Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Ya âlim, ya ilim öğrenen, ya dinleyen, ya da bunları seven kimse ol. Sakın beşincisi olma! Yoksa helâk olursun.

Câmiü's-Sağîr, No: 701

18.04.2008


Bu zamanda isrâfâta medar olacak para çok pahalıdır

“İktisat eden, maişetçe âile belâsını çekmez” meâlindeki “Lâ yeûlü meni’ktasade” hadis-i şerifi sırrıyla, iktisat eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez.

Evet, iktisat kat’î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar kat’î deliller var ki, had ve hesaba gelmez. Ezcümle, ben kendi şahsımda gördüğüm ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zatların şehadetleriyle diyorum ki:

İktisat vasıtasıyla bazan bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hattâ dokuz sene (şimdi otuz sene) evvel benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekâtlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: “Gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim.” Mükerrer ve musırrâne tekliflerini reddettim. Câ-yı dikkattir ki, iki sene sonra, bana zekâtlarını teklif edenlerin bir kısmı, iktisatsızlık yüzünden borçlandılar. Lillâhilhamd, onlardan yedi sene sonra, o az para, iktisat bereketiyle bana kâfi geldi, benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hâcete mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan “nâstan istiğnâ” mesleğini bozmadı.

Evet, iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda isrâfâta medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazan mukaddesât-ı diniye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek, mânevî yüz lira zararla maddî yüz paralık bir mal alınır.

Eğer iktisat edip hâcât-ı zaruriyeye iktisar ve ihtisar ve hasretse, “Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır” (Zâriyat Sûresi, 51:58.) sırrıyla, “Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın” (Hûd Sûresi, 11:6.) sarahatiyle, ummadığı tarzda, yaşayacak kadar rızkını bulacak. Çünkü şu âyet taahhüt ediyor.

Evet, rızık ikidir:

Biri hakîkî rızıktır ki, onunla yaşayacak. Bu âyetin hükmü ile, o rızık taahhüd-ü Rabbânî altındadır. Beşerin sû-i ihtiyarı karışmazsa, o zarûrî rızkı herhalde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeye mecbur olmaz.

İkincisi, rızk-ı mecazîdir ki, sû-i istimâlâtla hâcât-ı gayr-ı zaruriye hâcât-ı zarûriye hükmüne geçip, görenek belâsıyla tiryaki olup, terk edemiyor. İşte bu rızık taahhüd-ü Rabbânî altında olmadığı için, bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır. Başta izzetini feda edip zilleti kabul etmek, bazan alçak insanların ayaklarını öpmek kadar mânen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazan hayat-ı ebediyesinin nuru olan mukaddesât-ı diniyesini feda etmek sûretiyle o bereketsiz, menhus malı alır.

Hem bu fakr u zarûret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm, o gayr-ı meşru bir sûrette kazandığı parayla aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor. Böyle acip bir zamanda, şüpheli mallarda, zarûret derecesinde iktifa etmek lâzımdır. Çünkü “İnne’d-darûrete tükadderu bikadrihâ” sırrıyla, haram maldan, mecburiyetle zarûret derecesini alabilir, fazlasını alamaz. Evet, muztar adam, murdar etten tok oluncaya kadar yiyemez. Belki ölmeyecek kadar yiyebilir. Hem, yüz aç adamın huzurunda kemâl-i lezzetle fazla yenilmez.

Lem’alar, 19. Lem’a, 4. Nükte

medar-ı hüsn-ü maişet: Güzel geçim sebebi.

câ-yı dikkat: Dikkat edilecek nokta.

nâstan istiğnâ: İnsanların minneti altına girmekten kaçınmak.

mukaddesât-ı diniye: Dini mukaddesler, değerler.

hâcât-ı zaruriye: Zaruri ihtiyaçlar.

iktisar: Kısma, kısa tutma.

ihtisar: Kısaltma, özetlenme, lüzumsuz kısımları çıkarma.

taahhüd-ü Rabbânî: Allah’ın söz vermesi, vaad etmesi.

sû-i ihtiyar: İradenin kötüye kullanımı.

hâcât-ı gayr-ı zaruriye: Mecburi olmayan ihtiyaçlar.

hâcât-ı zarûriye: Zaruri ihtiyaçlar.

rikkat-i cinsiye: İnsanın kendi cinsinden olana acıması.

18.04.2008


Bahar vagonu gelirken

Her yıl olduğu gibi bu yılda bahar kendini hissettirmeye başladı.

Yeniden diriliş için bütün duygularımızı sonuna kadar açıp olabildiğince bu bahar sayfasından istifadeye bakmalıyız. Kâinat kitabının bahar sayfasının her bir cümle, kelime, harf ve noktasını tefekkür gücüyle okumalı, içimize çekmeli, bahardaki maddî coşkuyu ruh âlemimizde de yaşamalıyız..

Elbette Risâle-i Nur okuyucuları bu noktada oldukça şanslı. Eserler, baharı adım adım ve tatlı, aynı zamanda mantıklı bir şekilde izah ederken bu maddî âlemdeki dirilişi, asıl dirilişle tefekküre sunup adeta dünyadaki numunelerinden ahireti sokak sokak anlamamızı sağlıyor. Bu gözle bakınca bahar tabiî ki bir başka oluyor. Kuşlar ötüyor, ağaçlar çiçekleniyor, güneş içimizi ısıtıyordan öte bir şey…

Şu sıralarda bahar vagonu, geliyorum diye düdüğünü öttürürken; kış sayfası da işimi bitirdim gidiyorum faslında. Baharda haşri algılayabilmek için kışın ölmüş yeryüzünü, kurumuş ağaçlar hakikatini yaşandığı mevsimde gözlemlemek, baharda dirilişi daha iyi anlayabilmek için önemli. Bu yüzden kış tamamen sayfasını dürmeden yakalayalım bir kuru ağaç, yeşillenmemiş toprak örtüsü ve görelim baharla birlikte yeni kıyafetlerini daha doğrusu dirilişi.

“Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O her şeye hakkıyla kadirdir” (Rum Sûresi: 50.) âyetinin tefsiri olan Onuncu Söz’deki anlatım tarzını incelediğimizde aynen âyetteki başlangıçta olduğu gibi “Bak görmüyor musun, hiç mümkün müdür ki…” gibi pek çok ifadeyle gözümüzle gördüğümüz, sadece bahara has olmayan fakat bu mevsimde daha aşikâr olan, an be an diriliş hadiselerini adeta gözümüze sokarak haşrin varlığını, Hz. Ali’nin ifadesinde olduğu gibi “Perde-i gayb açılsa yakînim ziyadeleşmeyecek” hakikatindeki derinlikte ahiret âlemlerinin haritası çiziliyor ve akıl, kalp ve bütün duygularımız bu hakikatle tatmin oluyor.

Her yeni bahar mevsimi, bir öncekine göre farklı mânâlar uyandırmalı bizim için. Bu da tefekkür kabiliyetimizi sürekli geliştirerek olacak. Bunun için bol bol haşirle ilgili meseleleri okuyup, hatta şu günlerde daha da yoğunlaşıp bunu dış âlemdeki gelişmelerle birleştirip iç âlemimize yeni mânâlar yüklemeliyiz. Kâinat kitabının her sayfasında olduğu gibi bu yıl bahardan içimize süzülen mânâları da sevdiklerimizle paylaşmalı istifademizi arttırmaya bakmalıyız.

“Hiç mümkün müdür ki: Ölmüş, kurumuş koca Arzı ihyâ eden ve o ihyâ içinde herbiri, beşer haşri gibi acib, üç yüz binden ziyade envâ’-ı mahlûkatı haşr ve neşredip kudretini gösteren ve o haşr ve neşr içinde nihayet derecede karışık ve ihtilât içinde, nihayet derecede imtiyaz ve tefrik ile ihâta-i ilmiyesini gösteren ve bütün semâvî fermanlarıyla beşerin haşrini vâ’detmekle bütün ibâdının enzârını saadet-i ebediyyeye çeviren ve bütün mevcûdâtı başbaşa, omuz omuza, elele verdirip, emir ve irâdesi dairesinde döndürüp birbirine yardımcı ve musahhar kılmakla âzamet-i Rubûbiyyetini gösteren; ve beşeri, şecere-i kâinatın en câmî ve en nâzik ve en nâzenîn, en nâzdar, en niyâzdar bir meyvesi yaratıp, kendine muhatâb ittihaz ederek her şeyi ona musahhar kılmakla, insana bu kadar ehemmiyet verdiğini gösteren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Hakîm; Kıyâmeti getirmesin! Haşri yapmasın ve yapamasın! Beşeri ihyâ etmesin veya edemesin! Mahkeme-i Kübrâyı açamasın! Cennet ve Cehennem’i yaratamasın? Hâşâ ve kellâ!..” (Onuncu Söz, Dokuzuncu Hakikat)

FATMA NUR ŞAHİN

18.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri