12 Aralık 1925: Millet Meclisinde bir konuşma yapan Başbakan İsmet Paşa, son "gericilik olayları" hakkında geniş mâlumat verdi.
Paşa, kendince hepsi de tertip eseri olan hadiselerin büyük ölçüde bastırıldığını, suçluların en ağır şekilde cezalandırıldığını söyledi.
İsmet Paşanın bu konuşmasında kast ettiği gericilik olayları, başta "Şeyh Said hadisesi" olmak üzere, "şapka giyme mecburiyeti"ne karşı duyulan alerji ve rahatsızlık sebebiyle bir çok vilayette gösteriye dönüşen olaylardır.
O günün moda tabiriyle, şapka giyenler "ilerici", giymeyen veya giyilmesine karşı gelenler ise kesin olarak "gerici"dir; hatta yobaz ve mürtecidir.
Bu tuhaf damgacı modanın dinamik ömrü 25 yıl (1950'ye kadar) sürdü; statik ömrü ise, henüz yeni yeni doluyor.
Özellikle, son günlerde peşpeşe cesurâne açıklamalarda bulunan bazı aydınların "1925–50 arası" dönemi tarif ederken, bunun ilericilikten çok "gericiliğe tekabül ettiğini" söylemeleri, 80 yıllık ilericilik–gericilik modasının günümüz Türkiye'sinde yavaş yavaş tersine dönmeye başladığını gösteriyor.
Sertlik yanlısı hükûmet
11 Şubat 1925'te Şeyh Said hadisesi patlak verdiğinde, devlet yönetiminde Başbakan Fethi Okyar kabinesi vardı.
Bu kabine, hadisenin mümkün olduğunca fazla kan dökülmeden yatıştırılmasından yanaydı.
Ancak, o günkü Meclis çoğunluğu sertlik yanlısıydı ve âsilerin üzerine olabildiğince yıkıcı bir kuvvetle gidilmesini istiyordu.
Fethi Okyar ise, görüşülmekte olan "Takrir–i Sükûn Kànunu"na dayanılarak, özellikle Şark vilayetlerinde bir katliâma girişilmesinden korkuyordu ve böyle bir vebâlin altına girmek istemiyordu.
Muhalefetin başı konumundaki İsmet Paşa, Başbakan Fethi Beyi pasiflikle suçladı ve âdeta "Ben bu işi kökten bitirmeye hazırım" demeye getirdi.
Bu konuşmadan sonra, Meclis'te daha fazla itirazcı "çatlak sesler" duyulmaya başladı.
Fethi Okyar, bu itirazcı seslere dayanamayarak yeni bir "güvenoylaması"na gitme ihtiyacını duydu.
Meclis'teki güvenoylaması, 2 Mart günü yapıldı. Netice Fethi Beyin aleyhine oldu. Kabine, 60'a karşı 93 oyla güvensizlik aldı.
Aynı gün, hükümeti kurmakla İsmet Paşa görevlendirildi.
Yeni İsmet Paşa hükümeti, hemen iki gün içinde "Takrir–i Sükûn Kànunu"nu çıkarttırdı. Buna göre, hükümet iki sene müddetle olağanüstü yetkilerle donatılmış oldu. Sansür ve sürgün yetkisi de dahil olmak üzere...
Aynı hafta içinde, şapka giyilmesine şiddetle muhalefet eden Şeyh Said ve taraftarları üzerine ağır silâhlarla donatılmış birlikler gönderildi. Başta Diyarbakır olmak üzere Doğu vilayetlerinin birkaç yerinde ortalık kan revan oldu. On binlerce vatan evlâdı, bir hiç uğruna birbirini kırmaya, yekdiğerinin kanını dökmeye yönlendirildi.
Netice itibariyle, o günlerde hadiseler bir cihette yatışmış olmasına rağmen, açılan yara bir türlü kapanmadı; kanama halen de devam ediyor.
Diğer bölgelerde durum
1925 yılı Türkiye'sinde moda tabirler haline gelen "gericilik, irtica, yobaz" türü yaftalar, sadece Şeyh Said taraftarları ve Doğu vilayetlerdeki dindar vatandaşlar için kullanılmadı.
Aynı türden aşağılayıcı damgalar, ülkenin diğer bölgelerinde yaşayan ve özellikle şapkaya karşı çıkan sayısız derecedeki vatandaşlar için de kullanıldı.
İşte bunlardan resmî tarih (TTK) kayıtlarına da geçen sadece 20 günlük olaylardan birkaç misâl:
1) 14 Kasım: Sivas'ta "şapka inkılâbı"na karşı gerici ayaklanma. Elebaşı durumundaki İmamzade M. Necati, İstiklâl Mahkemesi tarafından idama, diğerleri ise çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.
2) 22 Kasım: Kayseri'de Mekkeli Ahmet Hamdi öncülüğünde şapkaya karşı gerici ayaklanma. Hadise İstiklâl Mahkemesine intikal ettirildi.
3) 24 Kasım: Erzurum'da, şapkaya karşı gelen gericilerin eylemleri sokak gösterisine dönüştü. Bu hadise sebebiyle 13 kişi idama mahkûm edildi.
4) 25 Kasım: Şapka Kànunu Meclis'te kabul edildi. Aynı gün, Rize'de bir gerici ayaklanması yaşandı. Hadisede elebaşılık yapan 8 kişi idam edildi. Diğerleri çeşitli cezalara çarptırıldı.
5) 27 Kasım: Maraş'ta şapka karşıtı gerici ayaklanma. Elebaşı durumundaki Şükrü ve Hasip adlı kişiler başta olmak üzere, birçok kişi idam edildi.
6) 4 Aralık: Giresun'da şapkaya muhalefet eden gerici gösteriler, ağır şekilde cezalandırıldı.
Not: Şapka giyilmesi ve bu yöndeki gelişmeler, ilgili kànun henüz çıkmadan başgöstermişti. Bu da, Anadolu'nun hemen her tarafında ciddî rahatsızlıklara yol açmıştı. Bu sebeple, yukarıda sıraladığımız olayların benzerleri Bursa ve Uşak gibi Batı Anadolu vilayetlerinde de yaşanmıştı.
FIKRA
Pinochet gitti, fıkrası kaldı yadigâr
Önceki gün ölen ve "Şili diktatörü" sıfatıyla tarihe geçen darbeci Augusto Pinochet'ye atfedilen "darbe ve turşu" başlıklı bir fıkra var.
Bu fıkra, Türkiye'de ilk kez "12 Eylül darbesi" döneminde yayınlanmış.
Ali Baransel'in Evren Paşa tarafından bütün basın ve yayın işlerinden sorumlu tutulduğu günlerden birinde bir gazetede çıkan ve bu ikiliyi karşı karşıya getiren fıkra şöyledir:
Şili diktatörü Pinochet'e sormuşlar: "Darbe yapmak mı daha zor, yoksa hıyar turşusu kurmak mı?"
Darbeci cevap vermiş: "Turşu kurmak daha zor. Çünkü, aynı boylarda bir sürü salatalık bulacaksın, suyunu hazırlayacaksın, sarımsak, sirke, limon, tuz gibi katkıları tam kıvamında koyacaksın. Vesaire... Ama, darbe yapmak için 'üç hıyar'ı yanyana getirmek yeterli."
Bu fıkranın fıkrası da şöyle: Kenan Paşa Baransel'e bu fıkrayı kızgınlıkla göstererek demiş: Nedir bu? Neden müdahale etmedin?"
Baransel karşılık vermiş: "Paşam, gördüğünüz gibi bu fıkrada 'beş hıyar' demiyor ki, 'üç hıyar' diyor. Dolayısıyla, fıkranın sizinle bir ilgisi yok."
Bunun üzerine, Evren Paşa "Doğru ya, bak bu ayrıntıyı yeni fark ettim" diyerek sakinleşmiş.
12.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|