Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

İyilik yapan ve iyi kullukta bulunanları işte Biz böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz o (İlyas), Bizim mü'min kullarımızdandı.

Sâffât Sûresi: 131-132

05.01.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Birbirinize kin beslemeyiniz, birbirinize sırt çevirmeyiniz, dünyalık için birbirinizle yarışa girmeyiniz. Ey Allah'ın kulları kardeş olunuz.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3852

05.01.2007


Ferec isteriz, fakat kâfirlerin kılıcıyla değil!

Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebîlerin bu hükümete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükümetin hakikî nokta-i istinadı ve kuvve-i mâneviyesinin membaı olan hamiyet-i İslâmiyeyi tehyiç etmekle şeâir-i İslâmiyenin bir derece ihyâsına ve bid’aların bir derece def’ine medar olacağı halde, neden şiddetle harp aleyhinde çıktın ve bu meselenin âsâyişle halledilmesini duâ ettin ve şiddetli bir surette mübtedi’lerin hükümetleri lehinde taraftar çıktın? Bu ise, dolayısıyla bid’alara tarafgirliktir.

Elcevap: Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz-fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid ecnebîlerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler.

Hem harp belâsı ise, hizmet-i Kur’âniyemize mühim bir zarardır. Bizim en fedakâr ve en kıymettar kardeşlerimizin ekserisi kırk beşten aşağı olduğundan, harp vasıtasıyla vazife-i kudsiye-i Kur’âniyeyi bırakıp askere gitmeye mecbur olacaktılar. Benim param olsa, hüsn-ü rızamla, böyle kıymettar kardeşlerimin herbirisini askerlikten kurtarmak için, bedel-i nakdiye bin lira kadar da olsa verirdim. Böyle yüzer kıymettar kardeşlerimizin hizmet-i Kur’âniye-i Nuriyeyi bırakıp maddî cihad topuzuna el atmakta, yüz bin lira kendi zararımızı hissediyordum. Hattâ Zekâi’nin bu iki sene askerliği, belki bin lira kadar mânevî faydasını kaybettirdi.

Her neyse... Kadîr-i Külli Şey, bir dakikada, bulutlarla dolmuş cevv-i havayı süpürüp temizleyerek semânın berrak yüzünde ziyadar güneşi gösterdiği gibi, bu zulümatlı ve rahmetsiz bulutları da izale edip hakaik-i şeriatı güneş gibi gösterir ve ucuz ve dağdağasız verebilir. Onun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satmasın. Baştakilerin başlarına akıl ve kalblerine iman versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir.

Lem’alar, 16. Lem’a, 3. Meraklı Suâl, s. 155

Lügatçe:

ferec: Ferahlık, sıkıntıdan kurtuluş.

sürur: Sevinç, neşe.

fütuhat: Fetihler, zaferler.

mütemerrid: İnatçı.

nokta-i istinad: Dayanak noktası.

hamiyet-i İslâmiye: İslâmı koruma, Müslümanlara sahip çıkma ve müdafaa etme gayreti.

tehyiç: Heyecanlandırma, coşturma.

şeâir-i İslâmiye: İslâmın sembolleri.

ihyâ: Diriltme, hayatlandırma, canlandırma.

bid’a: Dinin aslına uymayan âdet ve uygulamalar.

mübtedi’: Yeni. Acemi. Bid’a çıkaran.

vazife-i kudsiye-i Kur’âniye: Kur’ân’a ait kudsî vazife.

Kadîr-i Külli Şey: Her şeye gücü yeten Allah.

cevv-i hava: Hava boşluğu.

zulümat: Karanlık.

izale: Ortadan kaldırma, yok etme.

hakaik-i şeriat: Şeriatın hakikatleri.

Bediüzzaman Said NURSÎ

05.01.2007


Mahkemeler ve Bediüzzaman-2

“Bediüzzaman’ın akıllara hayret veren bir seciyesi” başlığı ile Ehl-i Sünnet mecmuâsının 15 Teşrin-i Evvel 948 tarihli nüshasında neşredilen makale, Ehl-i Sünnet gazetesi sahibi avukat bir zâta aittir:

“Ben Birinci Cihan Harbinde Bitlis mevkiinde yaralı olarak esir olurken, Bediüzzaman da o gün esir düşmüştü. O Sibirya’ya gönderilmiş, en büyük esirler kampında idi. Ben Bakü’nün Nangün adasında idim. Günün birinde esirleri teftişe gelen ve kampı gezerken Bediüzzaman’ın önünden geçen Nikola Nikolaviç’e, o hiç ehemmiyet vermiyor ve yerinden kımıldanmıyor. Başkumandanın nazar-ı dikkatini çekiyor. Tekrar bir bahane ile önünden geçiyor. Yine kımıldanmıyor. Üçüncü defasında önünde duruyor, tercüman vasıtasıyla aralarında şöyle bir muhavere geçiyor:

‘Beni tanımadılar mı?’

‘Evet, tanıdım. Nikola Nikolaviç, Çarın dayısıdır, Kafkas Cephesi Başkumandanıdır.’

‘O halde ne için hakaret ettiler?’

‘Hayır, affetsinler, ben kendilerine hakaret etmiş değilim. Ben mukaddesâtımın emrettiğini yaptım.’

‘Mukaddesat ne emrediyormuş?’

‘Ben Müslüman âlimiyim. Kalbimde iman vardır. Kendisinde iman olan bir şahıs, imanı olmayan şahıstan efdaldir. Ben ona kıyam etseydim, mukaddesatıma hürmetsizlik yapmış olurdum. Onun için ben kıyam etmedim.’

‘Şu halde, bana imansız demekle benim şahsımı, hem ordumu, hem de milletimi ve çarı tahkir etmiş oluyor. Derhal divan-ı harp kurulunda isticvab edilsin.’

“Bu emir üzerine divan-ı harp kuruluyor. Karargâhdaki Türk, Alman ve Avusturya zâbitleri, ayrı ayrı Bediüzzaman’a rica ederek Başkumandana tarziye vermesi için ısrar ediyorlar. Verdiği cevap bu oluyor:

‘Ben âhiret diyarına göçmek ve huzur-u Resûlullaha varmak istiyorum. Bana bir pasaport lâzımdır. Ben imanıma muhalif hareket edemem.’

“Buna karşı kimse sesini çıkarmıyor, neticeyi bekliyor. İsticvab bitiyor. Rus Çarını ve Rus ordusunu tahkir maddesinden idam kararını veriyorlar. Kararı infaz için gelen bir manga askerin başındaki subaya kemâl-i şetâretle, ‘Müsaade ediniz, on beş dakika vazifemi îfa edeyim’ diye abdest alıp iki rekât namaz kılarken, Nikola Nikolaviç geliyor, kendisine hitaben:

‘Beni affediniz. Sizin beni tahkir için bu hareketi yaptığınızı zannediyordum. Hakkınızda kanunî muamele yaptım. Fakat şimdi anlıyorum ki, siz bu hareketinizi imanınızdan alıyorsunuz ve mukaddesatın emirlerini îfa ediyorsunuz. Hükmünüz iptal edilmiş; dinî salâhatinizden (salihliğinizden) dolayı şâyân-ı takdirsiniz. Sizi rahatsız ettim, tekrar tekrar rica ediyorum, beni affediniz.’

“Bütün Müslümanlar için şâyân-ı misal olan bu salâbet-i diniye ve yüksek seciyeyi, arkadaşlarından bir yüzbaşı, müşahedesine müsteniden anlatıyordu. Bunu duydukça, ihtiyarsız olarak gözlerim yaşla doldu. (Abdurrahim)”5

25 Nisan 1935

Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya ve Jandarma Umum Kumandanı, askerî bir kıt’a ile Isparta’ya geliyor ve Bediüzzaman tevkif olunuyor.

Tevkif edilen Bediüzzaman ve 120 talebesi, muhakeme edilmek üzere Eskişehir’e götürülüyor.

Mahkemeye, “Bediüzzaman; gizli cemiyet kuruyor, rejim aleyhindedir, rejimin temel nizamlarını yıkıyor” gibi suçlamalarla ve kesinlikle idam edilmeleri direktifiyle dâvâ açılıyor.

Bediüzzaman hücre hapsinde tutularak ve çeşitli işkence ve zulümler yapılarak mahkeme ediliyor. Bu yapılanlara rağmen; Eskişehir hapsi süresince, 28., 29. ve 30. Lem’alarla 1. ve 2. Şuâları telif ediyor. Hapisteki birçok mahkûm ıslâh olarak dindar ve ahlâklı insanlar haline geliyor.

“Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış, resmen zapta geçmemiş ve müdafaâtımda dahi yazılmamış bir eski hâtırayı ve lâtif bir vâkıa-i müdafaayı beyan ediyorum.

“Orada benden sordular ki: ‘Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?’ Ben de dedim: ‘Mahkeme reisinden başka, daha sizler dünyaya gelmeden, ben, dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım isbat eder. Hulâsası şudur ki; o zaman, şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu, ben de tanelerini karıncalara verirdim; ekmeğimi onun suyu ile yerdim. İşitenler benden soruyordular, ben de derdim: ‘Bu karınca ve arı milletleri, cumhuriyetçidirler, o cumhuriyetperverliklerine hürmeten taneleri karıncalara verirdim.’

“Sonra dediler: ‘Sen, selef-i sâlihîne muhalefet ediyorsun?’ Cevaben diyordum: ‘Hulefa-i Râşidin; herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-i Ekber (ra), Aşere-i Mübeşşereye ve sahabe-i kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan, mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.’

“İşte, ey müdde-i umûmi ve mahkeme azaları! Elli seneden beri bende bulunan bir fikrin aksiyle beni ittiham ediyorsunuz.

“Eğer laik cumhuriyet soruyorsanız; ben biliyorum ki, laik mânâsı bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim. On senedir—şimdi yirmi sene oluyor—ki, hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesb ettiğini bilmiyorum. El-iyazü billah, eğer dinsizlik hesabına, îmanına ve ahiretine çalışanları mes’ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilâperva îlan ve ihtar ederim ki: Bin canım olsa, îmana ve ahiretime feda etmeye hazırım. Ne yaparsanız yapınız. Benim son sözüm Hasbünallahu ve ni’me’l-vekil olarak, siz beni îdam ve ağır ceza ile zulmen mahkûm etmenize mukabil derim: Ben, Risâle-i Nur’un keşf-i katîsi ile îdam olmuyorum, belki terhis edilip nur âlemine ve saadet âlemine gidiyorum. Ve sizi, ey dalalet hesabına bizi ezen bedbahtlar, îdam-ı ebedî ile ve daimî haps-i münferid ile mahkûm bildiğimden ve gördüğümden, tamamıyla intikamımı sizden alarak, kemal-i rahat-ı kalble teslim-i ruh etmeye hazırım. (Mevkuf Said Nursî).”6

19 Ağustos 1935 tarihinde sona eren Eskişehir Mahkemesinde Üstad Said Nursî’ye tesettür âyetinin tefsirinden dolayı 11 ay ceza verilmiştir.

Bu sonuçtan Bediüzzaman eserlerinde şöyle bahsetmektedir: “Eskişehir Mahkemesi, yüzer risâleleri ve mektupları dört ay tetkikten sonra, yalnız yüz yirmi adamdan on beş adama altışar ay ceza ve bana da, yüz risâleden yalnız bir iki risâlede on beş kelime ile, bir sene ceza verebildi. Tarikatçılık ve cemiyetçilik ve şapka meselelerinde beraat ettirdiler. Biz dahi o cezayı çektik.”7

Temyiz edilen mahkûmiyet kararının neticesi Temyiz’den gelmeden hapis müddeti tamamlandığı için Bediüzzaman 1936 senesinde tahliye ediliyor ve jandarma refaketinde Kastamonu’ya sevk ediliyor.

Kastamonu’da, karakol karşısında bir evde kalmış ve kaldığı yaklaşık 7 yıl içerisinde Isparta ve civarındaki talebelerine yazdığı mektuplar Kastamonu Lâhikası ismiyle yayınlanmıştır. Ayrıca 7. Şuâ olan Ayetü’l-Kübrâ da burada yazılmıştır.

Kastamonu’da kaldığı yıllarda vali olan Avni Doğan ve Mithat Altıok devamlı Bediüzzaman’ı takip ettirmiş ve rahat yüzü göstermemişlerdir. Mithat Altıok bir gün faaliyetini durdurmak, sindirmek, sarığına ve İslâmî kıyafetine dokunmak için, onu zorla vilayete getirtir. Bediüzzaman valinin odasına girer ve “Mithat! Sizin korktuğunuz ölümle bizim aramızda incecik bir perde vardır. O perdeyi de yırttık mı, daha hiçbir şeyden korkmayız. Kanunî muameleniz ne ise tatbik ediniz”8 der. Bunun üzerine hiçbir şey yapamayan vali, adamlarını çağırıp Bediüzzaman’ı evine götürmelerini söyler.

20 Eylül 1943

Bediüzzaman tevkif edilerek Ankara’ya sevk edilir. Arabaya binip giderken polislere hitaben, “O Mithat’a söyleyin, benim eski ve yeni yazı ile yazılı müdafaalarımı peşimden göndersin”9 der.

1944 Denizli Mahkemesi

Risâle-i Nur Külliyatında siyasî bir mevzu olup olmadığını tetkik için, birkaç memurdan müteşekkil bir ehl-i vukuf teşkil edilerek, müsadere edilen Nur Risâleleri ve mektuplar tetkike başlanınca, Bediüzzaman “Bu vukufsuz ehl-i vukuf, Risâle-i Nur’u tetkik edemez. Ankara’da yüksek, ilmî bir ehl-i vukuf teşkil ettirilsin, Avrupa’dan feylesoflar getirilsin; eğer onlar bir suç bulurlarsa, en ağır cezaya razıyım” der. Bunun üzerine Risâle-i Nur Külliyatı ve bütün mektuplar, Ankara’da profesörler ve yüksek alimlerden mürekkeb bir ehl-i vukufa satır satır tetkik ettirilir.

Ehl-i vukuf tarafından, “Bediüzzaman’ın siyasî bir faaliyeti yoktur. Onun mesleğinde cemiyetçilik ve tarîkatçilik mevcud değildir. Eserleri ilmî ve îmanîdir; Kur’ân’ın bir tefsiridir” diye rapor veriliyor. Mahkemeye verilişindeki ittihamlar, delilsiz ve ispatsız olduğu için, birtakım uydurma bahane ve tertiplerden ibaret olduğu anlaşılıyor.

—Devam edecek—

Dipnotlar:

5- Said Nursî, Şuâlar, 1994, Germany, s. 449-450

6- Tarihçe-i Hayat, s. 358

7- Şuâlar, s. 316

8- Şahiner, Necmeddin, Bilinmeyen Taraflarıyla B.S.N., 30. Baskı, s. 338-339

9- Age. 349

M. Fahri UTKAN

05.01.2007


İz peşinde...

Basın tam anlamıyla iz sürüyordu. Haber merkezlerinde “Said-i Nursi” birimleri oluşturulmuş, kıdemli polis muhabirleri Said Nursî’yi izlemekle görevlendirilmişti.

Bediüzzaman’ın izleyeni çoktu. Gazeteciler, polisler, Nurcular, politikacılar...

Demokrat Parti ile basın adamakıllı kavgaya tutuşmuştu. Gazeteciler yargılanıyor, mahkumiyet haberleri gazetelerin birinci sayfasından, onur savaşı havasında veriliyordu. Menderes, bir yandan İsmet Paşalı CHP ile, öbür taraftan basınla mücadele ediyordu; onlar da Menderes'le--hem de tüm güçleriyle.

Devir ilginç bir devirdi. Gazeteler, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin ikinci eşi Farah’la olan görkemli izdivacıyla birlikte, mahzun prenses Süreyya’nın hüzünlü vedasını yazıyordu. Farah ve Süreyya hüznün ve mutluluğun iki simgesi olmuşlardı adeta. Bediüzzaman haberleri ise, aksatılmadan günü gününe veriliyordu.

Hürriyet, 5 Ocak 1960:

“Said-i Nursi'ye Ankara’nın havası çok iyi geliyormuş.”

Cumhuriyet, 5 Ocak 1960:

“Said-i Nursi Ankara’da bir apartman kiraladı.”

Cumhuriyet gazetesi ev kiralanmasının ötesinde önemli bir noktayı yakalamıştı: “Daha uzun bir müddet Ankara'da ikamet etmek niyetinde olduğu anlaşılan Said-i Nursi, bugün her zaman olduğu gibi hadiseli ir şekilde Emek Mahallesinde bir apartman dairesi kiralamıştır.”

Hürriyet ise, o günü şöyle yansıtıyordu:

“Said-i Nursi’nin Zümrütevler’e taşındığını öğrenen mahalle sakinleri, apartmanın etrafını sarmışlardır. Bunun üzerine Said-i Nursi, apartmanın etrafını saran halkı evin penceresinden iki elini yana açmak suretiyle selâmlamıştır.”

Bediüzzaman’a evi, Ankara Merkez Vaizlerinden Said Özdemir kiralamıştı. Bu arada bir de iddia ortaya atılmıştı: Ankara Valisi Dilaver Argun'un emri üzerine Çankaya Kaymakamı Kemal Yılmaz'ın da Bediüzzaman'a ev kiralanması için yardımcı olduğu. Bu haber daha sonra yalanlanmıştı.

Bediüzzaman ise, sürgünlerde ve hapislerde geçen bir ömrün ardından, Ankara ile diyalog için her kapıyı zorluyor, hatta bir de ev kiralatıyordu. Ankara'ya daha çok zaman ayırma isteğinin bir ürünüydü bütün bunlar.

(Serdar Murat, Ankara Siyaseti ve Said Nursî, Y. Asya Neş., s. 37-38)

05.01.2007


NURDAN DUÂLAR

Ey bizi nimetleriyle

perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, membâlarını göster; ve bizi makarr-ı saltanatına celb et. Bizi bu çöllerde mahvettirme; bizi huzûruna al, bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zevâl ve teb'îd ile tâzib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu mutî raiyyetini başıboş bırakıp idâm etme.

Sözler, 10. Söz, 5. Sûret, s. 55

05.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004