Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Bilal Yükselten

Avrupa’nın Türkiye’ye uyguladığı vize yanlış

Akdeniz Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Harun Gümrükçü, “ödediğimiz vergi ücretleriyle üye ülkelerinin büyükelçiliklerinin personelini haksız bir şekilde finanse ediyoruz” dedi.

*Vizesiz Avrupa hakkını Türkiye’de ilk olarak tesbit eden ve bu konuyu gündeme getiren kişisiniz. Bu konudan biraz bahseder misiniz?

Vizesiz Avrupa terimini ben buldum ve tartışmaya açtım. Avrupa hukukunun ulus üstü olduğunu bilmeyen birçok Türk bilim insanı bana karşı çıktılar. Televizyonlarda veryansın ettiler. Kimse doğruyu öğrenmek istemedi. Bilgi olmadan konuşmak moda olmuş Türkiye’de. Ben de buna karşı beş ülkeden bilim insanlarını bir araya getirterek Antalya sempozyumunu organize ettim. Bu insanlar uluslararası üne sahiptiler ve konunun uzmanlarıydılar. Bana karşı geliştirilen tüm tezleri yanlış bulup reddettiler. Benim de altında imzam olan ortak bir Antalya Deklerasyonu yayınladık. Daha önce bana veryansın eden kişiler ümit ederim ki yanlışlıklarını anlayıp bundan böyle bilgisiz oldukları konularda konuşmazlar. Buna benzer bir olayı da 1993 yılında Almanya’da yaşamıştım. Onlar daha akıllı davrandılar. Ortaya attığım ve Avrupa hukukundan doğan haklarımızı konu alan görüşlerime karşı 15 ülkenin bilim insanlarının katılımıyla karşı bir rapor yazdırttılar. Ancak o zaman da başarısız oldular. 15 üye ülke bilim insanları, benim ortaya attığım görüşlerin doğru olduğunu 150 sayfalık bir karşı raporla teyid edince bu sefer sonuçlarını yayınlamadılar. Bana da açıktan saldırmayı bıraktılar.

*“Vizesiz Avrupa” mücadelenizin dayanak noktası nedir?

Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile (Avrupa Birliği’nin o zamanki ismi) Türkiye 1963’te Ankara Antlaşmasını imzalamıştır. Bu antlaşma tam üyeliğe dönük bir üyelik antlaşmasıdır. Yani Türkiye, Birliğe 1973’te Katma Protokol’le üyeliğini daha somuta indirgenmiş ve uygulanabilir bir duruma sokulmuştur.

Bu antlaşma sonucu Katma Protokolün 41. maddesi şunu diyor: “1973’teki statü ne ise ondan daha aşağıya, geriye doğru gidemeyiz.” Yani ileriye doğru gitme, daha uyumlaştırma, Birliği, yani Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) girmesine doğru adım atabiliriz ama statüyü kötüleştiremeyiz. Bu antlaşmanın, Katma Protokol’ün imzalanmasından 7 yıl sonra 1980’de, Türk işverenlerine, özel işyeri sahiplerine, hizmet sunan kesime, genelde Türk halkının yüzde 45’ine vize getirdi. Ve bu vizenin 3 sene olmasına karar verildi. Yani geçici bir vize olacaktı. Aradan 27 yıl geçti hâlâ vize devam ediyor. Ve bu zaman devresinde bizim bu vizeden dolayı asgari kaybımız birleşik faiz hesapladığımızda 500 milyon avro gibi yüksek bir rakam. Bu direkt kaybımız. Bunun rekabete olan etkileri, işverenimizin iş piyasasına entegrasyonuna olumsuz etkisi ve partnerini bulamaması, vize için zaman kaybı, Türk işvereninin rekabet edilebilirliğini direkt etkileyen bir süreç. Kaldı ki, bu arada Gümrük Birliği süreci 1 0cak 1996 ile tamamlandığından dolayı Türk işverenlerinin, özellikle ihracatçıların diğer partnerleriyle eşitsiz bir duruma getirmiştir bu durum. Tüm bunları biraraya getirdiğimiz zaman bunun hukuki boyutu olmadığı ortaya çıktı son 3 mahkeme kararı ile.

*Nedir bu mahkeme kararları? Konuyu açar mısınız? Kamuoyu bu kararlardan habersiz çünkü...

Avrupa’nın Türkiye’ye uyguladığı vizenin ahlâkî ve ekonomik boyutu da yanlış. Şimdi bizi daha çok ilgilendiren hukuki boyutu. Elimizde Avrupa Toplulukları Adalet Divanı dediğimiz üye ülkelerin en son ve en yüksek mahkemesi olan Avrupa Toplulukları Adalet Divanının 3 kararı var. 1. karar: 11 Mayıs 2000 tarihinde alınmış. Abdülnasır Savaş’ın açtığı dâvâ üzerine verilen karar. Bu kararla aslında vize hukukunu kaybetmiştir. 2. karar: 21 Ekim 2003 tarihinde Abatay-Şahin kararı verildi. Abatay, şoförlük yapan bir vatandaşımız. Türkiye’den gidiyor. Diğeri Şahin, Türk kökenli Alman bir işveren. İkisinin (işçi ile işverenin) dâvâsını mahkeme birleştirerek karar veriyor.

3. ve son karar ise: 21 Eylül 2007 tarihinde Tüm ve Darı (Veli Tüm-Mehmet Darı) kararı. Bu kararlardan ikisi İngiltere’de verildi. (Abdülnasır Savaş kararı ile Tüm ve Darı kararı) Karar merkezi Lüksemburg’da bulunan Avrupa Adalet Divanına yansıyor. Abatay-Şahin kararı ise Almanya’da yansıyor.

Tüm bu kararlar şunu diyor: “Türkiye ile 1973’teki statü ne ise bu statüden geriye doğru bir adım atmak hukukî değildir. Üye ülkelerin böyle bir yetkisi yoktur.” Kim bunu diyor? Üye ülkelerin en yüksek ve en son yargı mercii olan Avrupa Adalet Divanı.

*Siz üniversite olarak bu kararların takipçisi oldunuz. Bu konuda bilimsel bir toplantı gerçekleştirdiniz. Burada neyi amaçlıyorsunuz?

Son kararda Akdeniz Üniversitesi olarak bu kararı daha ciddî yorumladık ve kamuoyumuza sunduk. Çok etkili durumlar çıktı. İngiltere bunun üzerine şöyle dedi: “Ben tarihi kararları tekrar gözden geçireceğim ve ona göre uygulamamı değiştireceğim.”

İngiltere bunu dedikten sonra 80 gün geçti. Hâlâ tarihi kararları gözden geçirmiş değil. Bir sonuç alınmış değil.

Biz de İngiltere’ye diyoruz ki: “Sizin bu kararı gözden geçirecek uzmanlarınız yoksa, biz size bu konuda yardımcı olabiliriz.”

Geçtiğimiz Aralık ayında Almanya’da küçük bir soru önergesi ile konu Alman Parlamentosuna yansıdı. Alman Adalet Partisi hükümete bir soru önergesi verdi. Dedi ki: “Tüm ve Darı Kararı çıktı. Bu kararların uygulanmasında Almanya ne düşünüyor?”

Alman hükümeti dedi ki: “Ben bu konuda ki yetkili kararı Avrupa Komisyonuna bırakıyorum. Avrupa Komisyonu bu konuda ne karar verirse ben ona uyacağım.”

Şimdi bunun üzerinden de aşağı-yukarı iki ay geçti. Yine komisyondan bir ses yok. Yani bu konularda Türkiye kamuoyu ciddi bir şekilde organize olup bunu gündeme taşımalı. Ve şunu söylemeli Almanya, İngiltere ve Avrupa Komisyonuna: “Bu konudaki kararınız nedir? Yapmış olduğunuz araştırmadan, incelemeden ne sonuç aldınız?” Onlar bunu alamıyorlarsa bizim Antalya’da düzenlediğimiz seminerden aldığımız sonuçlarımız belli.

Antalya’da Alman, Avusturya, Belçika, Slovenya ve Türk Bilim adamlarının katıldığı bir toplantı düzenledik. Bunun üzerinden de 2 ay geçti. O toplantıda “Antalya Deklerasyonu” adı altında ortak bir deklarasyon yayınlandı. Bu deklarasyonda, vizenin hukukunun olmadığı ortaya konuldu. Ve buna içerisinde sadece Türkler olmayan 27 bilim insanı imza attılar. Bu hukuksuz vizenin geçerli olmadığına dair imza attılar.

*Yani şu anda Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye uyguladığı vizenin haksız ve geçersiz bir uygulama olduğunu söylüyorsunuz değil mi?

O zaman demek ki Türk insanının vizesiz seyahat hakkı vardır. Bu hak Avrupa üyesi ülkeler tarafından henüz yeniden okunmuş değildir. Üst mahkeme kararı gözardı edilmiştir, yanlış yorumlanmıştır. Hâlâ yanlış yorumlanmaya devam edilmektedir. Bunun bir an önce düzeltilmesi gerekiyor. Bunun düzeltilmesine yardımcı olmak için, biz üniversite olarak 1 Ocak’tan itibaren araştırma kurulu kurduk: “Vizesiz Avrupa Araştırma Kurulu” çalışmasına başladı. Bu grup şu anda ilk raporunu yayımladı. Bundan sonra çalışmalarımızı daha bilimsel olarak yürütüceğiz. Ve bu durumu takip edeceğiz.

*Bilim çevrelerinin bu konularda Avrupa Birliği’ne direkt etki yapıyor mu? Eğer yapıyorsa ne kadar bir etkiniz olacak?

Evet, tabi. Avrupa Birliği’ne bu konuda direkt etki yapıyoruz. Biz onlarla gidip pazarlık yapmıyoruz. Ama yaptıkları işin meşrû haklarımızı inkâr etme anlamına geldiğini, Avrupa Hukuku’nun ulusüstü bir hukuk olduğunu, dolayısıyla birliğe üye ülkelerin bu hukuku direkt olarak uygulamaları gerektiğini onlara anlatıyoruz. Size anlattığımız gibi. Bu konuda yazıyoruz, çiziyoruz, konferanslar veriyoruz, çağıran yerlere gidip anlatıyoruz. Türkiye’de ilk kez 20 sivil toplum kuruluşunu bir araya getirdik. Bu konuya bilimin öncülüğünde ortak hareket ediyoruz. Yeni ve güzel gelişmeler sözkonusu. Çünkü bu konuda Türkiye haklı. Mahkemeler bizden yana. Yorumlar doğru. Bilim insanlarının yorumları doğru (içerisinde Avrupalı bilim insanları da mevcut). Bütün mesele Türkiye’de henüz bu konuda toplumsal refleksler oluşmadı. İstediğimiz olgunluğa kavuşmadı.

*Türkiye’nin vize uygulamalarından kaynaklanan kaybı konusunda bir araştırma var mı elinizde?

Biz vizeden dolayı hergün 150 bin YTL kaybediyoruz. Yani şu anda bugün, sabahtan akşama kadar diğer ülkelerin büyükelçiliklerine bu toplum 150 bin YTL ödedi. Bunun asgarisi yılda 13 milyon avrodur. Bu asgari bir rakamdır. Bazı arkadaşlara göre bu 17 milyon avro da olabilir. Biz topluluğun üye ülkelerinin büyükelçiliklerinin personelini finanse ediyoruz. Haksız bir şekilde finanse ediyoruz, para veriyoruz. Bu paraların eğitime harcanması için ayrılıp, tekrar Türkiye’ye, Türk insanına verilmesi gerekmektedir.

*Türkiye’nin Avrupa ile ilişkileri aslında çok eskilere dayanıyor. Türkiye AB’ye neden girmeli, AB Türkiye’yi neden almalı?

Neden girmeli, neden almalı? Bunu Türkiye zaten 1899’da Tanzimat Hareketi’nden sonra karar veriyor. 1856 Kırım Savaşı’nda Türkiye Rusya’ya karşı Batı’nın yanında yer alıyor. O zaman bütün basın şöyle diyor: “Türkiye Avrupalıdır. Al-i Osmanlı Avrupalıdır.” Türkiye’nin böyle 200 yıllık Batıya yöneliş hareketi var. Niye? Türkiye çağdaşlaşma konusunda ortak bir konsensüs oluşuyor toplumsal olarak. 2. Dünya Harbinden sonra Batıda oluşan tüm kurumlarda Türkiye’nin yeri var. (NATO’nun yanında da olduğu gibi.) Avrupa’da kurulan tüm kuruluşlarda yer alıyor. Hatta çoğunun kurucu üyesi oluyor. Mesela, Türkiye OECD kurucu üyesidir. 1950’lerde 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya bir sürü uluslararası teşkilatlar çıkıyor ve bunların hepsinde Türkiye kurucu üyelik görevi yapıyor. Ayrıca komünist sisteme karşı Türkiye bir kale oluşturuyor. Türkiye Batı içerisinde yer alarak Sovyetler Cumhuriyeti’nin ilerlemesini önlüyor. Hem kendisini koruyor hem de Batıyı da rahatlatıyor. Çünkü Türkiye büyük bir Rus gücünün Kafkaslarda tutulmasını sağlıyor. Bütün bunlar sonucunda Türkiye Batılı olmanın büyük bedelini ödüyor. Kore’ye asker gönderiyor. Malını oradan alıyor, insanını oraya gönderiyor. Bağlantılarını oradan kuruyor. Fikirlerini, düşüncelerini oradan olgunlaştırıyor. Oradan gelen ülkelerin bizde okul kurmalarına müsaade ediyor. Onların hocaları, bilim insanları ve firma sahipleri ile beraber çalışıyor. Bizde Türkiye’ye baktığımız zaman neredeyse Batı’da okumamış yönetici yok.

*Yani liderlerimiz Batı’da yetişti. Avrupa bizi bu bakımdan bile bünyesine almalı mı diyorsunuz?

Hepsi Batı’da eğitim görmüş, Batı kültürü içerisinde yetişmiş insanlar. Bu yanlış bir şey mi? Hayır yanlış değil. Çünkü Avrupa’da Türkiye’yi belli bir yere getirmiştir. Türkiye bugün dünyanın 18. büyük ekonomisi durumuna gelmiştir. Bu durum önemli bir gelişmedir. İşte bugün yurtdışında, Avrupa ülkelerinde 5 milyona yakın insanımız yaşamaktadır. 50-60 bin insanımız orada üniversite eğitimi görmektedir. Yarım milyondan fazla öğrencimiz, çocuklarımız ilkokul, ortaokul ve lise eğitimi alarak Batıyı tanımakta, öğrenmekte ve bilmektedir. Bunlar Türkiye’nin orta ve uzun vadede hep artılarıdır. Bütün bu bağlantılar olmasa, bunlar da olmazdı. Yani tüm bu sonuçlardan yola çıktığımız zaman Türkiye’nin tercihi doğru bir tercih olmuştur. Her tercih sosyal bir prosedürdür.

—Devam edecek– Prof. Dr. Harun Gümrükçü kimdir? Prof. Dr. Harun Gümrükçü 1950 doğumludur. 1976 yılında Hamburg Üniversitesi İktisat bölümünü bitirmiştir. Aynı üniversitede 1980 yılında Uluslararası İlişkiler ve Kamu Yönetimi bölümlerinde yüksek lisansını tamamladıktan sonra, 1985 yılında Uluslararası İlişkiler Bölümünde doktora eğitimini tamamlamıştır. 2001 yılında Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde Doçentlik, 2007 yılında da Akdeniz Üniversitesi’nde Profesörlük ünvanını almıştır. Ulusal ve uluslararası bir çok bildiri, makale ve sunuma imza atan Prof. Dr. Harun Gümrükçü’nün yayımlanmış 13 adet kitabı bulunmaktadır. Bir çok sivil toplum kuruluşunda idari görevleri bulunan Gümrükçü; Akdeniz Üniversitesi ve Hamburg Üniversitesi Ortak Yüksek Lisans Programı (EuroMaster) Direktörü ile Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekan Yardımcısı görevlerini sürdürmektedir.

Bilal Yükselten

18.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (17.03.2008) - Sivil darbe teşebbüsü

  (15.03.2008) - Dün burs alıyorlardı bugün burs veriyorlar

  (14.03.2008) - Faizcilerden alamıyor, fukaraya yükleniyor

  (13.03.2008) - Nüfusun yarısı emeklilik dışında kalacak

  (12.03.2008) - Dikkatleri Kur’ân’a çekmeliyiz

  (11.03.2008) - Müslüman gibi inanıp ibadet etmek isteyen çok Katolik var

  (10.03.2008) - Mağdurlar hayatta iken darbeciler yargılanmalı

  (08.03.2008) - Psikiyatrist Kemal Sayar: Ailede demokrasi, toplumda demokrasinin teminatıdır

  (06.03.2008) - İsminde vakıf geçen, ama vakfı olmayan ilçe: Vakfıkebir

  (05.03.2008) - Darbecilerin son çırpınışları

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri