Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

Sultanların yanında bir ilim sultanı: Ali Kuşçu



16 Aralık 1474: Yaşadığı asrın en büyük ilim ve fen adamı Ali Kuşçu'nun vefatı.

Birkaç ilim dalında mütehassıs olmuş tarih içindeki ender âlimlerden biri sayılan Ali Kuşçu'nun doğum tarihi tam olarak bilinemiyor. Tahminlere dayanan kayıtlara göre, 1403 senesinde Semerkant’ta (Türkistan) doğdu.

Babası Muhammed, Timur'un torunlarından Maveraünnehir Emiri Uluğ Beyin "Kuşçubaşı"sıydı. Kendisine "Kuşçu" lâkabının verilmesi de buradan, yani baba mesleğinden kaynaklanıyor.

Bir ilim âşığı

Ali Kuşçu, küçüklüğünde çok iyi bir eğitim gördü. Fıtratında var olan şiddetli merak saikasıyla da, ilmini kısa sürede geliştirme şansına sahip oldu.

En çok ilgi duyduğu ilim dalları arasında matematik ve astronomi başta geliyor. Bu şiddetli ilgi ve merakı sebebiyle, devrin en büyük âlimlerinden olan Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî gibi zâtlardan matematik ve astronomi dersi almaya yöneldi.

Ancak, bununla yetinmedi. İlmini daha da geliştirmeye devam etti. Bu maksatla Kirman şehrine gitti. Burada Kamerin Safhaları ile Şerh-i Tecrîd isimli eserleri kaleme aldı.

Semerkant ve Kirman'daki ilmî tahsil ve tâlimini tamamladıktan sonra, Emir Uluğ Beyin yardımcısı oldu. Aynı zamanda rasathaneye müdür sıfatıyla tayin edildi.

Rasathanede gece gündüz demeden çalışıyor, bu sahadaki ilmî keşif ve buluşlara yenilerini katmak için âzami gayret gösteriyordu.

Semerkant'taki Uluğ Bey Rasathanesi, bu dönem itibariyle dünyanın en gelişmiş, en donanımlı ve hayranlık uyandıran bir seviyeye gelmiş durumdaydı.

Dönüm noktası

Yaklaşık otuz sene müddetle astronomi sahasında çalışan Ali Kuşçu, 1949'da her şeyi bir tarafa bırakarak hacca gitmeye karar verdi. Bu davranışının sebebi, en olmayacak bir zamanda ve en olmayacak bir vukuatla, değerli hükümdarı Uluğ Beyin 1449'da öldürülmesiydi.

Ne yazık ki, büyük âlim ve kudretli bir hûkümdar olan Uluğ Bey, kendi öz oğlunun ihânetine uğramıştı.

Uluğ Beyin bir ihanete kurban gitmesi Ali Kuşçu'nun da dünyasını değiştirmeye sebebiyet verdi.

Bu fecî hadise, onu fazlasıyla sarstığı için, çoluk çocuğunu da alarak Tebriz'e göçtü. Burada, Akkoyunlu devletinin sultanı olan Uzun Hasan'ın yanına gitti ve bu kez onun hizmetinde çalışmaya başladı.

Uzun Hasan, Ali Kuşçu'ya çok büyük saygı gösteriyor ve ona aynı derecede itimat ediyordu. Öyle ki, Konstantiniye fatihi, Fatih Sultan Mehmed ile olan ihtilâfında bile Ali Kuşçu'dan aracılık rolü üstlenmesini istedi.

Ali Kuşçu, Sultan Fatih'in de kendini iyi yetiştirmiş bir mühendis ve bir ilim adamı olduğunu biliyordu.

Ali Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan'ın dileğini kırmayarak, İstanbul'a gitmek üzere yol hazırlıklarına başladı. Günün birinde yola çıktı ve Osmanlı'nın hükümet merkezi olan İstanbul'a geldi.

Padişahın huzuruna çıkan Ali Kuşçu, Sultan Fatih'ten de çok büyük iltifatlar gördü. Hem de, bugüne değin hiç görmediği kadarıyla...

Zira, kendisinden evvel, Sultan Fatih'e ilim sahasında şöhreti ve hatta eserleri gelmişti.

Haliyle, o da bu duruma hayret etti ve hayranlıkla karşıladı. Demek ki, Osmanlı Sultanı ilme, fenne pek büyük bir kıymet veriyordu.

İstanbul'da bir elçi bilgin

Ali Kuşçu, İstanbul'a Uzun Hasan'ın elçisi sıfatıyla gelmişti. Padişaha sebeb–i ziyaretini anlattı. Padişah da dinleyip bunları kayda geçirdi.

Ancak, Sultan Fatih, bilgin elçinin hemen Tebriz'e dönmesini istemedi. Ona şöyle bir teklifte bulundu: "Bir müddet İstanbul'da kalın. Rasathanemizi de görün. Bilginlerimizle müşterek çalışmalar yapın. Ayrıca, sahip olduğunuz ilmî vukufiyetle, medreselerinde tahsil -gören ilim heveslisi gençleri yetiştirmeye çalışın."

Ali Kuşçu, bu teklifi beklenmedik bir iltifat olarak kabul etti.

Her bakımdan kendini yetiştirmiş olarak gördüğü Sultan Fatih'in bu arzusunu bir nevi emir olarak telakki etti.

Ama, ahlâkve dürüst bir ilim adamı olduğu için, Sultan Fatih'e şu sözlerle mukabelede bulundu: “Hünkârım, izin verirlerse önce Tebriz'e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı'nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr dâvetini kabul etmeden önce, vazifemi iyi bir neticeye ulaştırdığımı, itimat ederek beni gönderen insana bildireyim.”

Fatih, Ali Kuşçu'nun bu yaklaşım tarzından da hoşnut oldu ve hatta takdirle karşıladı: Zira, hem yapılan dâveti reddetmiyor, hem de üzerine aldığı vazifenin hakkını vererek dürüst bir davranış sergiliyordu.

Bir müddet sonra geri dönen Ali Kuşçu, Sultan Fatih'e verdiği sözünü tuttu. Yaklaşık iki yıl sonra, ailesini de alarak Tebriz'den İstanbul'a doğru yola çıktı.

Osmanlı hududunda büyük bir ihtişam ile karşılanan Ali Kuşçu, aile efradıyla birlikte İstanbul'a getirildi.

İstanbul'da hemen ders vermeye başladı ve rasathaneyi de günden güne geliştirmeye azmetti.

Bu gayretlerini, vefat tarihi olan 1474'te kadar da aralıksız şekilde devam ettirdi. Mezarı Eyüp Sultandadır.

Eserleri

Matematik ve Astronomi

1- Risâle Fi'1 Fethiye (Fetih Risâlesi)

2- Şerhi Tici Uluğ Bey

3- Risâle-i Muhammediye (Cebir ve Hesap konularından bahseder)

4- Risâle-i fi'l Hey'e (Astronomi Risâlesi)

5- Risâle-i Hisap (Aritmetik Risâlesi)

6- Risâle-i Adudiye Unkud-üz zvehir fi Man-ül Cevahir (Mücevherlerin Dizilmesinde Görülen Salkım) Vaaz İstiara.

Kelâm ve Usul-i Fıkıh

1- Eş-Şerhu'I Cedid ale't-Tecrid

2- Haşiye ale't-Telvin

Dil ve Gramer

1- Şerhu'r-Risâlet-i-vaz'iyye

2- Risâle fi vazi'l-müfredat

3- Unkudü'z-Zevahir

4- Şerhuş-Şafiye li'bni I-Hacib

5- Fa'ide li-tahkiki lami't-târif

6- Risâle ma ene kultü

7- Tecrid'ül Kelâm (Sözün Tecridi)

16.12.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (15.12.2006) - Nesilleri yakan ateş

  (14.12.2006) - Şiş batırmalı tarîkat olmaz olsun

  (13.12.2006) - Bu fâniden bir Reyhanî geçti

  (12.12.2006) - Seksen yıllık ilericilik-gericilik trendi

  (11.12.2006) - Aydınların sorgulama cesareti

  (09.12.2006) - İstiklâl Harbinin "Sakallı Nureddin Paşa"sı

  (08.12.2006) - Sadâkat fukarası, köpek zengini bir toplum

  (07.12.2006) - Teneke düdükseverin zikir üzüntüsü

  (06.12.2006) - Teşkilât-ı Mahsusa yalancıları

  (05.12.2006) - Had bildirme refleksi

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004