Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Dizi Yazı

Mustafa ÖZCAN

Kongo'da bir bayram sabahı

Dünden devam

17 Aralık tarihinde yola çıkmıştık. Bize göre bayram 20'sindeydi ve en azından vardığımızda bu hesaba göre iki günümüz vardı. Bununla birlikte, evdeki hesap çarşıya uymadı. Kurban Bayramının orada birgün evvelden karşılanabileceğini de aslında gözardı etmemiştik. Ayrıca, kurban misyonuyla geldiğimizden bir takım ön işlemler için gün ve saat farkı ve tasarrufu çok önemliydi. Bunun bilincinde ve farkında idik. Bayramdan önce varmamız ve bir takım temaslarda bulunmamız gerekirdi. Bununla birlikte, giderken oradaki partnerimizle alâkalı geniş bir fikrimiz yoktu. Sadece bir arkadaş telefonla Abdullah Mangala'yı anlattı. Abdullah Mangala önce sihirli bir isim gibi geldi bana. Robinson'un Cum'a'sı ve Mandrake'nin Abdullah'ı. Mangala hem Mandrake hem de Mandela'yı çağrıştırıyordu.

Biz bayrama iki gün kalarak varacağımızı umduğumuz Kongo'ya ihtilâf-ı metali yüzünden veya oranın başka ülkelere uyması yüzünden arefe günü varmıştık. Vaktimiz gayet sınırlı ve kısıtlı idi. Kongo'daki Şafak Okulu yetkililerinden bir arkadaşla havaalanında ayak üstü sohbetimiz sırasında büyükbaş hayvanların 800 ile 1000 dolar arasında olduğunu öğrenmiştik. Ama bu rakamlar teyid edilmemiş kaba rakamlardı. Daha sonra bu rakamların çok izafi olduğunu öğrenecek ve görecektik. İki şey bizi rahatlattı. Birincisi, merkezde İHH'daki arkadaşların ihmal etmeden önceden Abdullah Mangala ve ekibine bizim isimlerimizi ulaştırması idi. Eğer bu olmasaydı Kinşasa Havaalanından nasıl çıkacağımızı bilemiyorum. İkincisi de, yine Türk okulunda çalışan arkadaşlarla karşılaşmamızdı. Bu da söylendiği gibi tesadüfün olmadığı bir dünyada mutlu bir tevafuktu. Yoksa aksilikler sürer giderdi. Yolculuğumuz zaten 24 saat sürdüğünden ve uykumuzu alamadığımızdan dolayı aslında bitap vaziyetteydik. Ayrıca İstanbul'dan benimle gelen bir soğuk algınlığı vardı. Öksürüğüm dinmiyordu.

SEFALETİN ORTASINDAKİ KONFOR

Havaalanından kurtulduktan sonra sıra ikametgâh bulmaya gelmişti. Havaalanından şehre geldik ve akşamımız bir otel odası bulmakla geçti. Ancak birisinde kendimize yer bulabildik. Nisbeten fiyatlı olmasına rağmen daha iyisi yoktu. Kongo'daki bu durum İmam-ı Gazali'nin deyimiyle 'leyse bi'l imkân ahsanu mimma kâne' deyiminin ifade ettiği gibiydi. Veya başka bir tabirle 'bundan iyisi Şam'da kayısı'ydı. Başımızı sokabilecek bir otel bulabilmiş olmaktan dolayı çok sevinçliydik. Otel, radyo-televizyon binasının yanındaydı. Çevresi itibarıyla gerçekten de çok güzeldi. Otel'de Avrupa kıt'asında gibiydik. Dışarının sefaleti ile içerinin konforu birbiriyle çelişki arz ediyordu. Banyomuz ve sıcak suyumuz vardı. Bu Kongo şartlarında mükemmel bir imkân. Hatta daha sonra bize katılacak olan arkadaşlar burada fotoğraf çektirmekten imtina ediyorlardı. Teberru sahiplerine yanlış bir izlenim aktarmaktan, görüntü vermekten çekiniyorlardı. Kafamızı yastığa koyduğumuz anda uykuya dalmamız bir olmuştu. Zannederim 12 saat deliksiz bir uyku uyuduk.

Zihnim beni aldatmıyorsa veya yanıltmıyorsa akşam Abdullah Mangala ve yardımcısı Musa Reşidi gelmişlerdi. Onlara alacağımız hayvan miktarını ve evsafını tebliğ ettik ve bunun karşılığında alınmış veya alınması gereken kurbanlar karşılığı getirdiğimiz parayı söyledik ve kendilerine bu miktarı imza karşılığı tebliğ ettik.

MERCEDES TARLASI

Arefe günü de havaalanından tahliye olmak ve otel odası bulmakla geçmişti. Zaten yorgunduk ve bunun neticesinde kendimizi uykuya kaptırmıştık. Sabahleyin saat 8 sularında İslâm Cemiyeti'nden Şaban isimli arkadaş geldi. Namaz vaktinin saat 8 ile 9 arasında olduğu söyleniyordu. Havaalanından gelirken büyük bir stadyum görmüştük ve bayram namazının bu stadyumda kılınacağı söylenmişti. Gerçekten de stadyumda kılındı ama stadyumun dışında. Sandığımız kadar da cemaat yoktu. Stadyumun dışında önsıralarda erkekler toplanmıştı. Arkada ise bayanlar ve kız çocukları vardı. Başını sıkıca örtmüş olan Kongolu küçük kızlar görmeye değerdi. Manzara göz yaşartıcı idi. İnsanlar saf saf olarak namaza geliyorlardı. Aralarında Pakistanlı simalar da vardı. Bunların kim olduğunu sorduk. Tebliğ cemaatine mensup kişiler olduğunu öğrendik. Özellikle de tebliğ cemaati doğu bölgelerinde faal imiş. Kılık, kıyafet ve tavırlarından menşe'leri belliydi. Onların dışında yine Hind alt kıt'ası orjinli veya menşe'li simalar vardı. Arapları pek göremedik. Türkler ise tam kadro oradaydı. Büyükelçi Engin Oba, Türkiye'ye dönmeden evvel daima bu tür faaliyetlere katılırmış. Millî Görüş'ten de arkadaşlar vardı. Biz onları onlar da bizi görmüşlerdi. Namazdan sonra tanışacağımızı umut ettik. Ama o gün nedense hem Nairobi'deki Millî Görüş tişörtü giymiş arkadaşla ve hem de Kinşasa'da bayram namazından sonra Millî Görüş'ten arkadaşlarla görüşmek kısmet olmuyor. O gün sabahleyin Abdullah Mangala, Mercedes marka bir araçla stadyuma gelmişti. Çok ilginç, Kongo dünyanın en fakir ülkelerinden birisi. Ama bu fakirlikle mütenasip olmayan bir şekilde bol Mercedes var. Ve bunun dışında Kinşasa'da büyük bir trafik sorunu var. Mercedes oranı beni şaşırtmıştı ve askerin bolluğu gibi anormal bir durumun habercisi. Yolsuzluk ve servet dağılımında adaletsizliğin bir habercisi. Bu bir dengesizlik göstergesiydi. Bir ülkede ne kadar çok Mercedes veya güvenlikçi varsa o ülkede işler o oranda kötü gidiyor demektir. Orantısızlık, dengesizlik meselesini gösteriyor. Tatminsiz bir toplumun (ceş'a) göstergelerinden birisi Mercedes gibi konforlu araçlardır. Arnavutluk da komünizmden kurtulduktan sonra Mercedes tarlası haline gelmişti, istilâsına sahne olmuştu. Bu bir manevî açlık ve doyumsuzluk göstergesiydi. Aynısı Kongo'da da yaşanıyor. Zaten komünizmden kurtulduktan sonra Arnavutluk Avrupa'nın Afrika'sı olarak nitelendiriliyordu. Refah yaygınlaştıkça Mercedes oranı da aynı nisbette azalıyor.

KONGO'DA BAYRAM

Bayramda lâtif bir hava vardı. Ama bunun yanında bir de burukluk gözleniyor. Bu galiba Kongolu Müslümanların yalnızlığı ve bikesliği idi. Ya da daha açık tabirle yetimliği. Bunun gölgesi bayrama da vurmuştu.

Saat 9 sularında bayram namazını eda ettik. Sonra da Abdullah Mangala, Arapça bir hutbe irad etti ve hocalardan birisi de Kinşasa ve çevresinde konuşulan Lingala diline tercüme etti. Abdullah Mangala konuşması sırasında bizlere ve Türkiye'den gelen yardımlara ve yardım ekiplerine de temas etti. Bu sevindirici bir durumdu. Bu temastan dolayı biraz da mahçup olmuştuk doğrusu. Namaz bittikten sonra alanda biraz kaldık. Bir miktar para bozdurduk ve bu parayı bayram harçlığı olarak stadyumdaki insanlara dağıtmaya başladık. Aslında yaptığımız bu durum tehlikeli bir işti. Ama yaşlı kadınları ve biçare insanları görünce dayanamadık. Ama böyle yerlerde para dağıtmak gayet tehlikeli. Zira insanlar birden çevrenizi kaplıyorlar. Ve ortam ana baba gününe dönüyor. Paraları Şaban vasıtasıyla dağıtıyorduk.

SÖMÜRGECİLİĞİN SONUÇLARI

Beyaz insan aslında Afrika'ya sömürgecilik getirmiş. Amerika ve Avustralya kıt'alarına ise tamamen yıkım getirmiş. Afrika kıt'asının yerlileri sömürgecilik neticesinde kendi ülkesinde sömürge olurken Kunta Kinte olarak da Kuzey Amerika'ya esir olarak gitmişler veya götürülmüşler. Beyaz insan Kuzey Amerika'yı Kızılderililerden veya yerlilerden arındırırken Avustralya'da da aborjinler (köklenenler veya köksüzler) için aynı şeyleri yapmışlar. Afrika kıt'asını ise Avustralya ve Amerika gibi kalıcı olarak yerleşemediği ve oraları vatan edinemediği için sadece sömürmüş ve sömürge yapmış. Afrika'nın iklim şartları da Avustralya veya Amerika kıt'ası gibi olsaymış belki de beyaz adam kalıcı olarak yerleşerek, burasını da vatan haline getirerek yerlilerin soyunu kuruturmuş. Nitekim Güney Afrika'da böyle bir deneme olmuşsa da tam olarak tutmamıştır. Fransızların Cezayir denemesi de böyleydi. Fransızlar burada kalıcı yerleşim birimleri kurmuşlardı. Ama neticede, Güney Afrika, Avustralya gibi yapılamamıştır. Batılılar yerleştikleri ülkelerin nesillerini kurutmuşlardır. Natives denilen yerlilerin de kökünü kurutmuşlardır. Beyaz adam yerliler için kırmızı kükürt veya nitrat asit gibidir. Bu bağlamda, Güney Afrika ile ABD arasında fark sorulsa galiba şöyle söylenebilir: Güney Afrika ırkçı azınlık rejimi iken ABD ırkçı çoğunluk rejimidir. En azından 1960'lara kadar. 1960'lı yıllarda ABD'de zahiren biten ırkçılık görünmez bir biçimde devam etmektedir. İsrail ise dinci ırkçı bir rejimdir.

Devam edecek

Mustafa ÖZCAN

14.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (13.01.2008) - Afrika Müslümanları sahipsiz

  (12.01.2008) - Sömürgeye karşı Panafrikanizm

  (11.01.2008) - Katliâmın sorumlusu Fransızlar

  (10.01.2008) - Afrika'da İslâmın derin izleri var

  (09.01.2008) - Afrika'nın kanlı elmasları

  (08.01.2008) - Afrika keşfedilmeyi bekleyen bir kıt'a

  (04.01.2008) - Bir babanın yürek yangınları

  (03.01.2008) - Bir babanın yürek yangınları

  (15.12.2007) - İttihadı sağlayan güçleri ihtilâller parçaladı

  (14.12.2007) - Mevlid programlarındaki İttihad-ı İslâm manzaraları

 

 Son Dakika Haberleri