hayat-ı uhreviye ezvakını istiyor; birinci derecede, zevk-i
        
        
          hayat onda hükmediyor.
        
        
          Dördüncüsü
        
        
          : Bizimle alâkadar bir zat, pekçokların
        
        
          şekva ettikleri gibi, eskiden şiddetli bir tarikatte okuduğu
        
        
          evradındaki zevk ve şevkini kaybettiğini ve sıkıntı ve uy-
        
        
          ku galebe ettiğini müteessifâne şekva etti.
        
        
          ona dedik: Maddî hava bozulduğu vakit nasıl ki sıkıntı
        
        
          veriyor, asabî sinelerde inkıbaz hali başlıyor; öyle de, ba-
        
        
          zen manevî hava bozuluyor. Hususan maneviyattan ya-
        
        
          banîleşmiş bu asırda ve bilhassa hevesat ve müştehiyat-ı
        
        
          nefsaniyeyi taammüm etmiş memleketlerde ve hususan
        
        
          şuhur-i muharreme ve şuhur-i mübarekede manevî hava-
        
        
          yı tasfiye eden âlem-i İslâmın intibah ve teveccüh-i umu-
        
        
          mîsi, o mübarek şuhurun gitmesiyle tevakkuf etmesinden
        
        
          fırsat bulup, havayı bozan dalâletlerin tesirleri zamanın-
        
        
          da ve bilhassa kış tazyikatı altında, bir derece hayat-ı dün-
        
        
          yeviye ve hevesat-ı nefsaniyenin tasallutlarının noksani-
        
        
          yetinden, ehl-i İslâm ve ehl-i imanda, hayat-ı uhrevîye ça-
        
        
          lışmak iştiyakı, baharın gelmesiyle hayat-ı dünyeviyenin
        
        
          ve hevesat-ı nefsaniyenin inkişafıyla o iştiyak-ı uhreviye-
        
        
          yi gizlemesi anında elbette böyle kudsî evradlarla zevk,
        
        
          şevk yerinde esnemek ve fütur gelir.
        
        
          Fakat, madem
        
        
          
            (1)
          
        
        
          Én
        
        
          go
        
        
          õn
        
        
          ªr
        
        
          Mn
        
        
          G p
        
        
          Qƒo
        
        
          eo
        
        
          ’r
        
        
          G o
        
        
          ôr
        
        
          «n
        
        
          N
        
        
          sırrıyla, meşakkat-
        
        
          li, külfetli, zevksiz, sıkıntılı a’mal-i saliha ve umur-i hayri-
        
        
          ye daha kıymetli, daha sevaplıdır; o sıkıntıda, o meşak-
        
        
          katteki ziyade sevabı ve makbuliyeti düşünüp, sabır için-
        
        
          de mesrurâne şükretmek gerektir.
        
        
          
            K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası
          
        
        
          
            | 183 |
          
        
        
          
            inkıbaz:
          
        
        
          kasvet, tutukluk, sıkıntı,
        
        
          sıkılma.
        
        
          
            inkişaf:
          
        
        
          ortaya çıkma, gelişme.
        
        
          
            intibâh:
          
        
        
          uyanıklık.
        
        
          
            iştiyak:
          
        
        
          aşırı isteme, çok fazla ar-
        
        
          zu etme.
        
        
          
            iştiyak-ı uhreviye:
          
        
        
          ahiret sevgisi,
        
        
          arzusu, coşkusu.
        
        
          
            kudsî:
          
        
        
          mukaddes, yüce.
        
        
          
            külfet:
          
        
        
          zahmet, sıkıntı.
        
        
          
            maddî:
          
        
        
          madde ile alakalı, cisma-
        
        
          nî.
        
        
          
            madem:
          
        
        
          ...den dolayı, böyle ise.
        
        
          
            makbuliyet:
          
        
        
          makbullük, beğenil-
        
        
          mişlik, geçerlilik.
        
        
          
            manevî:
          
        
        
          manaya ait, maddî ol-
        
        
          mayan.
        
        
          
            maneviyat:
          
        
        
          mana alemine ait
        
        
          olanlar, hisse ve inanca ait şeyler.
        
        
          
            mesrurane:
          
        
        
          sevinçli bir şekilde,
        
        
          sevinerek, memnun olarak.
        
        
          
            meşakkat:
          
        
        
          zahmet, sıkıntı, güç-
        
        
          lük, zorluk.
        
        
          
            mübarek:
          
        
        
          feyizli, bereketli, kutlu.
        
        
          
            müştehiyat-ı nefsaniye:
          
        
        
          nefsin
        
        
          hoşuna giden, şehveti celp eden
        
        
          şeyler.
        
        
          
            müteessifane:
          
        
        
          müteesif olarak,
        
        
          eseflenerek, kederlenerek.
        
        
          
            noksaniyet:
          
        
        
          eksiklik, noksanlık.
        
        
          
            sabır:
          
        
        
          dayanma, katlanma, zor-
        
        
          luklara dayanma gücü.
        
        
          
            sır:
          
        
        
          gizli hakikat.
        
        
          
            sine:
          
        
        
          yürek, kalp, gönül.
        
        
          
            şekva:
          
        
        
          şikayet.
        
        
          
            şevk:
          
        
        
          şiddetli arzu, aşırı istek ve
        
        
          heves.
        
        
          
            şuhur:
          
        
        
          aylar.
        
        
          
            şuhur-i muharrame:
          
        
        
          savaşmanın
        
        
          haram olduğu mübarek aylar:
        
        
          Hicrî zilkade, zilhicce, muharrem
        
        
          ve recep ayları.
        
        
          
            şuhur-i mübareke:
          
        
        
          mübarek ay-
        
        
          lar.
        
        
          
            şükür:
          
        
        
          Allah’ın nimetlerine karşı
        
        
          memnunluk gösterme, gerek dil
        
        
          ile gerekse hal ile Allah’ı hamd
        
        
          etme.
        
        
          
            taammüm:
          
        
        
          umumîleşme, genel
        
        
          olma, yaygınlaşma.
        
        
          
            tarikat:
          
        
        
          Allah’a ulaşmak için şey-
        
        
          hin gözetiminde müridin takip
        
        
          edeceği terbiye usul ve yolu.
        
        
          
            tasallut:
          
        
        
          birini rahatsız etme, mu-
        
        
          sallat olma, hükmü altına alma.
        
        
          
            tasfiye:
          
        
        
          saflaştırma, arıtma, te-
        
        
          mizleme.
        
        
          
            tazyikat:
          
        
        
          tazyikler, baskılar, zor-
        
        
          lamalar.
        
        
          
            tevakkuf:
          
        
        
          duraklama, durma.
        
        
          
            teveccüh-i umumî:
          
        
        
          umumun
        
        
          alâkası, teveccühü.
        
        
          
            umur-i hayriye:
          
        
        
          hayırlı işler.
        
        
          
            yabanî:
          
        
        
          .
        
        
          
            zat:
          
        
        
          kişi, şahıs.
        
        
          
            zevk-i hayat:
          
        
        
          hayat zevki, hayat
        
        
          lezzeti.
        
        
          
            ziyade:
          
        
        
          fazla, fazlasıyla.
        
        
          
            alâkadar:
          
        
        
          ilgili, ilişki.
        
        
          
            âlem-i islâm:
          
        
        
          İslâm âlemi, İs-
        
        
          lâm dünyası.
        
        
          
            a’mal-i saliha:
          
        
        
          salih ameller,
        
        
          Allah’ın rızasına uygun yapıl-
        
        
          mış iyi ve hayırlı işler.
        
        
          
            asabî:
          
        
        
          sinirli, öfkeli.
        
        
          
            asır:
          
        
        
          yüzyıl.
        
        
          
            bilhassa:
          
        
        
          özellikle.
        
        
          
            dalâlet:
          
        
        
          iman ve İslamiyetten
        
        
          ayrılmak, azmak.
        
        
          
            ehl-i iman:
          
        
        
          inananlar, iman
        
        
          sahipleri.
        
        
          
            ehl-i islâm:
          
        
        
          İslâm topluluğu,
        
        
          Müslümanlar.
        
        
          
            evrat:
          
        
        
          virtler, okunması âdet
        
        
          olan dinî dualar.
        
        
          
            ezvak:
          
        
        
          zevkler.
        
        
          
            fütur:
          
        
        
          zayıflık, gevşeklik,
        
        
          usanç.
        
        
          
            galebe:
          
        
        
          galip gelme, üstün-
        
        
          lük.
        
        
          
            gerek:
          
        
        
          şart, lüzumlu.
        
        
          
            hayat-ı dünyeviye:
          
        
        
          dünyaya
        
        
          ait olan hayat.
        
        
          
            hayat-ı uhrevî:
          
        
        
          uhrevî hayat,
        
        
          ahirete ait olan hayat.
        
        
          
            hayat-ı uhreviye:
          
        
        
          uhrevî ha-
        
        
          yat, ahirete ait olan hayat.
        
        
          
            hevesat:
          
        
        
          hevesler.
        
        
          
            hevesat-ı nefsaniye:
          
        
        
          nefse
        
        
          ait geçici, çirkin arzu ve istek-
        
        
          ler.
        
        
          
            hususan:
          
        
        
          bilhassa, özellikle.
        
        
          
            hükmetme:
          
        
        
          karar vermek,
        
        
          inanca varmak.
        
        
          
            1.
          
        
        
          İşlerin en hayırlısı zahmetli olanıdır. (Aclunî, Keşfü’l-Hafâ, 1:55.)