Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Şüphesiz ki en son gidiş Rabbinedir. Güldüren de Odur, ağlatan da. Öldüren de Odur, dirilten de.

Necm Sûresi: 42-44

18.02.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kızlarınızı evlendirmek hususunda anneleriyle istişare ediniz.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 11

18.02.2007


Asayiş, kaplerde Allah korkusunun yer etmesiyle sağlanır

Dördüncü Söz’de izahı bulunan, her gün yirmi dört saat sermaye-i hayatı, Hâlıkımız bize ihsan ediyor; tâ ki, iki hayatımıza lâzım şeyler o sermaye ile alınsın. Biz kısacık hayat-ı dünyeviyeye yirmi üç saati sarf edip, beş farz namaza kâfi gelen bir saati, pek çok uzun olan hayat-ı uhreviyemize sarfetmezsek, ne kadar hilâf-ı akıl bir hata ve o hatanın cezası olarak hem kalbî, hem ruhî sıkıntıları çekmek ve o sıkıntılar yüzünden ahlâkını bozmak ve meyusâne hayatını geçirmek sebebiyle, değil terbiye almak, belki terbiyenin aksine gitmekle ne derece hasâret ederiz, kıyas edilsin.

Eğer, bir saati beş farz namaza sarf etsek, o halde hapis ve musibet müddetinin herbir saati, bazan bir gün ibadet; ve fâni bir saati, bâki saatler hükmüne geçebilmesi ve kalbî ve ruhî meyusiyet ve sıkıntıların kısmen zevâl bulması ve hapse sebebiyet veren hatalara kefâreten affettirmesi ve hapsin hikmeti olan terbiyeyi alması ne derece kârlı bir imtihan, bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün...

Dördüncü Söz’de denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı için bin adam iştirak etmiş bir piyango kumarına yirmi dört lirasından beş on lirayı veren ve yirmi dörtten birisini ebedî bir mücevherat hazinesinin biletine vermeyen, halbuki dünyevî piyangoda o bin lirayı kazanmak ihtimali binden birdir; çünkü bin hissedar daha var ve uhrevî mukadderat-ı beşer piyangosunda, hüsn-ü hâtimeye mazhar ehl-i iman için kazanç ihtimali binden dokuz yüz doksan dokuz olduğuna yüz yirmi dört bin enbiyanın ona dair ihbarını keşifle tasdik eden evliyadan ve asfiyadan had ve hesaba gelmez sâdık muhbirler haber verdikleri halde, evvelki piyangoya koşmak, ikincisinden kaçmak ne derece maslahata muhalif düşer, mukayese edilsin.

Bu meselede hapishane müdürleri ve sergardiyanları ve belki memleketin idare müdebbirleri ve asayiş muhafızları, Risale-i Nur’un bu dersinden memnun olmaları gerektir. Çünkü bin mütedeyyin ve Cehennem hapsini her vakit tahattur eden adamların idare ve inzibatı, on namazsız ve itikatsız, yalnız dünyevî hapsi düşünen ve haram-helâl bilmeyen ve kısmen serseriliğe alışan adamlardan daha kolay olduğu çok tecrübelerle görülmüş.

Şuâlar, s. 176

Lügatçe:

sermaye-i hayat: Hayat sermayesi.

Hâlık: Yaratıcı.

hayat-ı dünyeviye: Dünya hayatı

hayat-ı uhreviye: Ahiret hayatı.

hilâf-ı akıl: Akla ters.

meyusâne: Üzülerek.

uhrevî: Ahiretle ilgili, ahirete ait.

mukadderat-ı beşer: İnsanlar hakkında Cenab-ı Hakk’ın olmasını takdir ettiği hadiseler.

hüsn-ü hâtime: Güzel son, akibet.

enbiya: Peygamberler.

sergardiyan: Baş gardiyan.

tahattur: Hatırlama.

Bediüzzaman Said NURSÍ

18.02.2007


21. yüzyılda Risâle-i Nur’u tekrar okumak

“Dünle beraber gitti, düne ait ne varsa

cancağızım. Bugün yeni şeyler söylemek lâzım”

Böyle diyor Mevlânâ Celâleddin-i Rumî. Bütün hakikat sahibi din âlimlerinde olduğu gibi Mevlânâ da söylediği gibi yaşıyor. Yaşamadığını yazmıyor. Yüzyıllar sonra bile okunan eserleriyle, “Fîhi Mafih”i ile, ama özellikle “Mesnevî”siyle yeni bir şeyler söylemenin ne demek olduğunu bizzat yaşayarak göstermiş oluyor. Zaten “Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol” diyen de yine Hz. Mevlânâ.

Bediüzzaman Said Nursî de 20. yüzyılın başında bir din âlimi olarak “artık yeni şeyler söylemek lâzım” geldiğini fark ediyor. “Eski hal muhal,” diyor, “ya yeni hal, veya izmihlâl”1 diye sesleniyor. Bediüzzaman da tıpkı Mevlânâ gibi samimî ve hakikatli bir din âlimi olduğunu gösteriyor. Ve belki en önemlisi her ikisi de “yeni şeyler” söylerken, kendilerinden “yeni şeyler” söylemiyorlar. Çünkü her ikisi de Kelâm-ı Ezelî’den ilham alarak söylüyorlar. O zaman anlıyorum ki “yeni şeyler” söylemekten Mevlânâ’nın, “yeni hal”den Bediüzzamanın kastı Kur’ân’ı “yeniden söylemek”, “yeniden okumak”, Kur’ân’a “yeniden muhatap olabilmek”... Bazılarının anladığı ve anlatmaya çalıştığı gibi tamamen yeni şeyler söylemek değil.

Ama 20. yüzyılda yeni bir şeyler söylemenin çok daha zor olduğunu hemen belirtelim. Çünkü o kadar çok hadise ve gelişme yaşanmış ki bu yüzyılda. İlber Ortaylı’nın son zamanlardaki popüler kitabı “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” ifadesinden ilham alarak bu yüzyıl için “insanlığın en uzun yüzyıl”ı desek yeridir. İki dünya savaşı, komünizm, bilimsel gelişmeler vs... 20. yüzyıl’da “yeni şeyler” söyleyecek olan kişinin bütün bunları dikkate alarak söylemesi gerekiyor.

Neyse ki Bediüzzaman “Risâle-i Nur” ile 20. yüzyılda bile yeni şeyler söyleyebiliyor. Yeni şeyler söylemeyi başarabiliyor. Çünkü yine Risâle-i Nurda geçen enfes ifadeyle söyleyecek olursak “Zaman ihtiyarlandıkça Kur’ân gençleşiyor...”2 Risâle-i Nur “Kurân’ın hakikî bir tefsiri”3 olarak “Yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği tevhid ve iman esası üzerinde işliyor”4 Tam da burada Bediüzzaman’ın neden Risâle-i Nurları yazarken tevhîd-i kıble ettiğini, yani yönünü sadece Kur’ân’a çevirdiğini daha iyi anlıyor insan. Hakikaten de Kur’ân’dan başka hangi kitap, hangi söz 20. yüzyıldaki insanlığın problemlerine çare sunabilirdi ki... Başka hangi kelâmda Kur’ân’ın genişliği var, başka hangi kelâm “Ezelî ve Ebedî” bir Zat’a ait?

Evet, zaman sür’atle akıp geçiyor. Yıllar, onyıllara, onyıllar yüzyıllara hatta binyıllara dönüşüyor. 20. yüzyıl bile gelip geçti insanlık tarihinden. “Artık yeni şeyler söylemek lâzım”. Bunu yaparken yine Kur’ân’dan ve Risâle-i Nur’dan da ilham almamız gerekiyor. Çünkü Risâle-i Nur kıyamete kadar insanları aydınlatacak kadar geniş ve derinlikli bir Kur’ân aynası. Görünen o ki 21. yüzyılın sorunlarına da bu iki kaynaktan çareler sunabiliriz.

Evet! Risâle-i Nur’a az çok muhatap olan insanlar olarak artık önümüzde 21. yüzyıl var. Değişen değer yargılarını, ahlâk kavramını, düşünce sistemini yeniden okumak boynumuzun borcu. Ve bunlara dair yeni şeyler söylemek lâzım;

Meselâ, komünizm çökmüş olabilir. Ama iman-küfür mücadelesinin kıyamete kadar süreceği bir gerçek. Öyleyse, küfrün, dalâletin sadece komünizmden ibaret olmadığını iyi anlamak lâzım.

Meselâ ruhsuz ve insana tam anlamıyla materyalist bir açıdan yaklaşan kapitalizmin dindar insanlar arasında bile yaygınlaşma eğilimi gösterdiğini görmek lâzım. Ve Bediüzzaman’ın başka hiçbir asırdaşının yapmadığı bir biçimde “İktisat Risâlesi” yazmasının sebebini yeniden sorgulamak lâzım. Hayatı boyunca paraya ve güce endeksli hiçbir organizasyona dahil olmamasının, bir de, bu açıdan irdelenmesi lâzım.

Meselâ, Batı dünyasını etkileyen post-modernizmi ve bunun sosyal hayata nasıl ilginç bir biçimde yansıdığını iyi algılamak gerekiyor. İdealleri olmayan, gününü gün etmenin dışında bir amacı olmayan, kendi çıkarlarından başka hiçbir değer yargısı kabul etmeyen bir hayat anlayışının Müslümanlar arasında da etkili olduğunu görmek gerekiyor. Buna Risâle-i Nur tarzı bir hizmet metodunun ancak karşı çıkabileceğini anlatmak gerekiyor.

Meselâ, 20. yüzyılda ateizm-komünizm gibi açıktan Allah’ı inkâr (inkâr-ı ulûhiyet) gibi sorunlara bedel, 21. yüzyılda daha ziyade ahlâksızlık sorununun ön plana çıkacağı anlaşılıyor. Çoğu kimsenin açıktan Allah’ı inkâr etmemesine, hatta birçoklarının inandığını ifade etmesine karşılık, ahlâksızlığın-günahın yaygınlaştığına maalesef şahit oluyoruz.

İşte Risâle-i Nur’un “İman-küfür Muvazeneleri” ve “Gençlik Rehberi” gibi eserlerini asıl bu ahlâksızlık-günah sorununun çözümüne yönelik olarak tekrar okumak gerekiyor. Bilhassa Risâle-i Nur’da sıkça geçen “günahın bu dünyada dahi insana elem vermesini” hatta “günahın kendisinin elem”5 olduğunu bir şekilde insanlara tekrar anlatmak gerekiyor. Risâle-i Nurdaki “takva” kavramına yapılan vurgunun, birtek günahtan kaçınmanın “yüzer vacip işlemek gibi”6 olduğunu anlatan “takva” tanımlamasının da yine bu eksende tekrar gündeme gelmesi gerekiyor.

Meselâ...

Uzun lâfın kısası “... madem ömür kısadır, madem gayet lüzumlu vazifeler–hâlâ–pek çoktur”7, ve madem 21. yüzyılda da “gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş.”8 Öyle ise bu Kurân ve iman hizmetinde hiç vakit kaybetmeden, “malayani şeylerle vaktimizi telef”9 etmeden daha çok çalışmak ve gayret etmek gerekiyor.

Dipnotlar:

1- Münâzarât

2- Tuluat ve Lemeat

3- 1. Şuâ

4- Tarihçe-i Hayat

5- 13. Söz, 17. Lem’a ve daha pek çok yerde benzer ifadeler geçiyor.

6- Kastamonu Lâhikası

7- 16. Mektub

8- 21. Lem’a

9- 16. Mektub

Ahmet Tahir UÇKUN

18.02.2007


Aslanın rızkı

Ebu Muhammed eş-Şenbekî anlatıyor:

Bir gün Allah dostlarından Ebu Bekir el-Betaihî’nin önünde büyük bir aslanın yanaklarını toprağa sürterek bir şeyler anlattığını gördüm. el-Betaihî de ona hareketleriyle sanki cevap veriyor gibi yapıyordu. Koca bir aslan ve bir veli! Konuşuyordu! Ürperdim.

Aslan az sonra Irak’ın Hemmamiye köyüne doğru yürüyüp gitti.

Aslan gidince el-Betaihî’ye yaklaşıp selâm verdim ve aslanın ne dediğini sordum.

El-Betaihî bana şunları söyledi:

“Aslan bana dedi ki: ‘Üç günden beri açım. Bu gece duâ edip Allah’tan rızık istedim. Bana: ‘Rızkın Hemmamiye köyünde bir inektir. Onu kapıp yiyeceksin. Fakat bu kolay olmayacak. Başına bir iş gelecek.’ Dendi. Ey Allah dostu! Ben rızkımı ararken benim başıma ne iş gelecek?’ dedi.

Ben de Allah’ın izniyle açılan bir perdeden Levh-i Mahfuz’a baktım. Aslanın başına ne geleceği bana malûm oldu. Aslana dedim ki:

“Sen ineği kapıp götüreceksin. Fakat on bir kişi senin peşine düşecek. Sen üç kişiyi yaralayacaksın. Onlar da seni sağ yanağından yaralayacaklar. O üç kişi ölecekler. Ama sen rızkına ulaşacaksın.”

Ardından gördüğün gibi, aslan Hemmamiye köyüne doğru hırlayıp, gürleyip, kükreyip gitti.

Ben şaşırıp kalmıştım. Bu anlatılanları yerinde görmek için acele edip Hemmamiye köyüne gittim. Baktım ki, ben varmadan aslan köye girmiş ve ineği kapıp kaçmış. İneğin sahipleri aslanın peşine düşmüşler. Ortalık savaş alanına dönmüş. Aslan onlardan üç kişiyi yaralayarak ineği parçalamış. Kendisi de yaralanmış ama sonuçta ineği yemeyi başarmış. O üç kişi de ölmüş.

Geri dönüp El-Betaihî’nin yanına geldim. Olanlardan El-Betaihî’yi sorumlu tutarcasına, yüzüne baktım. El-Betaihî:

“Ey Şenbeki! Bu kadar kanın dökülmesine elbette razı olmazdım. Fakat Levh-i Mahfuzda olay böyle yazılıydı!” dedi.

(Es-Serrac)

Süleyman KÖSMENE

18.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004