Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 09 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Kışla-cami; ya da millet olmanın hazzı

Çocukluğumun geçtiği ev, bir kışlanın yanı başındaydı. Sabahın ilk ışıklarıyla çamlık eteklerinden üfül üfül esen rüzgâra karışırdı asker türküleri. ‘Yaylalar Yaylalar’ türküsünü potin tempolarının eşliğinde dinlediğimi, “Her şey vatan için” diye yükselen feryadın yüreğimi titrettiğini dün gibi hatırlarım.

Unutamadığım tablolar arasında hafız askerler vardır. Şapkalarını ters çevirir, müezzinlik yaparlardı. Bir zaman sonra Yahya Kemal’in Süleymaniye’de Bayram Sabahı adlı muhteşem şiiriyle tanıştım. Koca şair, kendi gök kubbemiz altında yaşanan bayram saatini billur bir tabloya dönüştürüyor, varlığımızın millî mimarisini resmediyordu. “Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri / Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbir’i / Ne kadar saf idi siması bu mümin neferin/ Kimdi? Banisi mi, mimarı mı bu ulu eserin?” mısralarını okurken kendi kendime hep “Aaa! Bu bizim Taşköprü Mahallesi Camii’nde gördüğüm Mehmetçik’i anlatıyor” demişimdir. Zira bir zamanlar öyleydi. Erinden paşasına kadar pek çok insan -özellikle bayramda ve kandil gecelerinde- mabette halkla ve Hak’la bütünleşirdi. Ordu-millet sevgisinin tebellür etmiş fotoğrafları mabetlerde çekilirdi hep.

Her askerî dönem, ordumuzun üzerine pek yakışan birtakım güzellikleri örttü, gizledi, görünmez kıldı. 1960 sonrası başlayan “ordunun dinle problemi mi var?” kuşkusu, doğru değildi; ancak darbecilerin yanlış tutumu böyle talihsiz bir imajın doğmasına neden oldu. 1960 sonrası yapılan her teşebbüsü halk -Demokrat Parti’ye karşı görünse bile- dine karşıymış gibi algıladı.

28 Şubat sürecinin en büyük kötülüğü, kışla ile cami arasındaki uçurumu derinleştirmesidir. Bu hata hem o günkü bazı siyasîlerin hanesine yazılmak zorundadır hem de bazı askerî erkânın. İktidar ile askeriye arasındaki her kavganın özünde İslamcılık-laikçilik gibi keskin kavramlar olunca ve mesele bir güç gösterisine dönüşünce sosyal dokunun ne kadar bozulduğu anlaşılamadı. Her iki cenahtan yükselen sorumsuz beyanlar, anlaşılmaz tutumlar vs. yüzünden Türk milletinin manevî dinamikleri sarsıldı; kuşkular, korkular herkesi dar bir çerçeveye sıkıştırdı. “Siyasal İslam”ın en ağır faturası da buydu zaten. 28 Şubat sürecinde yaşanan “siyasal İslam” korkusu, “siyasal ordu”yu doğurdu. Öyle ki, halkın oylarıyla seçilmiş bir iktidarı alaşağı etmek yetmedi, toplumun bütün katmanlarına “balans ayarı” yapılmak istendi. Mesela iş dünyasını renklere boyamaktan devlet memurunu fişlemeye, üniversitedeki öğrenciye “psikolojik danışmanlık” yapmaya kadar cinnet sınırları zorlandı. O günün muktedir 28 Şubatçıları bile sonunda itiraf etti ki yapılanlar yanlıştı, hatalıydı.

Aslında 28 Şubat, “Süleymaniye’de Bayram Sabahı”nı bir kâbusa çevirdi. Bugünkü acı gerçek şudur: Herhangi bir ordu mensubu camiye gidemez, herhangi bir din görevlisi de kışlaya ulaşamaz oldu. Bunların iç içe girmesi de, birbirinden kopması da mahzurluydu oysa. Bir zamanlar kışlaların içinde bile şirin mescitler, narin camiler vardı. Hâlâ da var bazı yerlerde; ancak araya soğukluk girdiği de bir gerçek. Herkes damgalanmaktan korkar hale geldi. Cenazeler dışında paşaları camide görmek mümkün değil artık; tıpkı ölüm telkini ve mevlit tilaveti dışında askerî lojmanda din görevlisi görmenin mümkün olmadığı gibi...

Zaman, 8.8.2006

Ekrem DUMANLI

09.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Atatürkçülük adına yapılan yağmalar

  Kışla-cami; ya da millet olmanın hazzı

  Kod adı: Yeni Ortadoğu

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004