Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Erdoğan “AB yolu”na geri dönmeli

AB’nin Genişlemeden sorumlu yetkilisi Olli Rehn de dün Ankara’da “AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı var” diye konuştu.

Var ama nasıl bir Türkiye’ye? Demokratik özgürlüklerin, kişi hak ve özgürlüklerinin, azınlık haklarının, asker-sivil ilişkilerinin “Avrupa standartları”na uyduğu bir Türkiye’ye. Bush’un verdiği destek de Türkiye’nin böyle olacağı “varsayımı”ndan hareket ediyor. Oysa, Türkiye’nin cumhurbaşkanı, gerekçesi ne olursa olsun “hak ve özgürlüklerin kısıtlanabileceği”nden söz ediyor. Üç kuvvet komutanı, bir hafta içinde sırayla “siyaset” konuştular.

En son, Genelkurmay Başkanı, “koordine olduğu” izlenimini veren, aynı doğrultuda bir konuşma yaptı. Hem de “mesajları”nı, ülkenin Başbakanı’nın Beyaz Saray’da görüşme günüyle denk getirerek. Ankara, aslında Çankaya’nın Tayyip Erdoğ an’ın eline geçmesinin ve hatta mümkünse 2007 seçimlerinin Ak Parti tarafından kazanılmasının önlenmesi “savaşı”nı başlatmış vaziyette. Bırakın dış dünyayı, Türkiye’de aklı başındaki hiç kimse, konunun “münhasıran” irtica olduğunu düşünmüyor.

“İrtica” kavramı, yerine göre, Tayyip Erdoğan, Ak Parti, Ak Parti iktidarı ile eş anlamda kullanılıyor. Bir ülkede bu tür “iktidar mücadeleleri” olabilir. Bunda anlaşılmayacak, esrarengiz bir yan yok. Ama, böylesine yürütülen bu mücadele, Türkiye’nin AB perspektişerini tıkamak ve AB’de sayıları ve etkileri hiç küçümsenmeyecek “Türkiye karşıtları”na da bayram ettiriyor olmalı. Askerlerin haftada ortalama üç kez “iç siyaset” konuştuğu ve hükümete karşı Cumhurbaşkanı ile bir olarak kampanya yürüttüğü bir ülke, Güneydoğu Asya’da tuhaf karşılanmaz ama Avrupa Birliği için “olmazsa olmaz” nitelikteki “Kopenhag Kriterleri”ne uyum manzarası ortaya koyduğu da pek söylenemez. Güneydoğu Avrupa’da olması, Avrupa’da kabul görmüyor.

Nitekim, dünkü New York Times gazetesi, bu “irtica tehdidi” söylemine ilişkin haber yazısında, askerlerin devlet içinde İslamcı kadrolaşmadan rahatsız oldukları na ve iktidarın Türkiye’nin Avrupa Birliği hedefine karşılık İslamcı gündem peşinde bulundukları kuşkusu taşıdıklarına değindikten sonra, “Fakat bir çok Batılı gözlemci, ki buna Türkiye’nin adaylığını değerlendiren AB yetkilileri de dahil, askerleri İslamcılar kadar demokrasiye bir tehdit olarak görüyor.

Generaller, milliyetçiliğin tehlikeli bir biçimi teşvik etmekle, özgürlüklerin kı- sıtlanmasını savunmakla, Kürtleri ezmek niyetleriyle suçlanıyorlar” satırları na yer veriyor. Tayyip Erdoğan’ın AB’ye tepki babında ikide bir söylediği “Olmazsa Ankara kriterlerini uygular yolumuza devam ederiz” sözlerine ilişkin, “Öyle bir şey olmaz. O, Mamak kriterleri olur ve ilk iş olarak Tayyip Erdoğan’ı götürür” görüşümüzü birkaç vesile ile dile getirmiştik.

Gelinen noktada, Washington ve Londra dönüşü, Tayyip Erdoğan’ın yapacağı ilk iş, “Kopenhag Kriterleri’ne asılmak” ve kendi dar çevresinin dışına çıkarak, hasar verdiği “demokratik güçlerle ittifak” tazeleyecek politikaları canlandırmaktır. Hem kendi bekası hem de Türkiye’nin selameti için..

Bugün, 4.10.2006

Cengiz ÇANDAR

05.10.2006


 

Asıl kavga iktidar kavgası

Önce Büyükanıt’ın sorusuna bakalım. “Üst düzeyde laikliği yeniden tanımlamak isteyenler var. Her fırsatta Türk Silahlı Kuvvetleri’ne saldırı var. İnsanımızı çağdışı görünüme sokmak isteyenler var. Atatürkçülüğü sorgulayanlar var” diyor ve soruyor “Bunlar yok mu?”

Ardından cevabı kendisi veriyor, “Öyleyse irtica tehdidi vardır.”

Oysa aynı gerçeklik dünyanın birçok ülkesinde var. Demokrasinin ön koşulu bu. Sorgulamak, rahatsız olmak, devletin kurucularının koyduğu sınırlar içinde kendi doğrularını uygulamaya çalışmak.

Öyle olmasa, İsrail Meclisi kendi ordusunu yerden yere vurabilir miydi? Amerika’da insanlar kurucuların felsefesini sorgulayabilir miydi?

Düşünce ve ifade özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur ve her kurum bundan payını alır.

Burada aslolan AB sürecinde ordunun bu kilit rolünün zedelenmesi olasılığının verdiği rahatsızlıktır.

Büyükanıt’ın konuşmasının önemli bölümünün AB’yi doğrudan hedeflemesinin nedeni de budur.

Hollanda Genelkurmay Başkanı’nın 2-2.5 sene önce yaptığı bir konuşmayı gündeme getiren Büyükanıt’ın neden NATO toplantısında ortaya çıkan ve Türkiye’yi Kürdistan ve Ermenistan olarak parçalara ayıran Amerikan haritasını sorgulamadığı sorusunun cevabı da buradadır.

Türkiye’nin stratejik ortak dediği, NATO’da müttefiki olduğu Amerika’nın bölgeye ilişkin farklı politikaları olduğu bir gerçek.

Ancak ne meşruiyetini Washington’da arayan hükümet, ne de Cheney ile görüşmeye hazırlanan Genelkurmay Başkanı bu politikaları sorguluyor.

Çünkü asıl kavga Türkiye içindeki güç dağılımı kavgası.

AB bu kavgada şamar oğlanı.

Sabah, 4.10.2006

Ergun BABAHAN

05.10.2006


 

Komutan konuşmaları

Her yıl ekim ayının ilk yarısını okul açılışlarında yapılan zehir zemberek “irtica” açıklamaları ile geçirmeye alıştık artık. Alıştık alışmasına ve fazla önem vermemeye çalışıyoruz ama, konuşmaların harareti de yükseldikçe yükseliyor.

Önce Harp Okulları’nın açılışı vesilesiyle kuvvet komutanlarımızı dinliyoruz sırayla, arkadan Akademi’nin açılışında Genelkurmay Başkanı... Üniversite rektörleri de konuşmalarını hazırlamış açılışları bekliyorlardır, eminim. Yakında onların “irtica” feryatlarını da dinleriz. Bana bir yarış başladı gibi geliyor yıllar içinde... Kim daha yüksek sesle feryat edecek, en şiddetli, en öfkeli konuşmayı kim yapacak, gibilerden bir yarış... Bir Atatürkçülük yarışı...

***

Askerlerin politik içerikli açıklamalarını şimdiye kadar ilkesel açıdan eleştirdik hep. Siyaset üzerindeki askeri vesayetin göstergeleri olarak değerlendirdik. Silahlı Kuvvetler mensuplarının Meclis’in ya da Hükümetin yetki alanına girmemesini, kendi görev alanları içinde kalmasını istedik. Karşı çıkışın bu temelde oluşu yüzünden şimdiye kadar ciddi olarak içerik eleştirileri yapılmadı pek... Söylenenlerden çok, söylenip söylenmemesi üzerinde duruldu. Tabii bir de geleneklerimizden gelen “büyüğe saygı” tutumuyla bazı konulardaki cehaleti yüze vurmama inceliği vardı. Bu durum kimi konuşmacılarda aşırı bir özgüven oluşmasına yol açtı galiba... Ekonomiden eğitime, dış politikadan sosyal politikalara kadar her konuda uzman olduklarını zannetmeye başladılar. Ama sanıyorum artık buna da bir son vermek lazım. Madem ki konuşmaya devam ediyorlar, fikir mücadelesinin kurallarını da hazmetmeleri; herhangi bir özel saygı, özel dokunulmazlık beklememeleri lazım. Mesela, iki sivil tartışırken, biri Atatürkçülüğün kapitalizm karşıtlığı olduğunu söylerse, bir de “evrensel kapitalizm” gibi bir kavram icat ederse, üstüne üstlük hem kapitalizme karşı hem de AB’ye taraftar olduğunu söylerse, öbürü de ona cahil der...

***

Son hafta yapılan bütün bu konuşmaların büyük çoğunluğu, artık ne iç ne de dış çevrelerde ciddiye alınmayacak kadar içi boş tekerlemelere dönüşmüş durumda.

Bugün, 3.10.2006

Gülay GÖKTÜRK

05.10.2006


 

“Kurumsal Atatürk”

Türkiye gibi ülkelerde bir sorun çözülse, çözüm bekleyen sayısız sorun gündeme gelir. Ama bu sorunlardan (İç ve dış güvenlik dışında) hiçbiri, askerin görev ve yetki alanına giren sorunlar değildir.

O zaman neden hala geçmiş darbeler hatırlanıp, hala generallerin konuşmaları, farklı siyasi endişeler içinde izleniyor? Veya komuta kademesindeki bir değişiklik, ülkede sanki siyasi kadrolardaki değişiklikmiş gibi algılanıyor?

Bunu geleneksel devlet yapısındaki dengelere bakarak anlamaya çalışırsanız, yeni başbakan olan Celal Bayar’ın “ Benim yetkilerim ne “ sorusuna Atatürk’ün verdiği cevapta belki bulursunuz:

-Komutanların terfilerine tayinlerine ben karar veririm. Orduya karışma. Büyükelçileri ben belirlerim. Dış politikaya karışma. Valileri, polis müdürlerini ben tayin ederim. İçişlerine karışma. Gerisini bildiğin gibi yap.

Bu sorunun sorulduğu 1937’de Atatürk “ Kişi “ olarak vardı. Bugün ise bazıları “ Kurumsal Atatürk “ü mü temsil ediyor? Bu durumda seçilmiş siyasetçiler, bazı alanlarda yetkileri olan “ Politik taşeronlar “ konumunda mı? Veya gerginliğin temelinde “ Cumhurbaşkanını biz belirleriz. Gerisini sen bildiğin gibi yap “ söylemi mi var?

Sabah, 4.10.2006

Mehmet BARLAS

05.10.2006


 

Türkiye’de irtica var!

İrtica ne demek peki? İrtica toplumu geri götürmek demek. Örneğin devlet merkezli bir ekonomide ısrar etmek. Örneğin demokratik dönüşümü yavaşlatmak.

Türkiye’de düşünsel irtica yok mu?

O da var.

Gelelim aktif irticaya...

Mürteci, birtakım düşünceleri zihninde taşımakla kalmaz onları hayata geçirmeye çalışır. Örneğin Cumhuriyet’ten geri gidersek, siyasi irtica var demektir. Cumhuriyet’in 2006’da zenginleşme bakımından yegane nokta olduğunu varsayarsak, “tutuculuk” yapmış oluruz.

(...)

İrtica ne demek? Geriye gitmek. Bir arpa boyu ilerlememek.

İstanbul Üniversitesi rektörü “Bu vatanı bölmeye kimsenin gücü yetmez. Samimi olarak İslamiyet’i yaşayanlar başımızın tacıdır ancak Atatürkçülüğü veya İslamiyet’i siyasi amaçla menfaat sağlamak için kullanmak isteyenlere asla müsaade etmeyeceğiz” diye buyurmuş. Üniversitelerde son 10 yılda arpa boyu yol alınmadı. Yine açılışlar, yine siyasi mesajlar. Ankara’da öğrenciler yurt paralarını, İstanbul’dakiler üniversitedeki soruşturmaları protesto ededursun, kimsenin üniversite sorunlarıyla ilgilendiği yok.

Peki bu nedir?

Efendim? Yoksa irtica mı dediniz?

Sabah, 4.10.2006

Balçiçek PAMİR

05.10.2006


 

Prof. Şengör neyin uzmanı?

Harp Akademileri’nin yeni öğretim dönemindeki ilk dersi Prof. Celal Şengör vermiş. Kimdir Şengör? Jeoloji alanında son derece önemli bir isim. Yurtdışında ödüller kazandı.

Kamuoyu onu 1999’daki depremlerden sonra tanıdı. Prof. Şengör yıllardır özellikle İstanbul depremine dikkatimizi çekiyor. “Tedbir alın” diyor. “Deprem büyük yıkıma yol açacak” diyor.

Şengör’ün Harp Akademileri’ndeki ilk dersi verdiğini duyanlar, “İşte Silahlı Kuvvetler bir konuda daha öncülük ediyor” diye düşündüler: “Sivil yöneticiler deprem meselesine gereken önemi vermiyor. Asker ise ilk derse Prof. Şengör’ü davet ederek, deprem tehlikesinin altını bir kere daha çiziyor.”

Ama o da ne? Meğer Şengör uzmanlık dalıyla ilgili konuşmamış! Peki ne yapmış? Atatürk’ün eğitim anlayışını anlatmış.

(...)

Eminim esaslı bir konuşma yapmıştır hoca. Zaten sözlerinin bitiminde subaylar ve konuklar tarafından uzun uzun alkışlanmış.

Ancak benim anlamadığım bir nokta var. Harp Akademileri eğitim seviyesi gayet yüksek bir kurumdur. Uzmanlık esastır.

Peki o zaman uzmanlığı jeoloji olan bir hocaya niye Atatürk’ün eğitim felsefesi anlattırılıyor?

Sabah, 4.10.2006

Emre AKÖZ

05.10.2006


 

İlke ve inkılâplar doğrultusunda

20. yüzyıl boyunca, kim bilir kaç milyon kez, “Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda” klişesi, çınlayıp durdu nutuk ve demeçlerde.

Ve 21. yüzyıla girerken, bireylerin “yaşam kalitesi” açısından Türkiye’nin, 175 devlet arasında 95’inci sırada bulunduğu çıktı ortaya...

Yolsuzluk ve rüşvet kirlenmesinde ise baş sıralardaydı.

Silah alımlarında da 14’üncü sırada.

Milliyet, 4.10.2006

Çetin ALTAN

05.10.2006


 

Komutanları değil, 301’i sordular

(Brüksel’de yapılan) Toplantıdan önceki gece TÜSİAD’ın önde gelen isimleri, başta Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt olmak üzere komutanların art arda yaptıkları irtica uyarılarını değerlendirdi.

Amaçları ertesi sabah gerek yabancı gazetecilerden, gerekse toplantıyı izleyecek yabancılardan bu konuda gelebilecek sorulara en dengeli yanıtı verebilmekti.

Ancak, dünkü toplantılarda gündeme gelen sorular arasında komutanların konuşmaları yoktu. Dünkü toplantıda en çok üzerinde durulan konu Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301’ince maddesi ile Kıbrıs sorunu oldu.

Avrupa Parlamentosu Türkiye Karma Komitesi Eş Başkanı Joost Lagendijk, “TCK’nın 301’inci maddesi size savaş kaybettiriyor, kredinizi düşürüyor, kendi halkınızın mutluluğu için bu maddeyi kaldırın” çağrısı yaptı.

Hürriyet, 4.10.2006

Vahap MUNYAR

05.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004