Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 09 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Gündem Ağar

Bir süreden beri siyasi ortam DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ın yeni söylemi tarafından belirlenir hale geldi. Devlet mekanizmasının tüm derinliklerine vakıf, gerektiğinde yasadışı olaylarla ilgili sorumluluğu konusunda Meclis’e bile ‘posta koymuş’ birinden söz ediyoruz.

Böyle birinin üstelik geri adım atmayarak ve bu duruşunu olabildiğince sistemli hale getirerek Kürt meselesinde siyasetin önünü açacak çıkışlar yapması tabii ki göz ardı edilecek bir durum değil. Nitekim söz konusu çıkışı derin devlet içinde bir bölüm insanın ‘çözüm’ yanlısı bir arayış içine girdikleri şeklinde değerlendiren bazı Kürt çevreleri de gelişmeleri heyecanla izlemekte. Öte yandan ülkede özgürlüklerden yana bunca yıl tavır koymuş olanların kafasının iyice karıştığı söylenebilir... Kimin söylediğinden bağımsız olarak doğru siyasetleri desteklemekle, söyleyenden hareketle o siyasetin ne derece sahih olduğunu sorgulama arasında gidip gelen bir psikoloji bu... Ağar’ın çevresinde liberal isimlerin olduğunun bilinmesi bu kuşkuculuğu izole etmiyor, çünkü danışman kadroların bu ülkede konjonktürel kaldıraçlar olarak kullanıldığına çok tanık olundu.

Ancak neresinden bakarsanız bakın DYP Genel Başkanı hayırlı bir iş yapıyor, çünkü konuşulmakta zorlanılan bir konuyu normalleştirerek siyasetin alanına sokuyor. Bundan sonrası biraz da Kürtler adına siyaset yaptığını iddia edenlere düşmekte: Diyalog kanallarını açık tutmaları koşuluyla gerçek taleplerini seslendirmek ve karşı tarafın sesini dinlemek biraz da onların becerisiyle olacak. Ağar bu yolun açık olduğunun canlı kanıtı gibi. Ona gelen eleştiriler bile devletin Kürt meselesine yönelik bakışının iflas ettiğini ortaya koyuyor. Emekli generallerden biri geçenlerde şöyle demişti: “Böyle bir şeyi Ağar gibi ulusal değerlere önem veren, milli çıkarlarımızı her şeyin üzerinde tutan bir yapıda ülkenin menfaatlerini korumak adına bürokrat olarak yetişmiş bir insanın oy adına söylemiş olması insanı düşündürüyor.” Devlet siyasetinin iflasını gösteren şey, bu emekli generalin nihayet ‘düşünecek’ olması değil, alıntıda geçen ‘oy adına’ kelimeleri. İddia Ağar’ın salt oy almak için böyle davrandığı... Ne var ki Kürtler nihayette bu ülkede nüfus olarak azınlık. Eğer oy kaygısı geçerli ise bir siyasetçinin çoğunluğu ‘tavlamaya’ çalışması beklenmez mi? Ama ya çoğunluğun fikri de artık değişmiş ise ve yüksek sesle söylenmese de azınlığa haksızca davranılmış olduğuna ve bugünkü durumun devam edemeyeceğine dair bir yargı oluşmaya başlamışsa...

Buna karşılık söz konusu hayırlı hamlenin arkasında bir zihniyet değişikliği, demokratça bir yaklaşım aramak abes olur. İşin özünde Ağar’ın değişmek bir yana, aksine Türkiye’deki siyasi kültürü pekiştiren, tam da o kültür üzerinden nemalanan bir taktiksel arayış sergilediği açık. Türkiye çok uzun süredir sorunlarını ertelemeyi marifet sayan bir siyasi kültüre rehin düşmüş durumda. Çünkü Cumhuriyet yönetimlerinden hiçbiri toplumla ve gerçeklikle demokrasiyi temel alan bir yüzleşme cesaretine sahip olmadı. O cesaret bugün de yok... Ancak sorunların ertelenemeyeceği bir noktaya gelindi ve şimdi ‘vatanı kurtarmak’ bu sorunları her şeyden önce kabullenmeyi gerektiriyor. Bu noktada yapılan yanlışların sorumluluğunu sineye çekerek topluma yeni doğrultular sunacak olan siyasetçinin hiç olmazsa resmi ideoloji açısından ‘meşru’ biri olması herkes için rahatlatıcı olmaz mı? Ağar bugün bu yeni role soyunuyor... Ülkenin zor dönemecinde sorumluluktan kaçmayarak ‘vatanı kurtaran’ bir milliyetçi, ama aynı sayede devlet içinde yerini sağlamlaştırarak asker karşısında gerilemeden durabilen, güvenilir bir ‘sivil’... Siyaset devlete bırakıldığında, devletçilerin makbul siyasetçi haline gelmeleri şaşırtıcı değil.

Zaman, 8 Aralık 2006

Etyen MAHCUPYAN

09.12.2006


 

Siyaset hem vizyon, hem de cesaret gerektirir

Özünden yanlış olan bir düşünceyi yüksek sesle söylediğiniz zaman, bu düşünce doğru olmaz. Aynı şekilde toplumun da ülkenin de geleceğini olumsuz yönde etkileyecek bir tutumu “Önemli” kişiler desteklediği zaman, “Demek ki bu tutum doğruymuş” denilmez ki.

Sözünü ettiğimiz durumlar sade Türkiye için geçerli değil. Aynı durum ABD’de ve Avrupa ülkelerinde de söz konusu olabilir.

İşte görüyoruz. ABD Başkanı Bush, muhalefetteki Demokratların ve halkın büyük desteği ile Irak’a askeri müdahale kararı aldı. Ama şimdi harıl harıl “Nerede yanlış yaptık” ve “Bu açmazdan nasıl çıkabiliriz” sorularına cevap aranıyor.

Bu noktada “Ben demiştim” diye zamanında Irak’a müdahaleye karşı olanların haklı çıkmaları sorunu çözmeye yetmiyor. Çünkü “Güncel sorun” Irak’a müdahale değil artık. Güncel sorun, en az zararla, Irak’tan “Çıkış stratejisi”ni oluşturmak. Zamanı geriye döndürmek mümkün değil çünkü.

Keşke Irak’a müdahaleye karşı olanlar zamanında sadece “Hayır” demek yerine alternatif yollar da önerip, ülkelerinin yönetimine ufuk açsalardı. Örneğin “Saddam’ ı devirir ve Baas’ ı yok ederseniz, doğan boşluk sonunda Irak’ a kaos gelir” öngörüsü seslendirilebilirdi.. Bu öngörünün ışığında Saddam’ın yerine onun yardımcılarından birinin geçirilmesi alternatifi de tartışılabilirdi.

ALTERNATİFLER

Örneğin ABD Japonya’yı işgal ettikten sonra savaş suçlularını idam etti. Ama savaşın asıl suçlusu ve “Derin Japonya” demek olan İmparator Hirohito yerinde tutuldu. Onun desteği ile “Yeni Japonya” kuruldu.

Buna benzer durumlar, “Türkiye-Kıbrıs-AB” ilişkilerinin bugünkü ele alınış biçiminde de var.

Bazı Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye dönük tutumlarında vizyon eksikliği ve iç politikalara dayalı küçük hesaplar tabii ki var. Kıbrıs Rumları ise, AB’ye girmiş olmanın şımarıklığı ile, Avrupa ile Türkiye arasındaki bağları kopartabileceklerini sanma megalomanisi içindeler.

Ama aynı şekilde Türkiye de, 2006’da, 1974’ün şartlarına dayalı bir “Kıbrıs pozisyonu” izleyebileceği yanılgısına zaman zaman düşmekte. Düne kadar bir BM meselesi olan Kıbrıs’ın, şimdi bir AB meselesi de olduğunu görmekten kaçınmak, yanılgının özünü oluşturuyor.

YANILGILAR

Şimdi çözüm bekleyen sorun, Kıbrıs Rumlarının tanınması veya tanınmaması sorunu değil. Çünkü BM Kıbrıs Rumlarını tanımış durumda. Üstelik Kıbrıs Rumları AB’nin eşit haklara sahip bir üyesi. Şimdi sorun KKTC’nin varlığının güvence altına alınması ve Kıbrıs sorununun Türkiye’nin AB yolculuğunu ipotek altına almasının önüne geçilmesidir.

VİZYON VE CESARET

Güncel gerçek ise, apaçık ortada. Türkiye AB yolunda ilerlediği zaman, siyaset de, ekonomi de istikrarlı biçimde devam ediyor. Türkiye güçlendiği zaman, KKTC de bundan payını alıyor. İstikrarsız bir Türkiye’nin ise, ne kendi halkına, ne de Kıbrıslı Türklere bir yararı oluyor.

Bu gerçeklerin ışığında Türkiye’nin Kıbrıs’a ilişkin tutumunun “Dondurulmuş pozisyon” değil, “Yaratıcı politika” çizgisinde şekillenmesi şarttır. AB dönem başkanı Finlandiya’ya iletildiği söylenen ve “Bir yıl süre ile bir liman ve bir havaalanını Rumlara açabiliriz” içerikli olduğu ifade edilen Türk önerisi, hem vizyonsuz Avrupalıları aklın yoluna getirebilir, hem de Kıbrıslı Rumların kurdukları oyunu bu öneri bozabilir. Bu öneri karşılığında Magosa’ya ve Ercan Havaalanı’na dönük ambargo kalkmazsa, bundan hem Kıbrıs Rumları hem de AB sorumlu tutulabilir. Ve bu arada Türkiye’nin AB yolculuğu, iç ve dış olumlu yansımaları ile sürer. Bu süre boyunda da Kıbrıs için BM zemininde “Kalıcı çözüm” arayışları yeniden başlatılır.

Tabii ki Türkiye’de de, Kıbrıs Rum kesiminde de birileri açılmak istenen bu yeni sürece öfkelenecektir. Ama siyaset vizyon kadar cesaret de gerektirir. Dileriz Türkiye’de bu cesareti gösterebilecek kadrolar, siyasette de, diplomaside de, yanlışları yüksek sesle söyleyenlerden daha fazla etkili olur.

Sabah, 8 Aralık 2006

Mehmet BARLAS

09.12.2006


 

Sadece sabah yayınları mı RTÜK?

Defalarca yazdım... 19.00- 23.00 saatleri arası yani, “prime- time” tüm dünyada televizyonlarda aile saati. Bu saatler arasında çocuk izleyici sayısı çok fazla, “aile-çocuk” birlikte televizyon izleme çok fazla. Çocukların tek başına televizyona maruz kalma olasılıkları çok fazla. Çocuk deyince 4-12 yaş çocuğundan söz ediyoruz onu da söyleyeyim.

4 yaş altı çocuklar “beyin-el-ayakuyumsuzluğu ve höt dedi mi oturma” özellikleri nedeniyle, 12 yaş üstü çocuklar da biraz “dana” kıvamına geldikleri için bu yazının şimdilik kapsamı dışında... Ortada 4-12 yaş çocuğu olunca “aile saatinde” televizyonlar yayın içeriklerine bin kat daha fazla dikkat etmek zorunda... RTÜK gibi kurumlar da televizyonları denetlemek zorunda.

Niye? Çünkü tüm iletişim araştırmaları 4-12 yaş arasındaki çocuğun televizyonda maruz kaldığı şiddet, cinsellik ve olumsuz davranışlardan “sosyal olarak” öğrendiğini, çocuk psikolojisinin televizyondan doğrudan etkilendiğini gösteriyor. Örneğin “gavur” denilen ABD’de, parasız kanallarda “aile saatinde” çocukları korumak için bırakın “ahlaksız teklif” içeren dizileri, vurdu kırdıyı, bir öpüşme sahnesini bile görmeniz mümkün değil. Bizde ise sabah programlarında yaşanan açık pespayelikten daha fazlası biraz daha estetik kalitesi yüksek yapımlarla “prime time”da yaşanıyor.

Çocuklara her türlü töre cinayeti, mafya bağlantısı, silah kullanma, dayılanma, efelenme, seks, aldatma, ahlaksız teklif “prime time”da öğretiliyor. Şu andaki intihara, uyuşturucuya, şiddete, iki anahtara meyilli 18 yaşındaki gençler de yıllardır “özensiz prime time” yayıncılığının eseri... Geleceğin çocukları da bu yayıncılık anlayışıyla çok daha farklı davranış bozukluklarına sahip olacak. RTÜK artık bu gidişe de dur demeli. Hatta TBMM bu konuda “araştırmalar” yapıp çıkacak yeni yasalarda yeni yaptırımlar koymalı. Tabii ki “prime time”daki pespayeliği kanıtlamak daha zor olduğu için RTÜK bu konuda iletişim araştırmacılarıyla ortak çalışma yapıp kanıtları bilimsel yöntemlerle ortaya koymalı...

RTÜK çocukları korumak için çaba göstermezse bu suçtur. Her kim çocukları korumak için çaba göstermiyorsa suç işliyor demektir. TBMM de, hükümet de, Başbakan da... Gelecek “çocuğa yönelik işlenen” suçları cezasız bırakmaz, hesap sorar, emin olun... Diyeceksiniz ki “Niye sadece aile saatine dikkat?” Çünkü diğer saatler “ailenin” “çocuk saati”. Televizyonlar dikkatli olacak ama izlemeyi aile denetleyecek. Hatta sadece televizyonu mu, interneti, basını da kontrollü olarak çocuğa sunacak.(...)

Bugün, 8 Aralık 2006

Ali Atıf BİR

09.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004