Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Dizi Yazı

Mustafa ÖZCAN

Afrika keşfedilmeyi bekleyen bir kıt'a

Kongo'da aynen Niyala-Hartum örneğinde olduğu gibi Kinşasa ile eyaletler arasında kara yolu bulunmuyordu. Yani semadan yol var, ama ormanlar içinde hâlâ yol yoktu. Bu itibarla kim ne derse desin Afrika hâlâ balta girmemiş ormanlarla dolu. Keşfedilmeyi bekleyen bir kıt'a.

Yolculuk öncesi tevafuklar zinciri refikimiz oluyor. Hayatta hiçbir şey tesadüf değil. Önemli olan bunları görebilmek veya görebilecek kadar şanslı ve hazlı olabilmek. Benim Kongo seferim de böyle başladı. Tevafuklar zinciri içinde gittim ve geldim. 2007 sonlarında ikinci büyük Afrika seferine çıktım. En fazla ziyaret ettiğim kıt'a Avrupa ve Afrika. Henüz Amerika kıt'asına ayak basma şansını elde edebilmiş değilim. Birinci Afrika seferi daha büyük ve daha geniş zaman dilimine yayılmıştı. Neredeyse Afrika Boynuzu ülkelerinin tamamını kapsamıştı. Dört kişi yola çıktığımız halde ancak iki kişiyle Türkiye'ye avdet edebilmiştik. İki kişi yollarda dökülmüştü. Bu defa iki kişi gittik tam parça olarak döndük.

Öncelikli olarak birinci ziyaretle ikinci ziyaret arasında bir mukayese yapmak ve aradaki simetrileri veya tevafukları bulmak gerekiyor. İşin ilginç yanı ikinci büyük seferde uğradığımız güzargâh birinci seferin güzergâhına genelde uyuyordu. Birinci sefere de Kahire'den başlamıştık. Sonra Sudan'a gittik ve Sudan üzerinden Cibuti ve oradan da Somali'ye intikal ettik. Somali'de bir müddet kaldıktan sona geri dönüş güzergâhı olarak Nairobi'yi belirledik ve o güzergâh üzerinden döndük. Dönüşte Sudan, Cidde yolunu kullanarak İstanbul'a vasıl olduk.

Birinci seferle ikinci sefer arasındaki benzerlikler şunlar: Birincisine 1992 yılının son ayında başladık. Aralık ayı boyunca Afrika'da idik. Ama gezimiz Ocak ayına da sarktı ve bizim Fahri bu yolculuğun meyvası oldu. Bundan dolayı Hasan Sutay gibi arkadaşlar ona 'Som Ali' adını verdiler. Bu defa da yine Aralık ayında yola çıkmıştık. Bundan daha enteresanı yola çıkacağımız 16 Aralık'ı 17 Aralık'a bağlayan gece televizyon başındaydım. El Cezire Kanalı'nı seyrediyordum ve ilginç bir şekilde Kongo hakkında bir belgesel yayındaydı. Kongo'yu bağımsızlığa ulaştıran ve Kongo'nun adeta Simon de Bovier'i olan Lumumba'nın Belçika ve Mobutu muvazaasıyla yakalanışı ve derdest edilişi vardı ekranlarda.

Lumumba'nın vahşi bir şekilde öldürülüşü Afrika için bir gönül hicranı ve yarasıdır. Sanki görünmeyen bir el Kongo gezimiz öncesinde bize Kongo belgeseli izletti. Bu kadarla da kalsa iyi. Eski pasaportumu değiştirmiş ve ilk gezimizi İHH ile Ramazan'da Lübnan'a yapmış idik. Aynı pasaportla ikinci gezimi de Kongo'ya yapıyordum. Lübnan ile Kongo arasında ilginç bağ sanki bizim pasaportumuza da tecelli etmişti. Kongo'daki en büyük yabancı topluluklardan birisi Hindular ise ikincisi de şüphesiz Lübnan asıllılar. Lübnan asıllıların Şiî oldukları söyleniyordu. Ama Kinşaşa'da arkadaşlarla uğradığımız ve yemek yediğimiz Lübnan lokantasının ortaklarından birisi hiç de Şiî'ye benzemiyordu. Sıkı bir Saddamcıydı. 'Saddam gitti, Irak bitti' diyenlerdendi. Reşid Caddesinde de lokantası varmış. Tabiî eskiden. 'Seni oradan gözüm ısırıyor' dedi. Ben de 'belki de' diye mukabele ettim. Pasaportumda bile tevafuk vardı. Ailecek medeni halimizde de yine ilk ziyaret öncesi durumdaydı. Bunlar gezinin esrarıydı. Yolculuğa çıkmadan önce hiç hazırlık yapamadım. Zamanla yarışıyor ama zamana yeniliyordum. Gerçekten de hiç zamanım yoktu. 'Başımı kaşıyacak zamanım yok' derler ya benim de ziyaret öncesi durumum böyle idi. Bundan dolayı Kongo ile pek ilgilenemedim. Ancak geçen yıl hasbel kader bu ülkeye gitmiş bir arkadaş telefon etti ve bana Abdullah Mangala'nın faziletlerini sayıp döktü.

Muhammed Yasir Düzcan'la ancak havaalanında karşılaştık. Üzerimde epey ısmarlama görev vardı ve onları bitirmek günlerimi aldı. Yarım yamalak bitirdiğimde ise neredeyse havaalanına geç kalmıştım. Muhammed Yasir Düzcan arıyor ben de yolda olduğumu söylüyordum. Netice ucu ucuna işlemlere ve uçağa yetişiyoruz. Elimde gayet küçük bir bavul var. Orada görevlinin iğfaline aldanıyorum ve bavulu yanıma almak yerine bagaja veriyorum. Bu kararım yol boyunca pişman olacağım kararlardan birisi oluyor. Görevli uçağın gövdesinde yer olmayabileceğini ondan dolayı bagaja vermemin daha doğru olacağını söylüyor. Beni yanlış yönlendirmesinden dolayı yol boyunca içten içe kendisine kızıyorum. Yolculuğumuzu altüst ediyor. Belki o bavulu bagaja vermemiş olsaydım yanımda taşısaydım yolculuğumuz çok daha rahat ve parlak geçecekti. Küçücük bavulumun akibeti ve Yellow Card dedikleri sarı kart gezimi altüst edecekti. Yeşil Kart bazıları için hayatın ta kendisi ise sarı kart da benim için yolculuğumun kâbusu oluyor. Ama her şey yerli yerinde olsaydı belki de yolculuk bu kadar zevkli ve renkli geçmeyecekti. Ebette renkli geçti ama yıpratıcı da oldu.

DERİN YOLCULUK

Google Earth programı belki de balta girmemiş ormanları gösteriyor olabilir. Bilemiyorum. Ama gittiğimiz yerde yani Kongo'da aynen Niyala-Hartum örneğinde olduğu gibi Kinşasa ile eyaletler arasında kara yolu bulunmuyordu. Yani semadan yol var ama ormanlar içinde hâlâ yol yoktu. Bu itibarla kim ne derse desin Afrika hâlâ balta girmemiş ormanlarla dolu. Keşfedilmeyi bekleyen bir kıt'a. 15 yıl önce de dört kafadar arkadaşla birlikte Afrika'da derin bir yolculuğa çıkmıştık. Epey meşakkatli ve onun ötesinde maceralı ve eğlenceli bir yolculuk olmuştu. Her menzilde benzini biten bir araca benziyorduk. Dolayısıyla bazen araç bizi, bazen de biz aracımızı taşıma noktasındaydık. Birinci geziden amacımız 1991 yılında Siad Barre'nin yıkılmasından sonra 'başarısız devlet' statüsüne düşen (failed state) Somali'deki Tük birliğini ziyaret etmekti. O sıralarda Türk birliğinin başına Çevik Bir'in geçeceğinden bahsediliyor ve basında epey reklâmı yapılıyordu. 5 sene sonra başka bir ortamda ve surette Türkiye'de karşımıza çıkacağını nereden bilebilirdik. Ama o dönemden aklımda kalan şey, Çevik Bir'in göreviyle mütenasip olmayan bir şekilde bazı basın yayın organları tarafından mübalâğalı bir şekilde önplana çıkarılması ve övülmesiydi. Çok parlatılmıştı. Belki de 4 yıldızlı bir Kemal Derviş olmasındandı. Belki de kendisini cumhurbaşkanlığı için adaylığını koymaya iten de bu ilişkiler yumağı veya ağıydı.

O zaman da biz yola yanlış çıkmıştık. Somali gezisinin güzergâhını harita üzerinden belirlemiştik. Arkadaşlardan bazıları Hartum'dan ayarlayacağımız uçakların hayallerine kapılmışlardı. Önce Mısır'a gittik ve ardından Sudan'a vasıl olduk. Sudan'ın havası o günlerde gayet iyiydi. Sudan'ın güneyini kuzeyini gezdik ve bu da bizim bu ülkede çok eğlenmemize yol açtı. 'İlk göz ağrısı' dedikleri gibi ben ilk gittiğim ve gördüğüm Sudan'ı çok sevmiştim. Ardından birçok defa gittim ama o hazzı bir daha yakalayamadım. O dönemlerde her şey güzel ve bakirdi. Niyetler daha temizdi. Biz de halkın içindeydik. Sudan'dan sonra Cibuti'ye gittik. Ama her gittiğimiz yerde benzin takviyesi yapıyorduk.Ya da yakıt ikmali yapıyorduk. Cibuti'de de sıfırı tükettikten sonra bir pır pır Rus uçağıyla Mogadişu'nun toprak havaalanında yolculuğumuz son bulmuştu.

KAHİRE'DE SİFTAH YAPIYORUZ

Kahire denilince aklıma zor iklim şartları gelir. Birkaç defa kum fırtınasına şahit olmuştuk. Hava kasvetli ve nefes alınabilir gibi değildi. Her açıdan Kahire'nin boğucu bir havası vardır. Hem fizikî hem de sosyolojik. Bu boğuculuk isminden başlar. Piramitlerin yapılması az kasvetli bir iş midir? Belki de binlerce işçi ve sehere denilen ırgatlar telef oldular. Fustat yerine Cevher Sakli bu şehrin temellerini atarken ona kin sıfatı eklemeyi de ihmal etmemişti. Düşmanlarını yani Bağdatı kahredici şehir Kahire. Kim ne derse desin Kahire oldum olası zor bir şehir olmuştur. Nasır döneminde bu şehrin havasını solumuş Türk talebeleri bazı talebelerin yaka-paça tabir edilen şekilde pijamalarıyla derdest edildikten sona ülke dışına atıldıklarını hatırlarlar.

İki saata yakın veya geçkin bir yolculuktan sonra Kahire'ye vardık. Ama inanılmaz bir bürokrasi var. Transit yolcu olduğumuz halde havaalanında pasaportlarımızı aldılar ve bize vermiyorlar. Tam üç yer dolaştık. Ve tuvalet görevlilerinden nakil araçlarının şoförlerine kadar herkes sizden bir şeyler bekliyor. Türk parası verebileceğimi söylüyorum ama convertible değil. Yanaşmıyorlar. Havaalanına indikten sonra bizi transit kabinine alıyorlar. On beş yirmi kişiyi alabilecek bir yer. Burada nisyana terk ediliyoruz. Bunun üzerine görevlileri teyakkuza dâvet ediyoruz. Neyse bizi alıyorlar ve daha büyük transit yolcu salonuna götürüyorlar. Burası da kasvetli bir yer. Daha doğrusu burasını dönüş yolculuğumuzda keşfediyoruz. Sonra bizi bir müddet sonra Kenya Havayolları'nın uçağına binmek üzere başka bir kabine götürüyorlar. Havaalanında hep büyük otobüslerde iki kişi turlayıp duruyoruz. Giderken para sızdırmak isteyen bir Mısırlı görevli bagaja verdiğimiz çantaları isteyip istemediğimizi soruyor. Biz de onları Kinşaşa'da almak üzere verdiğimizi söylüyoruz. Bu teklif bizi oldukça şaşırtıyor. Manidar geliyor. Para versek kimbilir neler yapacağız! Artık son transit yolcu salonundayız. Pasaportlarımızı alarak bizi alanda serbest bırakıyorlar. Unutmadan söyleyeyim göz açıp kapayıncaya kadar birisi işgüzarlık yaparak pasaportumuza transit yolcu damgası vurmuş bile. Bereket böyle bir şeyle dönüşte karşılaşmıyoruz. Galiba Türkiye'deki pasaport harçlarının nasıl astronomik rakamlarda dolaştığından haberleri yok.

Muhammed Yasir aç ve sandviç yeyip, çay içmek istiyor. Ama alandaki kafedeki yiyecek ve içecekler adeta ateş pahası. Nairobi için epey vaktimiz var. Biz de alanda volta atıyoruz. Önce namazlarımızı kılalım diyorum ve alandaki mescidde cem'an namazlarımızı eda ediyoruz. Arafat'a bir gün veya bilemedin iki gün kalmasına rağmen hâlâ alanda tek tük hacı adayları görüyoruz. Son kafileler olmalı. İçimiz ısınıyor ve onlara hayırlı yolculuklar diliyoruz. Abdest almaya girdiğimiz lavabolarda hizmetliler bize kâğıt mendil uzatıyorlar. Besbelli karşılık bekliyorlar. Ama dediğim gibi ne yerel paramız ne de bozuk yabancı akçemiz var.

Çok ilginç. Mısır'da bahşiş kültürü çoktur ve rahatsız edicidir. Her fırsatta önünüze birileri çıkar ve bahşiş talep eder. Diğer Afrika ülkelerinde bahşiş kültürü yoktur, ama oralarda bahşişin yerini zorbalık alır. Mısır'ın bahşişinden bıktığınızda Afrika tarzı size hoş gelir, ama orada da bahşiş yerine bunu başka türlü isterler ve alırlar. Yellow Card örneğine olduğu gibi... Mısır'ın bahşiş manzarasından bıktıysanız Afrikalıların mustağni hali size sevimli gelir. Ama para için size tasallut etmeye başladıklarında o zaman Mısır'ın kıymetini anlarsınız. Onların tasallutları sizi kendinize getirir. Kahire Havaalanında meşgul olabilmek için bir kitapçı dükkânı arıyorum. Aktüel kitaplar alarak belki vakit öldürmeyi düşünüyorum. Ne gezer. Varsa yoksa kozmetik ürünler ve hediyelik eşya satan geniş dükkânlar. Kitapçı dükkânını sorduğunuzda şaşırıyorlar. Biz de şaşırıyoruz, onlar da. Biraz ileride El Ahram yazan bir kulübe görüyorum. Yanına yaklaştığımda kepenklerini indirmiş olduğunu görüyorum. Demek ki müşterilerine gündüz hizmet veriyor. Kahire Havaalanına giderken bana çok sönük geldi. Halbuki daha önceki yolculuklarımda böyle gelmemişti. Derken geç vakitlerde saatimiz geldi ve uçağımıza bindik. Yine aktarmalı idi. Hartum'da bir müddet mola verdikten sonra Nairobi'ye uçacaktık. Ve uçağa bineceğimiz kapıya vardığımızda burasının çantamızı emanet etitğimiz yer olmadığını gördük. Bunun üzerine Muhammed Düzcan derhal yanına bir asker alarak çantalarımızı bulmaya gitti. Biraz sonra çantayla birlikte geri döndü. Yolculuk boyunca iki yerde askere rastladık. Birincisi, Kahire ikincisi de Kinşasa havalanı idi. Bu da iki ülkenin militarist karakterini ortaya koyması açısından ilgiçti.

Yolculuk boyunca dikkatimizi çeken hususlardan birisi de hem Kahire, hem Nairobi, hem de Addis Ababa'da havaalanlarında başörtülü memurelerin çalışması idi. Bu da önemle not edilmesi gereken bir ayrıntı.

- Devam edecek -

Mustafa ÖZCAN

08.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (04.01.2008) - Bir babanın yürek yangınları

  (03.01.2008) - Bir babanın yürek yangınları

  (15.12.2007) - İttihadı sağlayan güçleri ihtilâller parçaladı

  (14.12.2007) - Mevlid programlarındaki İttihad-ı İslâm manzaraları

  (13.12.2007) - Bediüzzaman İran'da olsaydı, kardeş kavgası olmazdı

  (12.12.2007) - Ali Uçar ile üç yıl bölgeyi dolaştık

  (11.12.2007) - Şark yaylalarında en çok Münâzarât okunuyor

  (10.12.2007) - Şarkta, Bediüzzaman'a herkes saygı duyuyor

  (06.12.2007) - İslâm dünyasının Davos'u

  (05.12.2007) - İhtişam var, kültür yok

 

 Son Dakika Haberleri