Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

‘Emekli paşalar...’

Önce Karadağ’ın ‘ele geçiremediği dernekle’ ilgili haberden başlayalım: ‘Karadağ’ın ele geçiremeyince ayrıldığı Vatansever Kuvvetler Güçbirliği de, ‘vatan haini’ saydıkları gazeteci, aydın ve iş adamlarıyla mücadeleyi hedefliyordu.’

‘Derneği kuran emekli paşaların, ‘başına sabıkalı birini getirerek, mücadelede bu kişiyi ve suç işlemeye meyilli yandaşlarını kullanmayı’ hedefledikleri’ de belirtiliyor.

Sabıkalı birilerini arayan ‘emekli paşalar’...

Haberi veren Yeni Şafak gazetesi, ‘Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Derneği’ hakkında İçişleri Bakanlığı müffettişlerinin bir buçuk trilyonluk yolsuzluk yapıldığını vurgulayan bir rapor yazdıklarını da bildirmekte... Bu rapor yazıldığından bu yana bir buçuk yıl geçmiş ama hálá dava açılmamış.

Savcılar 301. maddenin peşinde koştukları için meşguller herhalde...

***

Şimdi gelelim şu ‘derneği ele geçiremeyen’ Karadağ’a.

Fikri Karadağ.

Paşa değil ama o da emekli albaymış.

Kuvayı Milliye Derneği’ni kurmuş..

Üyelere ‘silah üzerine’ ölme, öldürme yeminleri ettiriyormuş.

On üç bin beş yüz hain saptamış, onların listelerini yapmış..

Derneğin kuruluş bildirgesinde de, ‘bu uğurda kendisini feda edecek çok vatan evladı vardır’ ifadesi yer alıyormuş..

***

Fikri Karadağ’ın faaliyetleri bununla bitmiyor.

Dernek, daha sonra ‘Özel Büro’ adıyla yeni bir grup kurmuş.

Özel Büro’nun iki bin kişilik, motosikletli, coplu, suçla mücadele timi kurma hedefi varmış.

Bunlar gazetelerde yer alan haberler.

Marmara depreminde, insanlar yığıntıların altına doğru var güçleriyle bağırıyordu:

-Orada birisi var mı?

Bu haberleri okuyunca, insanın içinden gene canhıraş bir şekilde bağırmak geliyor:

-Heeey, orada bir savcı var mı?

***

Bu rezillik...

Bu çürüme...

Bu hukuk devletinin iflası...

Bu devlet parodisi...

Bütün bunları nasıl özetlemek lazım?

Bu işi galiba en iyi Daniele Ganser’in ‘NATO’nun Gizli Orduları’ adlı kitabı yapıyor.

***

Gelin, beraber okuyalım:

‘Türk gizli ordusu kontrgerilla, gizli NATO gölge orduları Batı Avrupa genelinde açığa çıkarıldıktan sonra da faaliyetlerini sürdürmeye devam etti.

Paramiliter birimler sistemin içine kanser gibi yayılmış ve öylesine derinden nüfuz etmişti ki, kolay kolay kapatılmaları mümkün olamayacaktı.’

Dünyada soğuk savaş bitti.

Sovyetler çöktü.

NATO strateji değiştirdi... Hedefini ‘demokrasileri korumak’ olarak yeniden düzenledi.

Ama Türkiye, dünya savaşının bitiminden habersiz Japon askeri gibi soğuk savaş mekanizmalarını beslemeye devam ediyor.

Devletin uzantısında öbek öbek paramiliter güce rastlıyoruz.

***

Sabıkalı arayan emekli paşaların kurduğu dernek...

Silah üzerine ‘ölmeye ve öldürmeye’ yemin ettiren emekli albayın kurduğu dernek.

Üstelik bunların tümü takip ediliyor.

Üstelik bunların tümünün faaliyeti gözleniyor.

Üstelik bunların tümünün ilişkileri, birbirleriyle irtibatları ortalıkta.

Ancak, hukuk devleti harekete geçmiyor.

Neden?

Devlet koruması olmadan bu insanların hukuktan kurtulmaları mümkün değil.

***

Sadece savcılara değil, bunları okuyan Adalet Bakanlığı’nın tüm bürokratlarına da dönüp seslenmek gerek:

-Heeey, orada kimse var mı?

Türkiye bu ‘paralel devlet’ rezaletine ne kadar daha tahammül edecek?

Gladio, asıl devletin yerini alıncaya kadar mı?

Eğer amaç buysa, dişinizi sıkın, az kaldı.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni emekli albay Fikri Karadağ’ın derneğine bağlarsınız.

Kurtlar Vadisi’nin Polat’ı da cumhurbaşkanı olur.

Motorlu coplular da tören kıtası.

Star, 11.2.2007

Mehmet ALTAN

12.02.2007


 

Demokratik faşizm

“Kendine özgü bir hukuk sistemi” içinde yaşıyoruz. Güvenlikten yargıya varan bir “İttihatçı” anlayış her fırsatta önümüze çıkıyor.

Şimdi Hrant Dink suikastinin azmettiricisi, bir MİT elemanının Yargıtay’daki dosyasını takip sözü verdiğini iddia ediyor.

İlk ağızdan “Yalan” diyebilir misiniz?

MİT’in üst düzey yetkililerinin dönemin Yargıtay Başkanı nezdinde bir çete reisinin dosyasını takip ettiğini hatırlarsanız, “Hayır.”

Veya yine dönemin MİT İstanbul Bölge Başkanı’nın televizyondan bir çete reisini yanaklarından öpmesini düşününce, “Olanaksız” der misiniz, yine “Hayır.”

“Yargı kesinlikle bu işlerin dışındadır” diyebilir misiniz peki?

Hrant Dink’in mahkumiyet süreci ile Yasin Hayal’e yapılan “pamuk prenses” muamelesine bakınca yine “Hayır.”

Peki “Polis teşkilatının bazı üyeleri bu olayın içindedir” denilse şaşırır mısınız, ağzınız açık kalır mı?

Bu ile atanan emniyet müdürünün geçmişine bakarsanız, örtbas edilen ihbar yazılarına bakarsanız yine”Hayır.”

JİTEM’in böyle işlere karışmadığını net ve kesin bir dille söyleyebilir misiniz?

Yeşil’leri, Ersever’leri aklınıza getirirseniz bu sorunun da yanıtı “Hayır”dır.

Peki siyasi partiler bunun kesinlikle dışında mıdır sizce?

Çoluk çocuk altı kişinin yaralandığı, çivilerle özel olarak imal edilmiş bombaya “maytap” diyen bir siyasi parti lideri varsa, bu başkanın koruması, il başkanı bu terör örgütü üyeleriyle içli dışlı çıkıyorsa yine “Hayır.”

Böyle bir ülkede can güvenliğiniz olduğunu iddia edebilir misin?

Emekli subayların silah üzerine yeminler ettikleri, Türk ana, babadan doğmayan herkesi düşman ilan edip binlerce kişilik listeler açıkladıkları bir ülkede kesinlikle “Hayır.”

Nedir bu?

Bu demokratik faşizmdir.

Ülkede görünüşte sandık vardır, yargı sistemi, güvenlik güçleri vardır.

Ama hepsi tek bir hedefe odaklanmıştır: İç düşmanı imha etmek.

Bu iç düşman her devirde değişir.

Zaman zaman komünizm, zaman zaman irtica, zaman zaman bölücülük olur.

Ama iç düşman kavramı ortadan kalkmaz.

Demokratik faşizmin yetersiz kaldığı durumlarda açık faşizmin devreye girdiği ve silahlı gücün yönetime bizzat el koyduğu da olur elbette.

Ama genelde farklı sesin, rengin 141’le, 163’le, 301’le cezalandırıldığı, susturulduğu bir düzendir bu.

Bakmayın siz lümpen gençler, yükselen milliyetçilik söylemlerine.

Gözümüzün önünde oynanan bir tiyatro var.

Gençlere düşmanlar gösterip imha ettiren bir anlayışın ipliğinin pazara çıkışını izliyoruz.

Yakın tarihin deşifresi aslında seyrettiğimiz.

Sabah, 11.2.2007

Ergun BABAHAN

12.02.2007


 

Sabah, 11.2.2007

Salih MEMECAN

12.02.2007


 

Türkiye’de TSK’ya rağmen ordu kurmak kimin haddine!

Artık şu kesinkes ortaya çıkmış durumda. Türkiye’bir kesim güya ülkenin tehlikede olduğu ve Atatürkçü rejimin değişeceği kaygısı ile “Orduya rağmen ordulaşma” gibi bir yapılanma içine girmişler.

Ölme ve öldürme yemini ediyorlar. Ölüm listeleri var. Kendi kitaplarına uymayan herkesi kolayca vatan hainliği giyotine oturtup kafa koparma hevesi içindeler. Şu cümleler onlara ait: “Saklı ya da aşikâr, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin özünü değiştirmeye yönelik tehdit teşkil eden faaliyetlerin halkımız ve henüz kadrolaşmamış devlet erklerince önlenmesi ve rejimin korunması reflekslerinin kararlılıkla ortaya konulması yaşamsal bir görev olmuştur şimdi. Gecikilmemelidir.” Ne demek “henüz kadrolaşmamış devlet erkleri!”? Bu adamlar devlete rağmen devletçilik oynuyorlar. Bunlar devlet kurup devlet yıkan komitacıların torunları. Çeteciler! Öldürmek için ne kadar da hevesliler. Haşa... Allah’ın insanlardan hesap sormasına bile fırsat bırakmak istemiyorlar. Bu yüzden derneklerinin girişlerine, kapılara, afişlere “Kuvayı milliyeciler mazlumun ahını ahirete bırakmaz” yazıyorlar. Bu işlerin çoğunun başında emekli rütbeliler olması Türk Ordusu’nun eğitim anlayışını yeniden gözden geçirmeyi gerektiriyor. Neden? Çünkü her emekli albay, paşa kendisine vatanı kurtarmak için bir ordu kurmaya kalkıyor da ondan! Şimdi... Şu silah üzerine ölme ve öldürme yemini ettiren emekli Albay Fikri Karadağ takımının bir ‘vatan hainleri listesi’ varmış. Bu liste EMASYA listesi olmasın! Vatan haini ha... Türkiye’de en kolay şeydir vatan haini olmak. Bu kafaya göre kategorize edeceksek ülkenin büyük çoğunluğu vatan haini. Kendileri azınlıkta kalırlar. Bakmayın siz öyle yemin metininde “Soyunda dönme olmayan Türk oğlu Türk” sözünün geçtiğine. Kim bilir belki de yukarıda kuklayı hareket ettiren eller Türk oğlu Türk değildir! Bu Emekli Albay Fikri Karadağ ile yakın ilişkisi olan hatta özel bürosunun başında bulunan kişi bir bilgi teknolojileri uzmanı. Bu şahsın yazı yazdığı www.stradigma.com adlı internet sitesinin sahipleri kimdir diye küçük bir araştırma yaptığınızda karşınıza “samast” soyadı çıkıveriyor. Registrant: FORSNET Bilgi Teknolojileri. Orhan-Yüksel SAMAST, orhan@forsnet. com.tr. Doğrusu şaşırmadım! Bu zatın, http://zihinkontrol. blogcu.com diye kendine ait de bir sitesi var. E.Albay Fikri Karadağ’ın sağ kolu ise Toplumsal Dönüşüm Yayınları’nın sahibi!

Bugün, 11.2.2007

Nuh GÖNÜLTAŞ

12.02.2007


 

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz?

Emekli bir kurmay albayın kurduğu bir derneğin çeşitli şehirlerde yandaşlarına silah üzerine “bu yolda ölmek de var öldürmek de” diye yemin ettirdiği böyle somut biçimde karşımıza dikilince; o derneğin yöneticilerinin “Elimizde şu kadar bin hainin listesi var, Kuvay-ı Milliye affetmez” türü ifadelerini okudukça, iki bin kişilik motosikletli, coplu suçla mücadele timi oluşturacakları açıklamalarını duydukça dehşet içinde kalıyorum.

Biz nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki, bir yanda hukukumuzu, idari yapımızı, ekonomimizi uygar dünyayla uyum haline getirmek için reform üzerine reform yaparken, bir yanda da birtakım komitacılar 87 yıl önceki İttihat Terakki geleneğini hortlatıp suikast timleri, sivil milis grupları oluşturuyor.

Bu nasıl bir devlettir ki, Kasım 2005’te kurulan Kuvayı Milliye Derneği’nin kuruluş bildirgesinde “Kuvayı Milliye tarafından Hıyaneti Vataniye Kanunu’nun zamanı geldiğinde yürürlüğe konulması için çalışılacaktır; 11 Kasım 1938’den bugüne kadar ihanet eden her şahıs, kurum ve kuruluş hesap verecektir” denildiği halde, bu dernek hakkında bir soruşturma açılmıyor, ihanet listeleri yapan bu dernek hâlâ faaliyet gösterebiliyor?

Bu nasıl bir güvenlik teşkilatıdır ki, Eski MİT’çi Mehmet Eymür’ün Danıştay saldırısından üç ay önce yaptığı “Kuvayı Milliye adı altında örgütlenen ulusalcı bir grubun teşkilat kurduğu; sansasyonel eylemlerde kullanmak üzere adam topladıkları” uyarısını dikkate alma gereği bile duymuyor. Bu uyarıdan üç ay sonra gerçekleşen Danıştay saldırısının kilit ismi olan Muzaffer Tekin’le, Kuvayi Milliye Derneği Başkanı Fikri Karadağ’ın yakın ilişkide olduklarını da görmezden geliyor. Ve bu nasıl bir hukuk devleti ki, bugün seyrettiğimiz o yemin töreni görüntüleri 16 Aralık 2006’da çekildiği halde ancak şimdi tedavüle sokuluyor. İki ay boyunca bu konuda herhangi bir yasal işlem yapılmıyor. O korkunç yemini ettiren başkan elini kolunu sallayarak ortalıkta dolaşıyor, dernek yerinde duruyor. Ne oluyorsa oluyor, iki ay sonra birileri “zamanının geldiğini” düşünüp elindeki görüntüleri piyasaya sürüyor, halk da böylece haberdar oluyor. Peki, acaba bugün birtakım gizli mahfillerde edilen korkunç yeminlerden, yapılan ölüm listelerinden, kurulan intikam timlerinden ve eylem planlarından da iki ay sonra mı haberdar olacağız? Birileri “zamanının geldiğini” düşündüğü vakit mi öğreneceğiz şu anda kimlerin başına çorap örüldüğünü?

Hadi devletin “derin”ini bir yana bırakalım... Derin olmayan, normal devletimize ne oldu bizim? Normal bir devletin en temel, en birinci görevinin vatandaşın can güvenliğini sağlamak olduğunu hiç mi hatırlamıyor? Ellerinde hain listeleriyle sivil milisler ortalıkta cirit atarken “Son Türk Devleti”nin elleri armut mu topluyor? Bir devlet lazımsa en çok böyle durumlar için lazım bu halka.

Bunu da yapamıyorsanız, ne diyeyim, verdiğimiz bütün vergiler gözünüze dizinize dursun.

Bugün, 11.2.2007

Gülay GÖKTÜRK

12.02.2007


 

Nokta dergisi editörü Alper Görmüş: Medya vicdansız

* Hrant Dink herkesin kabul ettiği gibi ırkçı ulusalcı bir iklimde öldürüldü. Bu iklimin oluşmasında medyanın payı ne oldu?

- Çok ciddi payı var. Bunu anlamak için Ogün Samatstların beyinlerine hangi bilgilerin, yorumların boca edildiğine bakmak lazım. Kartopu gibi büyüyen süreç Dink’in ‘Türkün kanı zehirlidir’ yazdığı iddiasıyla başladı. Oysa o bir mecazdı. Kürşat Bumin’in Said-i Nursi’den aktardığı gibi ‘Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşerse hakikate inkılap edermiş’. Samast gibilerin de, Türkçe problemi yaşayan hakimlerin de mecazı anlayamama-larını anlarım ama işi yazıyla, Türkçe’yle olanlarınkini anlayamam.

* Bunda medyanın yükselen ırkçı dalgayı köpürtmek isteği de etkili değil mi? Sonuçta Dink 2004’ten önce tanınan biri değildi ve medya Dink’e imalarla, ithamlarla yüklendi?

- Aynen. Burada tembellik sorunu da var. Yazarlar dahil hiç kimse yazılanları tam okumuyor ama üzerine yazı yazıyor. Mesela Vatan gazetesi başyazarı Güngör Mengi Dink’in öldürülmesinden birkaç gün sonra şöyle yazdı: ‘Bazı defterlerin açılması kıyamet gününü beklemez. Hrant Dink’in yazdıklarını deştikçe insanın ‘iyi ki öyle’ diyesi geliyor. Pek çoğumuz onu, içinde ‘Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan’ ifadesinin yer aldığı ve yargılandığı yazısı ile tanıdı. Oysa Dink Türklüğü tahkir ve tezyif suçu işlemediğini, hedefinin dışarıdaki Ermeniler olduğunu, onları uyardığını söylüyordu. Bu sözlerine inanan oldu, inanmayan oldu. Ama samimi olduğunu kanıtlayan 1 Kasım 2004 tarihli yazısını bulup yeniden okumak, ancak o uğursuz cinayetten sonra aklımıza geldi.’

* Bu bir itiraf!

- Evet! Aynı başyazar Dink’le ilgili önceki yazılarında alaycı bir dil kullanıyordu. Geniş kesime yönelen bu dilde aşağılama ve nefret var. Büyük basında Emin Çölaşan’ın yazıları vs. de böyleydi. Ulusalcı, faşizan medyayı saymıyorum bile. Sonuçta bu dalga toplumun çeperlerine yayıldı. İnternetin müptezel, saldırgan diline düştü.

* Bu nefret dilini kendini sol olarak tanımlayanlar da kullandı?

- İki örnek vereyim buna. Cüneyt Arcayürek ve Tuncay Özkan’ın Kanal Türk’te yaptığı programda kendi kulaklarımla duydum. Başkası anlatsaydı inanmazdım. Arcayürek ‘vatan haini’ ilan ettiklerine adeta dişlerinin arasından ‘Köpekler!’ diye tısladı. Özkan gülerek karşıladı ve şöyle söyledi: ‘Sevgili izleyiciler, geçen hafta ben de köpekler demiştim ama Panter Emel aradı beni ve ‘Köpeklere hakaret etme’ dedi. Haklıydı, artık köpeklere hakaret etmeyeceğim’.

* Diğer örnek neydi?

- 11 Ocak tarihli Cumhuriyet’te Nuri Kurtcebe Atatürk fotoğrafı çizmiş, yanına da şunu yazmış: ‘Allah’ın bize nasip ettiği o aslan parçası, o koca Mustafa Kemal’den rahatsız olanlar bizden değildir. Aramızda yaşamaya hakları yoktur’. Gazetelerde kullanılan bu dil aşağıya farklı yansır ve orada ‘Bu adam ortadan kaldırılmalıdır’a dönüşebilir.

Star, 11.2.2007

Konuşan: Fadime ÖZKAN

12.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004