evet, sabri’nin
        
        
          
            (1)
          
        
        
          ...u
        
        
          …p
        
        
          Oƒo
        
        
          ÷r
        
        
          G n
        
        
          ¤n
        
        
          Y r
        
        
          än
        
        
          ƒn
        
        
          à°r
        
        
          SGn
        
        
          h ...?/
        
        
          ©n
        
        
          ?r
        
        
          HG¢o
        
        
          Vr
        
        
          Qn
        
        
          G BÉ n
        
        
          j
        
        
          ayetinden istihraç ettiği mana, haktır ve mutabıktır.
        
        
          evet,
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          , sefine-i nuh gibi, Anadolu’yu Ce-
        
        
          bel-i Cudî hükmüne getirip, küre-i arz›n yang›n›ndan ve
        
        
          tufan›ndan kurtulmas›na bir sebeptir. Çünkü, zaaf-› iman-
        
        
          dan gelen tu€yan, ekserî musibet-i ammeyi celp etti€i gibi;
        
        
          iman› fevkalâde kuvvetlendiren risale-i nur, o musibet-i
        
        
          ammeyi dairesinin haricine b›rakmaya rahmet-i ‹lâhiye ta-
        
        
          raf›ndan vesile oldu. Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halk›
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          ’a girmeseler de iliflmesinler. e€er iliflseler, ya-
        
        
          k›nda bekleyen yang›nlar, tufanlar, zelzeleler ve tâunlar›n
        
        
          istilâs›na u€rayacaklar›n› düflünsünler, ak›llar›n› bafllar›na
        
        
          als›nlar. Madem biz onlar›n dünyalar›na kar›flm›yoruz; on-
        
        
          lar›n da lüzumsuz bir hâlde bu derece ahiretimize
        
        
          kar›flmalar›nda onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.
        
        
          İşte bu sekiz aydır, hususan bu heyecan veren bu hâ-
        
        
          disenizle beraber; şimdi yanımdaki Feyzi ile emin ve bü-
        
        
          tün bana temas eden dostlar şahittirler ki, bu sekiz ay
        
        
          zarfında birtek defa ne Harb-i Umumîyi, ne siyaseti sor-
        
        
          mamışım. Ve odamdan işitilen radyoyu da üç senedir
        
        
          dinlemedim. Halbuki, benim binler adam kadar dünyaya
        
        
          bakmak münasebet var. demek bize ilişen, doğrudan
        
        
          doğruya imana tecavüz eder. onları, Cenab-ı Hakka ha-
        
        
          vale ediyoruz…
        
        
          Hem ehl-i siyasete hiç münasebetimiz olmadığı hâlde,
        
        
          kat’î bilsinler ki,
        
        
          bu memlekette, bu asırda, milleti anar-
        
        
          şilikten, tereddi ve tedenni-i mutlakadan kurtaracak
        
        
          yegâne çaresi, Risale-i Nur’un esasatıdır.
        
        
          Bu hâdisede
        
        
          
            ahiret:
          
        
        
          öbür dünya, ebedî hayat.
        
        
          
            anarşîlik:
          
        
        
          isyankârlık, kural tanı-
        
        
          mazlık, bozgunculuk.
        
        
          
            asır:
          
        
        
          yüzyıl.
        
        
          
            ayet:
          
        
        
          Kur'ân’ın her bir cümlesi.
        
        
          
            Cebel-i Cudî:
          
        
        
          Hz. Nuh’un gemisi-
        
        
          nin indiği dağ; Cudî Dağı.
        
        
          
            Cenab-ı hak:
          
        
        
          Allah.
        
        
          
            daire:
          
        
        
          etki alanı, kaplanan alan.
        
        
          
            derece:
          
        
        
          seviye; miktar.
        
        
          
            ehl-i dünya:
          
        
        
          dünya hayatını esas
        
        
          hedef yapanlar.
        
        
          
            ehl-i siyaset:
          
        
        
          siyasetle uğraşan-
        
        
          lar, politikacılar.
        
        
          
            ekserî:
          
        
        
          çoğunluk.
        
        
          
            esasat:
          
        
        
          asıllar, temeller, ana haki-
        
        
          katler, gerçekler.
        
        
          
            felâket:
          
        
        
          afet, belâ, sıkıntı.
        
        
          
            hâdise:
          
        
        
          olay.
        
        
          
            hak:
          
        
        
          gerçek, doğru.
        
        
          
            hâl:
          
        
        
          durum, vaziyet, tavır.
        
        
          
            hâlbuki:
          
        
        
          oysa ki, aslında.
        
        
          
            halk:
          
        
        
          millet, topluluk.
        
        
          
            harb-i umumî:
          
        
        
          İkinci Dünya
        
        
          Savaşı.
        
        
          
            hariç:
          
        
        
          dışında.
        
        
          
            havale etme:
          
        
        
          gönderme, yönelt-
        
        
          me, bırakma.
        
        
          
            hususan:
          
        
        
          özellikle.
        
        
          
            hükmüne getirme:
          
        
        
          yerine koy-
        
        
          ma.
        
        
          
            ihtimal:
          
        
        
          olasılık.
        
        
          
            ilişme:
          
        
        
          rahatsız etme.
        
        
          
            iman:
          
        
        
          inanma, inanç.
        
        
          
            istihraç:
          
        
        
          çıkarma, açığa koyma.
        
        
          
            istilâ:
          
        
        
          hükmü altına alma, el koy-
        
        
          ma, işgal etme.
        
        
          
            kat’î:
          
        
        
          kesinlikle.
        
        
          
            kavi:
          
        
        
          kuvvetli.
        
        
          
            küre-i arz:
          
        
        
          yer yüzü.
        
        
          
            lüzumsuz:
          
        
        
          gereksiz.
        
        
          
            madem:
          
        
        
          -den dolayı.
        
        
          
            mana:
          
        
        
          anlam.
        
        
          
            memleket:
          
        
        
          ülke.
        
        
          
            millet:
          
        
        
          aynı inanca sahip
        
        
          insan topluluğu.
        
        
          
            musibet-i amme:
          
        
        
          genel belâ;
        
        
          herkesi ilgilendiren sıkıntı.
        
        
          
            mutabık:
          
        
        
          uygun, yerinde.
        
        
          
            münasebet:
          
        
        
          ilgi, alâka, yakın-
        
        
          lık, bağ.
        
        
          
            rahmet-i ilâhiye:
          
        
        
          Allah’ın şef-
        
        
          kat ve merhametinin netice-
        
        
          leri.
        
        
          
            sefine-i nuh:
          
        
        
          Nuh Aleyhisse-
        
        
          lâmın gemisi.
        
        
          
            sıkıntı:
          
        
        
          acı, keder.
        
        
          
            siyaset:
          
        
        
          insanları yönetme
        
        
          sanatı.
        
        
          
            şahit:
          
        
        
          tanık.
        
        
          
            taun:
          
        
        
          veba, bulaşıcı hastalık.
        
        
          
            tecavüz:
          
        
        
          saldırma, sataşma.
        
        
          
            tedenni-i mutlaka:
          
        
        
          tam bir
        
        
          gerileme; çöküş, alçalış.
        
        
          
            temas etme:
          
        
        
          ilişki kurma.
        
        
          
            tereddi:
          
        
        
          yozlaşma, kötülükte
        
        
          ilerleme.
        
        
          
            tufan:
          
        
        
          kasırga, şiddetli fırtına.
        
        
          
            tuğyan:
          
        
        
          azma, azgınlık. kü-
        
        
          fürde çok ileri gitme.
        
        
          
            vesile:
          
        
        
          aracı, vasıta.
        
        
          
            yegâne:
          
        
        
          tek.
        
        
          
            zaaf-ı iman:
          
        
        
          iman zayıflığı.
        
        
          
            zarfında:
          
        
        
          içerisinde, sürecin-
        
        
          de.
        
        
          
            1.
          
        
        
          Ey yer suyunu yut… Ve gemi Cudî dağına oturdu. (Hûd Suresi: 44.)
        
        
          
            | 178 | K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası