Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Dizi Yazı

CEMİL YÜZER

DEMİRKIRAT ve "YASLIADA" ARASINDA DEMOKRASİ -7-

Öğrencim Tansel Çölaşan’a dersini iyi öğretememişiz

27 Mayıs ihtilâlinin şahitlerinden Prof. Dr. Yaşar Karayalçın ile Ankara Üniversitesi Bankacılık ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsündeki bürosunda görüştük. Uzun yıllar hocalık yapmış olan Karayalçın, Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan’ın da hocası. Talebesinin 27 Mayıs’la ilgili yorumlarını kendisine hatırlattığımızda önce acı tebessümde bulunuyor ve “Demek ki iyi öğretememişiz” demekten kendini alamıyor. Ayrıca Demokrat Parti hükümetinde Millî Eğitim, Ulaştırma, Bayındırlık ve devlet bakanlıkları yapan Tevfik İleri’nin akrabası olan Karayalçın, 27 Mayıs darbesiyle ilgili yaşadığı ve daha önce hiçbir yerde anlatmadığı ilginç anılarını bizimle paylaştı.

*27 Mayıs askerî darbesini halk nasıl karşılamıştı?

O zamanki askerî kadrolaşma dolayısıyla askerler iş birliği yaparak bu felâketin Türkiye’nin başına gelmesine neden oldular. Ama koskoca bir devlet; Genelkurmay’ı var, istihbarat teşkilâtı var. Bunlar olmasına rağmen darbenin farkına varamadılar veya tahmin edemediler fakat olay cereyan etti. Olayın hukukî bakımdan savunulacak hiçbir tarafı yoktur. Bu bir sosyal felâkettir, olmaması gerekirdi. Bütün mesele, işin özeti, bu felâketten toplumun ders almasıdır. Aslında 27 Mayıs’ta da, ondan sonraki darbelerde de seçime gidildiği zaman askerî idareleri toplum desteklememiş, onların adayları da başarılı olamamıştır. Ama maalesef 27 Mayıs’la darbelere bir yol açılmıştır. Siyasî partiler de bundan ders almamıştır. Arkadan gelen darbelerde, kendi aralarındaki rekabet dolayısıyla Türk toplumuna huzur getirememişlerdir. Bu çok acı bir gerçektir. Hâlâ daha bu problemler devam etmektedir.

* Olaya bir hukukçu gözüyle baktığınızda, cereyan eden hadiseleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hukukçu olarak benim söyleyebileceğim; 27 Mayıs hazin bir hadisedir. Olanlar bir hukukçu olarak değerlendirildiği takdirde, esef duymamaya imkân yoktur. Örneğin Yassıada duruşmalarına baktığınızda, işlenen hukuk cinayetlerini apaçık görürsünüz. Mahkeme Reisi olan Salim Başol, hukukçu falan değil, askerlerin emrinde hareket eden biridir. Mahkemede Samet Ağaoğlu’nun itirazına, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diyor. Bunu söyleyen bir adamın artık hâkimlik vasfı kalır mı?

Şöyle düşünüyorum ki; bunu da kaşımamak gerektir. Bugünkü problemlerin halledilmesi konusunda bütün mesele ilgili olan tarafların gereken dersi çıkarmaları, akıllarını başlarına getirmeleri ve bir daha da Türkiye’yi askerî darbeye maruz bırakmamalarıdır.

*27 Mayıs’tan önce bir darbe olacağını hissetmiş miydiniz?

Darbeden önce, artık herkes tarafından yaklaşan bir büyük olay bekleniyordu. Ben Tevfik Bey’in evine gittim. Kendisi benim hemşehrim ve akrabamdır. Ayrıca da çok sevdiğim, saydığım dürüst bir insandı. Pencereden dışarıya bakıp, “Artık her şey bitti” dedi. Ben de “Ordu ne zaman ve ne şekilde hareket edecekse, bu iş de o şekilde bitecektir” dedim.

Aslında benim bu konuda şöyle bir anım olmuştu: Darbeden birkaç ay önce, “Darbe olur mu olmaz mı?” tartışmalarının olduğu sırada ben doçenttim. Uludağ’a giderdim. O zaman Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitümüz yeni kurulmuştu. Uludağ’da İş Bankasının bir oteli vardı. Değişik meslekten insanlar geliyordu. Bir tane gazeteci hanım vardı. O zaman tartışılan konu şu: Türkiye’de ihtilâl olur mu olmaz mı? Ben de onların arasında bir hukukçu olduğumdan bu soruyu bana soruyorlardı. Benim verdiğim ve hâlâ aynı kanaatte olduğum cevap şudur: “Her toplumda bir şeyler olabilir. Bu, bir çocuğun şişirilmiş bir balonla oynaması gibidir. Çocuk balonu evirir çevirir, balonu patlatacak en sert hareketlerde bulunur. Sonunda balon patlar. Patladıktan sonra da ağlamaya başlar. İşte, bütün mesele iktidarın ve muhalefetteki partilerin balonu patlatmamak konusunda gereken itinayı göstermelerindedir. Balonla oynarlarsa, bir gün mutlaka o balon patlar.”

Bu cevabım üzerine o gazeteci hanım köşesinde, “Uludağ’da konuştuğumuz hukuk profesörü Yaşar Karayalçın, ihtilâl olur dedi” diye yazdı. Benim anlatışımla gazetede yazılan ifadelerin arasında bir fark olduğunu o hanımın bilmemesine imkân var mı?Tabiî ki yok... Bu yazıyı Tevfik İleri okuyunca, “Yaşar nasıl böyle söyler?” diye çok üzülüyor. Ben bir hukukçu olarak darbe olmasını hiç ister miyim? Ama maalesef, bu demokrasi balonuyla oynanmıştır, oynanmıştır ve sonunda demokrasi balonunu patlatmışlardır.

*İsmet İnönü’nün o dönemdeki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

2. Cihan Harbinden sonra koskoca Rusya ‘güm’ diye gitti. Ben İstanbul’a gittiğimde Rus temsilcisi bir hukukçu profesör gelmişti. Şimdi onlar kendi hukuklarını, yani Sovyet hukukunu, demokrasiye ve özel mülkiyete dayanan bir sisteme çeviriyorlardı. İlk defa Rusya’da başlıyor bu. Diğer Sovyet rejiminin etkisi altında kalmış olan Orta Asya Türk Devletlerinde de cereyan ediyor. Enteresan bir faaliyet olduğunu gördük. Daha sonra bu demokrasi akımı, bize de sirayet etti. 1946’da seçim yapıldığı vakit Halk Partisi çok seçim oyunları yaptı. Mazbataları değiştirdiler diye dedikodu yayıldığından, İnönü psikolojik bakımdan büyük bir sarsıntı geçirdi. Hatta şu rivayet edilir: Bazı subayların İnönü’yü ziyaret edip, daha o zamandan “Paşam emrinizdeyiz” dediklerini de duymuşuzdur. Tabiî senelerce başbakanlık yapmış, 2. Cihan Harbinden sonra dönemin değişmez Genel Başkanı İnönü, Demokratların çok güçlü bir oyla kazanmalarını psikolojik bakımdan hazmedemedi.

*Biraz önce Yassıada’daki hukuk cinayetlerine değindiniz. Bunlardan biraz bahseder misiniz?

Boyutu küçük fakat çok önemli bir kitap yayınlanmıştı, “Yassıada’da Yaptırılmayan Son Savunmalar” diye. Bir sanığın son savunmasını almak hem yasal, hem de ahlâkî bir vecibedir. Fakat bazı idam edilen ve hapisle cezalandırılanların savunmaları alınmamıştır. O savunmaları bu kitapta okumuştum. İçlerinde çok enteresan ve acı olanları vardı. Onların yaptırılmaması da Salim Başol ve onun zihniyetinde olan insanlar için hukukî bakımdan utanç verici bir hadisedir. Belki Demokratların da taktik hataları olmuştur. Ama yine de her zaman Türkiye’nin en dürüst iktidarı olmuşlardır. Benim kesin müşahede ettiğim bir şey var ki, Demokrat Parti dönemindeki kadar -özellikle de parasal bakımdan- dürüst bir iktidar gelmemiştir.

DP’lilerin ne denli dürüst olduklarına dair şöyle bir anım vardır: Bir gün ben Samsun’a gitmiştim. Tevfik İleri Samsun’da Trafik Bölge Müdürü olarak çalışıyordu o dönemde. Bafra’ya gidecekti. Ben Bafra’yı hiç görmemiştim. Bana “Gelir misin?” dedi, ben de “Tabiî gelirim” dedim. Başka bir arkadaşı da vardı. Yolda telefon edecekler, devlet parasını boş yere sarfetmeme yollarını uzun uzun düşünmüşlerdi.

*Bir de Yassıada’da hırsızlıkla, devletin parasını çalmakla itham edilmişlerdi…

Evet. Yani bir telefon açma hadisesinde bile “Bizim devletin parasını kullanmaya hakkımız yoktur” deyip, çözüm aradıklarını bizzat yaşamışımdır. Hataları olmuş olabilir fakat DP’liler icraatlarını, millete dürüst bir şekilde hizmet etmek için, şartların daha iyi olması için yapmışlardır kanaatindeyim. Yani bilerek veya isteyerek devletin parasını yediklerini veya yedirdiklerini sanmıyorum.

*Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan’ın 27 Mayıs’la ilgili görüşleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Aslında Tansel Çölaşan benim ilk öğrencilerimdendi. Kendisine demek ki iyi öğretememişiz ki o açıklamaları yapmış. Her insanın sağlık açısından çok iyi, sıhhatli günleri vardır. Fakat bazen de sıkıntılı, bunalımlı günleri olmuştur. Toplumlar da aynen böyledir. Demokrasi kolay bir şey değildir. Demokrasi, bazı gerçekleri kabul etme olgunluğuna sahip olan toplumlarda ancak söz konusudur. Hele hele bizdeki siyasî partilere bakınca, bunun toplum bakımından çok sakıncalı olduğu kanaatindeyim. Yani, bu kadar sene sonra bile hâlâ Türkiye’de demokratik düzen tercih edilebilen bir sistem olmayacak mı? Ama ben askerî rejim dâhil, Türkiye’de 27 Mayıs’ta başımıza gelenleri hep sivil görünümlü askerlerin hazımsızlığında görüyorum. Ülkemize yazık olduğu kanaatindeyim.

*Son olarak, bugüne baktığımızda siyasilere ve topluma ne gibi önerileriniz olacak?

Tüm bu olanlardan sonra, yaşadığımız döneme bakıyorum da hâlâ daha toplumda sorumluluk taşıyan insanların, olanlardan yeteri kadar ders almadıklarını görüyorum. Toplumun haklarına sahip çıkması lâzım... Şu an zor günler yaşıyoruz. Bir tarafta demokrasi, bir tarafta yargı... Bir söz vardır, “Tarih tekerrürden ibarettir, hiç ibret alınsa tekerrür eder miydi?” diye. Geçmişten hâlâ ders almamış olanlar var, hâlâ Türk toplumunu tanımayanlar var. Vicdansızlıktır bu.

*“Halk Partililer 46 seçimlerinde oylarımızı değiştirmemizi istediler.”

1946 senesinde, Demokrat Parti yokken Türkiye bir bunalım geçirdi. İnönü Cumhurbaşkanı iken, Türkiye’de siyasî bir patlama veya olumsuz bir şey olacak havası vardı. İnönü bunu fark etti, bir beyanname ile ortalığı yumuşatmaya gayret etti ve çok partili hayata geçilip, seçime gidileceğini ilân etti. Bir seçim kanunu çıkarıldı.

O zaman ben asistandım. Seçim kanununu aldım, köyümüze gittim. Dedim, “Bakın, kanuna göre kime oy vermek istiyorsanız, tereddüt etmeden, endişe etmeden oyunuzu ona verin.” O zamanlar açık oylama olduğu için, “Halk Partisine vermezsek acaba başımıza bir şey gelir mi?” diye bir korku vardı. Rahmetli Tevfik İleri bile, kendi köyünde dahi halkın korkusundan oy alamamıştır. Fakat bizim köyde, benim ikazımdan olacak Demokrat Parti çok oy almıştı.

Seçim akşamı bir de baktım muhtar, Halk Partisinin o zamanki başkanı Balta Ailesinden Tahsin Bekir Balta ve birkaç kişi bizim eve geldiler. “Ne var?” dedim. “Oy mazbatalarını değiştireceksiniz.” dediler. Ben de dedim ki, “Bakın. Kanun açık, seçim kanunu isteyenin, istediği kişiye oy verebileceğini söylüyor. Bu yapmaya çalıştığınız bir suçtur. Böyle bir şeyi katiyen kabul edemeyiz.”

Bunun üzerine çekip gittiler. Ankara’ya döndüğümde, O zaman fakültede dersler başlamamıştı. Benim asistanı olduğum Alman hocamla beraber çıktık, Kızılay’a doğru gidiyoruz. Yolda hoca durdu, başka şeylerden konuşurken “Yaşar Bey” dedi. “Buyurun hocam” dedim. “Siz evleniyor musunuz?” dedi. “Hayır efendim, böyle bir şey yok. Ama bu şimdi nereden çıktı?” dedim. O zamanlar asistanlık kanunu falan yok, Hoca istese bir sözüyle beni görevden alabilir. Hocam bana cevap olarak dedi ki, “Bana rektör telefon etti. “Yaşar Karayalçın diye bir asistan varmış, onu tanır mısınız?” dedi. Ben de iyi bir sebepten dolayı sorduğunu düşünerek “Tabiî benim asistanımdır, çok kabiliyetli ve beceriklidir” deyip seni methedince, rektör teşekkür edip telefonu kapattı.” Şimdi, hocamla aramızda geçen bu diyalog, o zamanki zihniyeti çok açık bir şekilde gösteriyor. Memlekette isteğine karşı çıktığım Halk Partili Tahsin Bekir Balta, parti genel merkezine telefon edip, benim böyle bir davranışta bulunduğumu bildiriyor. Merkez de Rektör’ü arayıp, beni asistanlıktan atmalarını istiyor. Rektör fakülteyi arıyor, işe bakın telefona beni en çok seven hocam çıkıyor. Belki de onların zihniyetinde biri olsaydı, işime anında son verilecekti. İşte Halk Partisi budur.

DARBEYİ 1 GÜN ÖNCE RUYAMDA GÖRMÜŞTÜM

Türkiye’de darbe olacak rivayetleri vardı. 26 Mayıs günü evde oturup, radyo ve gazetelerde, sürekli “darbe olabilir” haberleriyle meşgul olurken, uyuya kalmışım. Rüyamda, birkaç dost bir araya geliyoruz. Bir arkadaşımızın eşiyle evlilik yıl dönümüymüş. O zaman Kızılay’da güzel bir lokanta vardı, oraya gidelim dediler. Kalktık oraya gittik. Yemek yerken, birden bir hareket oldu dışarıda. Birileri hızlı hızlı bir tarafa gidip geliyordu. Garson geldi, “Efendim ihtilâl oluyor” dedi. O dönemde senatör olan ve masamızda olan akrabam Prof. Necip Danışoğlu’nun arabası dışarıda duruyordu. “Necip, arabanın anahtarını ver gidip bakıp geleyim” dedim. Dışarı çıktım, Kızılay’dan Maltepe taraflarına bakıyorum. Bir tank tam orada, kavşakta duruyordu. Ben bunu görünce dehşet içinde kaldım. Hemen lokantaya geri döndüm. Dostlarımızla arabaya binip, eve döndük. Aradan biraz zaman geçtikten sonra radyodan “Darbe başarılı olamadı” diye duyuruldu. Bir gün önce gördüğüm rüyayı, ertesi gün yaşamış oldum.

CEMİL YÜZER

02.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (31.05.2008) - DARAĞACINDA SALLANAN BİR DEMOKRASİNİN HKAYESİ -5-

  (30.05.2008) - DARAĞACINDA SALLANAN BİR DEMOKRASİNİN HKAYESİ -4-

  (29.05.2008) - Mürekkebinden bilgi yerine zehir akan Akis Dergisi DARAĞACINDA SALLANAN BİR DEMOKRASİNİ HİKAY

  (28.05.2008) - TUNUS NOTLARI

  (27.05.2008) - DARAĞACINDA SALLANAN BİR DEMOKRASİNİN HİKÂYESİ (1)

  (26.05.2008) - Satışa çıkarılan İlâçlama uçakları elde kaldı

  (25.05.2008) - BİTKİSEL YAĞ AÇIĞIMIZ ÇOK BÜYÜK

  (24.05.2008) - Kanola, Türkiye’nin tarımdaki alternatifi

  (23.05.2008) - Bereketli topraklarımızı iyi planlayalım

  (22.05.2008) - Birliklerin faiz borçları silinsin

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf
© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır