Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Dizi Yazı

Mustafa GÖKMEN

Kosovalılar son yıllarda İslâma sarıldı

PİRİŞTİNELİLER DERNEĞİ BAŞKANI ERCÜMENT ÇİKLER, KOSOVA HALKININ ARTIK DAHA RAHAT DİNÎ VECİBELERİNİ YERİNE GETİREBİLDİĞİNİ BELİRTEREK, “SON 10 SENE İÇİNDE İSLÂM DİNİNİ ÖĞRENME VE YAŞAMA NOKTASINDA ÇOK BÜYÜK BİR EĞİLİM VAR” DEDİ.

*Kosovalıların Türkiye’ye göç etmelerinin başlıca sebepleri nelerdir?

Yugoslavya Devlet Başkanı Tito’nun getirdiği Rankoviç adındaki Başbakan Müslümanlara çok büyük baskı yapıyordu. Rankoviç yönetiminin Türklere yaptığı büyük baskı ve zulümler bizlerin göç etmesine sebep oldu. 1950’lerde Piriştine’nin yüzde 80’i Türk’tü. Sırplar yine vardı. Yine Arnavutlar da vardı ama dediğim gibi yüzde 80’i Türk’tü. Arnavutlar o zaman köylerde yaşardı. Ama 1950’li yıllarda Türkler göç edince Arnavutlar Piriştine’ye yerleşmeye başladı. Kosova’da doğup büyüyen bizlerin göç etmesinden sonra köylerdeki Arnavutlar şehirlere indi. O zamanlar bizim yüzde 70-80 çoğunlukta olduğumuz Piriştine’de şu anda Arnavutlar aynı oranda çoğunlukta. Ama belki de iyi oldu. Çünkü onlar köylerde dinî vecibelerini istedikleri gibi yapamıyorlardı. Şehirde daha rahat dinî vecibelerini yerine getirebilir duruma geldiler. Son 7-10 sene içinde İslâm dinini öğrenme ve yaşama noktasında çok büyük bir eğilim var orada Arnavutlar arasında.

*Derneğiniz ne zaman, hangi amaçla kuruldu? Derneğinizin faaliyetleri nelerdir?

Hemşerilerimizin Türkiye’ye göçleri ile birlikte dernekleşme hadisesi gündeme gelmiştir. Eski Yugoslavya’dan Türkiye’ye göçler cumhuriyetin başından itibaren olmuştur, ama asıl göç 1950’li yılların ortalarında olmuştur. Gelenlerin çoğu İstanbul’a geldiği gibi İstanbul’da da Küçükçekmece, Bayrampaşa ve Gaziosmanpaşa, Zeytinburnu gibi semtlere yerleşmiştir. Oralardan gelen insanlar ağırlıklı olarak hemşerilerinin bulundukları semtleri tercih etmişlerdir. Mesela Piriştine’den gelenler orada yan yana olan, birlikte yaşayan insanlar İstanbul’a geldiklerinde çeşitli muhitlere dağılmak zorunda kaldılar. Yani herkes nerede tanıdık bir eş dost varsa hemşehri dayanışması içinde bir araya gelmeye, aynı muhitlere yerleşmeye çalıştılar. Piriştine’deki beraberliklerini burada da sürdürmek, zaman zaman bir araya gelmek için bir dernek kurmaya karar vermişler. 1978 yılında Kumkapı’da ilk dernek kuruluşunu yapmışlar. O tarihten bu zamana kadar da çeşitli yöneticilerimiz tarafından sağolsunlar derneğimiz bu günlere getirilmiş. En son beni bu göreve getirdiler. Ben ve arkadaşlarımızın, bütün çabamız çocuklarımızı gençlerimizi derneğimize çekmek. Çocuklarımızı derneğimizin faaliyetleri arasında yer alan folklor ve spor faaliyetleri içine dahil etmek. Semtler arasında spor müsabakaları yapılıyor. Piriştineliler arasında spor müsabakaları yapıyoruz. Piriştine’den İstanbul’a okumak için gelen 35 öğrencimize burs veriyoruz. Bizim derneğimizin kadınlar kolu vardır. Çok aktif bir şekilde organizasyonlar yaparlar. Senede 2 defa bir ilkbaharda, bir de sonbaharda olmak üzere kaplıca gezilerimiz olur. Yaklaşık 100-120 aile gidilir. Bursa Oylat’a kaplıcaya gidiyoruz. Bizim, Rumeli havaları söyleyen, Türk Sanat Müziği ekibimiz var. Hem çalıp, hem söylüyorlar. Bu yüzden Oylat’a gelen diğer tur müşteriler, “Piriştineliler ne zaman gelecekse biz de o zaman gelmek istiyoruz” diye arıyormuş. Biz 25 senedir oraya gidiyoruz. O yüzden bizi tanırlar. Biz dernek olarak her sene kurbanlarımızı Piriştine’de kesip, oradaki fakir halka dağıtıyoruz. Gerçekten oradaki Müslüman kardeşlerimiz çok fakir ve ihtiyaç içerisinde.

*Kosova’nın mücadelesi galiba bundan sonra ekonomik sahada sürecek....

Özellikle savaştan sonra Kosova’nın ekonomisi çok bozuldu. İmkânları çok kısıtlı. İşsizlik had safhada. Oradaki emekli 50-60 Euro maaş alıyor. Bunu da savaş zamanlarında alamıyorlardı. Oradaki insanlar Almanya’da bir çocuğu varsa onların desteğiyle veya Türkiye’de akrabaları varsa bunların desteğiyle hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Ekonomik sahadaki sıkıntıların aşılması için bundan sonra gayret gösterilmesi gerekiyor. En büyük sevincimiz de bu yönde. Kosova’nın bağımsızlığıyla beraber, ekonomik yönden kalkınması bundan sonra daha kolay olacaktır. Sırbistan’a bağımlı olduğun zaman her istediğini yapamıyorsun. Çünkü dışarı çıkarken bile onun pasaportuyla çıkıyorsun. Oraya yatırım yapmak isteyenler de bu durumdan dolayı istediklerini yapamadılar. Orada NATO güçleri var. Onlar orada olmasa insanlar aç kalır. NATO personeli ihtiyaçlarını oradan temin ediyor. Oradaki evleri kiralıyor. Evini kiraya veren bir Kosovalı vatandaş oradaki geçimini sağlıyor. Bunun için bağımsızlıkla birlikte ekonomi bakımından çok iyi gelişmelerin olacağını düşünüyoruz. Bunun için oradaki hemşehrilerimiz, Müslüman kardeşlerimiz adına çok sevinçliyiz. Bizim iş adamlarımızı biliyorsunuz müteşebbis insanlardır. Oraya gidip gerekli yatırımları yapacaklardır. Şimdi oradaki meydana gelen serbestliği ve imkânları değerlendiriyorlar. Bir an evvel işadamlarımızı orada yatırım yapmaya çağırıyorum. Gerçekten Avrupa’nın ortasında olan bu yeni cumhuriyette yer almak lâzım. Savaştan sonra işadamlarımız oraya yatırım için epey gitti, ama Sırbistan’a bağımlı olduğu için çalışamadılar. Ama şimdi bütün imkânlar değişti. Hiçbiri zor durumda kalmayacak. Ulaşım konusunda şimdi uçakla 50 dakikada oradasınız. Vize problemi yok. Eskiden kara yoluyla Bulgaristan’dan gidiliyordu. 50 Euro filan geçiş vizesi için para alıyorlardı. Ama havayolunda bir sıkıntı yok.

*Kosovalıların aile bağları, akrabalık ilişkileri nasıldır? Düğün ve evlilikler nasıl yapılır Kosova’da?

Bizim kuşağın evliliklerine baktığımız zaman genellikle Piriştinelidir. Akrabalık evliliği yoktur ama bir şekilde uzaktan akrabalık bağları kurulmuş durumdadır. Yani aynı yörenin insanları birbirleriyle evlenirler. Kosova’da nişan pek olmaz. Söz kesilir. Söz bir nev’î nişan demektir. Orada düğünler 3 gün üç gece sürer. Düğün sahibi her gün yemek verir ve müzikli eğlence düzenlenir. Aslında kültür Anadolu’dan giden kültür, ama ufak tefek değişiklikler var. Anadolu’daki an'anelerin bir çoğu aynı şekilde Kosova’da da yaşatılır. Bizim yemeklerimiz özellikle böreklerimiz meşhurdur. Bizde her Pazar bütün evlerde börek yapılır. Börek bizim “ulice” dediğimiz yani aile büyüğünün evinde veya bir büyük abinin evinde gelinler oturur börek yapar. Çocuklar, torunlar bütün aile orada toplanır. Orada o gün börek yenir. Herkes bir araya gelmiş, görüşmüş olur. Zaten her ne kadar aynı evde oturmasalar bile aileler birbirlerini her zaman görürler. Hâlâ bu an’anemiz devam ediyor. Ama yeni nesil geldikçe, yeni hayat tarzları ile birlikte bu geleneklerden uzaklaşma eğilimi var.

*Kültürünüzde cenaze merasimleri nasıl yapılır? Taziyeler nasıl geçer Kosovalılar arasında?

Kosovalı, Piriştineli birisi vefat edince biz cep telefonu mesajı ile herkesi haberdar ederiz. Bizde cenaze gününden sonraki Pazar günü evde veya dernekte “kapı açılır.” Taziye ziyaretine bizde “kapı açma” denir. Yani taziye ziyaretine gelinir. Anormal derece bir mazereti olmayan insanlar bu taziyeye mutlaka gelirler. Bu buluşma hem taziye ziyareti oluyor, hem de uzun süre birbirini görmemiş, ya da belli bir süredir bir araya gelmemiş insanlarımızın buluşmasına vesile oluyor. Cenaze sahipleri mekânın bir tarafında oturur. Gelenler taziyede bulunduktan sonra salonun diğer tarafına geçerek sessiz bir şekilde kendi aralarında konuşurlar.

*Geleneklerinizde misafir ağırlama uğurlama nasıl yapılır? Nelere dikkat edilir?

Bizde misafir ağırlamak çok önemlidir. Özellikle kadınlarımız misafirlerimize hizmette kusur etmezler. Mesele bir misafir geldiği zaman kadınlarımız gelir ayakta hal hatır sorar. Siz müsaade ederseniz ‘'buyurun oturun’ dediğiniz zaman otururlar. Siz müsaade etmezseniz oturmazlar. Ayakta öyle beklerler. Bizim böyle de adetlerimiz var. Kadınlarımız misafire karşı çok hürmetkârdır. Aslında kadınlarımız erkeklerle bir arada oturmazlar. Ancak biliyorsunuz artık şartlar biraz değişmeye başladı. Yeni jenerasyon biraz daha rahatlaştı. Ama eski jenerasyon hâlâ öyledir.

*Kosova’dan göç edenler, oradaki mülklerini ne yaptılar? Şimdi geri almak üzere bir girişim olacak mı?

O zaman oralardan buralara göç gelenler oradaki varlıklarını satamadılar. Mesela benim ailem oradaki tarlalarını satamadan geldi. Rejimin ağır baskısı altında göç etmek zorunda kalındı. Bizim büyüklerimiz eski Türkçe bilirlerdi. Eski Türkçe ile yazı yazarlardı. Latince bilmezlerdi. Türkiye’ye göç yaparken, devlet sanki bizimkiler rızaen devlete mülklerini bırakmışlar gibi birer imza attırmışlar zorla. O zaman o belgeleri imzalamayanlar oradaki mülklerini geri alabilmek için girişimde bulunuyorlar şu anda. Ama o daha sonraki yıllarda gelenler o belgeyi imzalamayanlar var. Onlar hak talep edebiliyor. Onlar mülkiyetlerini geri almak üzere hukuki süreci başlattılar.

*1999’da yaşanan savaşla ilgi anılarınız varsa anlatabilir misiniz?

O kış şartlarında Sırplar çok büyük eziyet yapmışlar. Köylerde ve şehirlerde, özellikle Arnavutlardan çok insan öldürmüşler. Rahmetli teyzem sağdı. Onların anlattıklarına göre Piriştine’den Üsküp’e kadar aradaki mesafe yaklaşık 80 kilometredir. Bir şekilde kar-kış altında Üsküp’e varabilmişler. Üsküp’ten uçakla geldiler. Kırklareli’nde biliyorsunuz toplama merkezi yaptılar. Ben gittim, teyzemi, teyze çocuklarını getirdim. Kumburgaz’da yazlığım vardı onları oraya yerleştirdim. Dayımın çocuklarını abim aldı, iskân ettirdi. Bir de orada Arnavut kökenli olup da sahipsiz olanlar vardı. Gerçekten çok büyük acı çektiler. O yalnızlıkları gerçekten acıydı. Her ne kadar bizler ilgilendik, sahip çıkmaya çalıştıysak da çok acı çektiler. Bosna’da da tabiî daha büyük acılar yaşandı. Burada NATO çabuk müdahale etti. Ama o müdahale yapılıncaya kadar da büyük acılar yaşandı Kosova’da. Özellikle köylerdeki Arnavutlar çok zor günler geçirdiler.

*Bağımsızlık sonrası Kosova’ya dönmek isteyenler var mı?

Buraya gelenlerin geriye dönmek isteyeceklerini zannetmiyorum. Çünkü artık buraya gelenler, 30-40 yıldan beri burada yaşayanlar. Benim iki tane ablam var orada. Ailemin yarısı orda. Dayı ve hala çocuklarım orada. Artık doyduğumuz yer vatanımız. Burası zaten vatanımızdı, buraya yerleştik. Okul okuduk, askerlik yaptık. Kamuda memur olarak hizmet verdik. Yer yurt edindik. Bizim Kosovalılar olarak devletle işimiz olmaz. Karakolla bizim işimiz olmaz. Ben bunu samimiyetimle söylüyorum. Kosovalı göçmenler (Burada eski Yugoslavya kastediliyor.) Yunanistan ve Bulgaristan’dan gelen göçmenlerden daha fazladır. Tahminen 2 milyon ya da 2.5 milyon civarında diyorlar.

Ercüment Çikler kimdir?

1947 Piriştine’de Türk anne ve babadan doğdum. 1954 yılını 1955 yılına bağlayan gece amcalarım ve babam aile olarak Türkiye’ye göç ettik. Türkiye’de o zaman ekonomik zorluklar içerisinde ilk yıllarımız geçti. Ailede benden başka okuyan olmadı. 6 kardeş içinde okuyan sedece bendim. 2 kız kardeşim de orada kalmıştı. Diğer kardeşlerim çalışmak zorunda kaldılar. Yıldız Teknik Üniversitesinden İnşaat Mühendisi olarak mezun oldum. 1970 Küçükçekmece Belediyesi’nde işe girdim. Belediye takımında top oynadım. Bakırköy ve Bahçelievler Belediyelerinde üst düzey bürokrat olarak görev yaptım. En son Beşiktaş Belediyesi’nde Yusuf Namoğlu ile Belediye’de başkan yardımcısı olarak çalıştım. Namoğlu seçimi kaybedince emekli oldum. Şu anda İstanbul’un büyük bir şirketinde mesleğimle ilgili danışmanlık yapıyorum.

Mümtaz, mübarek ve asil bir hanedan

BAŞLARKEN...

“Nursî Hanedanı” ismini verdiğimiz bu çalışmaya, öncelikle Nurs köyüne giderek başladım. Araştırmalarımın çoğunu bu köyde ve bu köyün bağlı bulunduğu Hizan ilçesinde sürdürdüm. Hizan ve Nurs’ta günlerce kaldım. Nursî hanedanına mensup yüzlerce insanla görüştüm. Bu hanedanın ileri gelenlerini ve onların da akrabalarını araştırarak buldum. Nesep ve sülâleleri hakkında dile getirdikleri hakikatleri, onları dinleyerek yazdım.

Bunun dışında, yine bu nesepten olup, yurdun değişik yerlerine yayılmış olanlara da ulaştım. Hem onları tanıdım, hem de kıymetli bilgiler aldım.

Araştırmam esnasında yardımlarını esirgemeyerek bana destek olan herkese teşekkürlerimi borç bilirim. Bu çalışmam, nesillere ve tarihe yadigâr olsun.

Zamanımızı iman ve Kur’ân hakikatleriyle, Resûlullah’ın (asm) sevgisiyle güneş gibi aydınlatan Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin mensup olduğu bu mübarek hanedanın geçmişi adına azıcık da olsa bir şeyler yapmaya muvaffak oldumsa eğer, kendimi dünyanın en bahtiyar insanı addedeceğim.

Hanedan kelimesi Farsça olup, lûgatte “kökten asil ve büyük aile, köklü aile, ocak” anlamlarına gelmektedir.

Risâle-i Nur’un muhtelif yerlerinde “hanedân” kelimesi geçmektedir. “Dünyada mütesânid hiçbir hanedan ve mütevâfık hiçbir kabile ve münevver hiçbir cemiyet ve cemaat yoktur ki, Âl-i Beytin hanedanına ve kabilesine ve cemiyetine ve cemaatine yetişebilsin” (Şuâlar, s. 510); “Risâle-i Nur’un çalışkan talebelerinden ve Çalışkan hanedanından üç kardeşi olarak dört zâtın o dehşetli yangından kurtulması...” gibi ifadeler buna örnektir.

Risâle-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin mensup olduğu Nursî hanedanı araştırıldığında, her yönüyle mübarek, dindar, temiz kalpli ve çoğu insanda bulunmayan hususiyetlere sahip bir sülâle ile karşılaşılmaktadır.

Cenâb-ı Hak, bu hanedana büyük mazhariyetler ihsan etmiştir. Büyük Kur’ân tefsiri Risâle-i Nur eserlerinin müellif-i muhteremi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin bu hanedana mensubiyeti, tabiîdir ki bu aile açısından yüksek bir şereftir.

Hanedanın ortaya çıktığı yerin Nurs köyü olması sebebiyle, elbette araştırmaya buradan başlamak gerekiyordu. Biz de öyle yaptık. Bediüzzaman’ın doğduğu Nurs köyüne gittik. Oralarda günlerce kaldık ve araştırmalarda bulunduk. Defalarca, üst üste seyahatlerimiz oldu. Bunun yanı sıra, milyonların okuduğu Risâle-i Nur eserlerinde Nursî hanedanını aradık. Yazılı ve canlı şahitler ile kaynaklarımıza müracaatlarımız sonucu, bu hanedan hakkında topladıklarımızı bir araya getirdik. Tarihe ve nazarlara arz ediyoruz. Nursî hanedanının nesebi hakkında yapılan değerlendirmelerde, birçok bilgi ve belgenin yanı sıra rivayetler de önemli me’haz teşkil etmektedir. Bu yönde anlatılan hatıra, not ve yazılan her kelimenin çok kıymeti ve ehemmiyeti vardır.

Yaptığımız araştırma ve çalışmalardaki sonuçlara göre, ortaya çıkan en belirgin hususiyetin, bu mübarek hanedanın nesep ve sülâlesinin mümtaz, mübarek ve asil silsileye dayalı olduğudur.

NURSÎ HANEDANINA AİT FERDLERİN NESEPLERİ

İslâm toplumlarında “Mirza” isminin “bey,” “ağa” ve “beyzâde” karşılığında kullanıldığı bilinmektedir. Aynı zamanda şehzadelere ve seyyidlere de isim olarak verildiği kayıtlar arasındadır. Bediüzzaman’ın babasının ismi de Mirza’dır.

Nursî hanedanı hakkındaki tespitlerden birisi de, araştırmacı Necmettin Şahiner’in 1974 yılında Nurs köyünde yaptığı çalışmadır ki, aradan otuz dört yıl geçmiş olmasına rağmen, Nurs köyüne yaptığımız seyahatlerden birinde aynı konuyu Nurs’un yaşlılarına sorduğumuzda, doğrular mahiyette cevaplar almıştık. O tespit de şudur:

“Said Nursî’nin büyük kardeşi Molla Abdullah’ın damadı Sofi Taceddin Arslan’ın anlattığına göre, Said’in dedesinin ismi Ali, onun babası Hızır, onun babası Mirza Halid, onun babası Mirza Reşan’dır. Bu bilgiyi Nurs’un en yaşlı insanı olan Hacı Faris ve Said’in amcası Hacı’nın oğlu Davud’un oğlu H. Kâmil Okur da teyid etmiştir.” (N. Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Said Nursî, 1979, s. 45., Y.A. Yay., İst.)

Nursî hanedanının nesep ve sülâlesi hakkında bir tespit daha vardır. O da şöyledir: “Cizre beylerinden bir zat, şehrin meşhur âlimlerinden iki meşhur âlimi, Bitlis taraflarına Nurs köyüne halka ilim öğretmek için gönderdiler. Bu köye gelen iki kardeş, cami ve medrese yaptırarak halkı irşad ve tenvire koyuldular. Civar köylerin genç ve çocukları bu medreselerde okumaya başladı, zamanla çıplak dağlar yeşillendi. Dicle’nin kolları, gittikleri yerlere ilimle birlikte hayat da götürdüler. Bu iki kardeşin neslinden, Mirza, Reşan, Mirza Halid ve Ali namlarında dört zat dünyaya geldi. Ali Efendi’nin dört evlâdı vardı. Bunlar: Hacı, Mehmi, Koluz ve Mirza (Üstadın babası) idi.” (N. Şahiner, Nurs Yolu, 1977, s. 68, Y.A.Yay.)

Nursî hanedanının nesep ve sülâlesi hakkındaki bilgileri daha iyi anlamak ve o mübarek hanedanı daha yakından tanımak için mazi tarafına bakmaya devam edelim.

Mustafa ÖZTÜRKÇÜ

27.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (26.03.2008) - Bağımsız ve hür olmak çok güzel

  (24.02.2008) - Trafik Tahran’ın da derdi

  (23.02.2008) - Nükleer tesisleri gezemedik

  (22.02.2008) - İranlılar da dizilerimizden şikâyetçi

  (03.02.2008) - Ahıska bir gül idi gitti!

  (02.02.2008) - Stalin zulmü çok can aldı

  (01.02.2008) - Çeçen yetimlerin yüzü güldü

  (30.01.2008) - Beşinci kıtada şevk dolu Nur hizmetleri

  (29.01.2008) - Anzakların ülkesinde iki kahraman Osmanlı

  (28.01.2008) - Aborjinlerden devlet özür diledi, şimdi sıra toplumda

 

 Son Dakika Haberleri