geçen konuşmayı aynen nakletmemi istedi. Ben de zaten arzu ediyordum aynen naklettim o da görüntülü ve sesli olarak kaydetmişti. Şimdi bu konuşmamızı aynen burada paylaşmak istiyorum.

Üstad Hazretleri yaklaşık bir asır önce âlem-i İslâm’ın meselelerini görüşmek üzere İstanbula gider. Bir sürü macerâdan sonra İstanbul’da fazla kalmaz. Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır. Batum yoluyla Van’a giderken Tiflis’e uğrar. Tiflis’te Şeyh San’an Tepesi’ne çıkar. Dikkatle etrafı temaşa ederken yanına bir Rus polisi gelir ve sorar:

 Niye böyle dikkat ediyorsun?

Dedim: “Medresemin plânını yapıyorum.” 

“Nerelisin?” 

“Bitlisliyim” dedim. 

Dedi: “Bu Tiflis’tir.” 

Dedim: “Bitlis, Tiflis, birbirinin kardeşidir.” 

Dedi: “Ne demek?” 

Dedim: “Asya’da, âlem-i İslâmda üç nur, birbiri arkası sıra inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek. Ben de gelip burada medresemi yapacağım.” 

Dedi: “Heyhat! Şaşarım senin ümidine.” 

Dedim: “Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.” 

Dedi: “İslâm parça parça olmuş.” 

Dedim: “Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâmın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim alıyor. İlâ âhir... 

“Yahu, şu asılzade evlât, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle, kader-i Ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir.”

Bu muhavereden sonra Van’a dönerek doğu aşairine içtimaî, siyasî, ilmî ve medenî dersler vermiştir.

Şeyh San’an Tepesi’nin kıssasını da arkadaştan dinlediğim şekilde kısaca özetleyerek noktalamak istiyorum şöyle ki:

Buraya  Şeyh San’an Tepesi denmesinin sebebi; burada yaklaşık 400 dervişli bir dergâhın şeyhi olan, Şeyh Abdulkadir Geylani’nin “Benim ayaklarım evliyanın omuzunda, Efendimiz’in (asm) ayakları da benim omuzumda” sözüne itiraz eder. Abdulkadir Geylani de ona “Senin omuzunda da domuzun ayakları olacak” der. 

Neticede bu zat mecâzi bir aşk macerasına kapılır ve o yörede meşhur bir keşişin kızına âşık olur. Fakat o keşiş kızı vermek istemez ve bir çok şartlar koşar. O da kabul eder ve bunlardan biri de keşişin domuz sürüsünü gütmektir. Günlerden birinde büyük bir sel olur, domuzları sel götürür, bir domuz yavrusunu kurtarmak için omuzuna alıp sudan geçerken bakar ki domuzun ayakları gerçekten omuzundadır ve hemen Abdulkadir Geylâni’nin sözünü hatırlayıp pişman olur. Tövbe eder, her şeyden vazgeçer kaçar ve o dağda kaybolur, bulunamaz. Böylece oranın adı Şeyh San’an Tepesi kalmış olur. Bu macera Feridü’ddin Attar tarafından “Mantıkut’Tayr” adlı mecazi aşk eserinde detayı ile hikâye edilmektedir.

Şimdi beni düşündüren Bediüzzaman’ın özellikle bu tepeye gelip de istikbale hitap etmesidir. Aklıma gelen ilk yorum; nasıl bu zat komünizmi sembolize eden domuz çobanlığını bıraktı ise, siz de komünizmi bırakacaksınız demektir ve hakikaten de bırakmışlardır. 

Etiketler: bediüzzaman, tiflis
Okunma Sayısı: 5707
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı