Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 09 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Emekli askerî hakim Ümit Kardaş: Asker denetlenemiyor, AKP yalpalıyor

* Genelkurmay Başkanı TESEV almanağına neden bu kadar kızdı?

Çünkü askerler demokratik bir denetime ve gözetime razı değiller. Böyle bir konunun bırakın tartışılmasını, bilgi olarak dahi ortaya konmasını istemiyorlar. Tarihten gelen birtakım nedenleri de var; ama TSK 1980’den beri iktidarda.

MGK yapılanması ve 12 Eylül hukukunun getirdiği düzenlemelerle yürütme ve yargı erkleri ile toplum üzerinde güçlü bir iktidara sahip ve sürekli topluma korku salıyor. Böyle bir tehdit ve korku ortamında onu denetleyemezsiniz. Hükümetin bu almanağı ifade özgürlüğü bağlamında ve demokrasiye bir katkı olarak algılayıp savunmaması ve askere hak vermesi hatta bu çıkışın nedenini daha çok bu almanağa yöneltmesi hem etik hem de ahlaki değil. AKP iktidarda muktedir değil, yalpalıyor.

* Başbakan’ın askerlere “Gelin abartmayalım, uzlaşalım” önerisi yalpalamak mı?

Başbakan tutarsız davranıyor. ABD’de ordunun sivil otoritenin emrinde olduğunu söyleyip, dönüş yolunda tavizkar bir tutum sergilemesini doğru bulmuyorum. Başbakan’ın bu konularda askeri ikna etmesi gerekmiyor. Askerî bürokrasi bir siyasi parti değil, kendine bağlı, idare içinde yer alan bir kurum. İktidar uzlaşmayı muhalefet partileriyle arar, onları iknaya çalışabilir. Ama askeri değil. Ayrıca askerin tatmin edilebileceğini de sanmıyorum. Almanakta yazıları bulunan akademisyen 5 polis hakkında soruşturma açılması bilimsel ifade özgürlüğüne bir saldırı ve bu soruşturmanın askerin hedef göstermesi sonucu başlaması çok acı. Üstelik bu akademisyenlerin makale yazdıkları konuların ordu ile ilgisi yok. Bu insanların aldığı yara nasıl onarılacak? Bilimsel gelişme nasıl sağlanacak? Bu konularda siz demokrasiden yana bir iktidar olarak nasıl kayıtsız kalır, taviz verirsiniz?.. Gerçek irtica bu işte.

(...)

* MGK’nın yapısındaki yasal değişiklikler uygulamada neleri değiştirdi?

MGK’nın yetkileri daraltıldı. Bir sivil genel sekreter getirildi. Ama değişen bir şey yok. Fiiliyatta oluşturdukları müdahale geleneği, fişlemeler, iç istihbarat devam ediyor. Bence MGK’nın tamamen kalkması lazım. Dış güvenlik kurulu olabilir. Dış güvenlikle ilgili konularda askerin görüşünü alacaksınız tabii ki. Ama MGK’da iç siyaset konuşuluyor. Siyasetçinin böyle bir zemine ihtiyacı yok. Kendi parti grupları var, Meclis var, bakanlar kurulu var.

* Yeni sivil genel sekreter MGK’nın iç değil, dış güvenliği izleyeceğini beyan etmişti.

Uygulamada böyle olmuyor işte. O zemin durduğu sürece askerler oraya kendileri açısından tehlike gördükleri konuları hep getirecekler. Zaten kavram milli güvenlik, milli savunma değil. Güvenlik dediğinizde bu her şeyi kapsar; hukuk, ekonomi, eğitim, kültür hepsiyle ilgilenirsiniz.

* Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ni görmediklerini açıklayan siyasiler var. Neden gizleniyor?

Bunun hazırlanmasında asker egemen olduğu için, kendilerine göre yaptığı birtakım tehdit algılamalarının bilinmesini istemiyor. Bu belgeyi yürütmenin hazırlaması lazım; ama acaba sivil siyasetçiler bu konuda ne kadar nitelikliler, buna eğilmek istiyorlar mı? Yoksa bu askerin işi, biz onlara mı bırakalım diyorlar?

* Eğer siviller yetersizlerse bunda askerin payı yok mu? İşte hep deniyor ki siyasiler boşluk yaratıyor, asker de onu dolduruyor. Sen sürekli onları korkutursan, aşağılarsan nasıl gelişecek beyinler?

Gelişemez tabii. O boşluğu zaten asker yaratıyor. Asker siyasete müdahale ettikçe siyasetçi sorumluluk almaktan kaçınır. Kendine olan güvenini kaybeder bir süre sonra. Hatta Genelkurmay milli güvenlik siyaseti ile ilgili galiba bir görüş sormuş hükümete. Onlar da ‘siz nasıl uygun görürseniz’ demişler.

* Bunu diyen kim, Başbakan mı?

Artık bilemiyorum, ya Başbakan ya Milli Savunma Bakanı. Siz siyaset yapıyorsanız, cesur, programlı ve dik olacaksınız. Bakın toplumsal bir olay olduğu zaman vali askerden yardım ister. Öyle bir yönetmelik çıkarıldı ki asker doğrudan doğruya müdahale ediyor artık. Bunu hazırlayan, hükümet. Siz kendi yetkilerinizi resmen askere devrediyorsunuz. Ha diyeceksiniz ki asker bunları tokatlıyor. Travma geçirdiler bunlar. Doğrudur. Bir başbakan, iki bakan asıldı. Ondan sonra iki gömleğimiz var; bayramlık ve idamlık söylemleri. Tayyip Erdoğan da yakın bir zamanda böyle bir psikolojinin içindeydi. Darbeler yapıyorsunuz. Siyasetçi tabii ki güvenini kaybediyor. Sorumluluk almaktan korkuyor.

* Bir adım ileri iki adım geri gidiyor.

Kürt sorunu var diyorsunuz, lafınızın altını dolduramıyorsunuz. Askere dur kardeşim, ben bunu çözeceğim, bu benim sorunum diyebiliyor musunuz? Yoksa bir kenara çekilip, asker gitsin, savaşsın mı diyorsunuz. Siz güçlü birisinden dayak yediğiniz zaman bir daha onun çevresinde dolaşabilir misiniz? Dolaştığınız zaman da boynunuzu büküp korkarak kaçarsınız, onun dediğini yaparsınız.

* Peki bu durumdan dayak atan da zarar görmüyor mu?

Tabii, o da netice itibarıyla güç kaybına uğruyor. Disiplini zayıflıyor, kendi içinde muhalif gruplara bölünüyor. Her darbeden sonra tasfiyeler oldu orduda. 12 Eylül’de bir sürü genç subay atıldı. 1960 ihtilali keza Eminsuları, tasfiye etti. 28 Şubat’ta da aynı şeyler yaşandı.

* Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasını dinleyen genç subayların kafalarında hangi soru işaretleri vardır acaba?

Askeri eğitim çoğunlukla bir prototip yaratıyor. Daha ortaokul çağında o kurmaylığa marke olan insanların kafasında gücü elde etme, general olma, genelkurmay başkanı olma, cumhurbaşkanı olma fikri var. Sürekli onlara ‘sivillerden daha üstünsünüz, sizin donanımınız farklı, siz cumhuriyeti koruyacaksınız’ gibi bir psikolojik yaklaşım da onları farklı düşünmeye sevk ediyor. Kurmay sınıflarda muhalif olacağını düşünmüyorum. Yani o piramidin tepesine doğru gittikçe amaçlar değişiyor. Yani bir tuğgeneral tümgeneralliği, tüm olan korgeneralliği hedefliyor. Tabii imtiyazlar, ayrıcalıklar başlıyor ondan sonra. Bunları bırakmak kolay değil.

(...)

Tabii ordunun çoğunluğunu sivil toplumdan gelen, askerlik görevini yapan bizim gibi insanlar oluşturuyor. Astsubaylar ve hatta subaylar dahi kurmaylara göre kendilerini ezilmiş görürler bu sistem içerisinde. Ne kalıyor geriye? Bir kurmay sınıfı, yani o piramidin tepesi siyaseti belirleyici olan. Zirvedekiler üç yüz kişi midir, beş yüz kişi midir, neyse işte. Yoksa alttakilere bir şey sorulmaz. Sıkı bir emir komuta zinciri var.

Zaman, 8.10.2006

Konuşan: Nuriye AKMAN

09.10.2006


 

AKŞAM, 8.10.2006

09.10.2006


 

Laikliği tanımlayamazlar!

Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun yaptığı açıklamayı okuduğumda kahkahalarla güldüm. Biliyorsunuz, Yargıtay Başkanı Osman Arslan, laikliğin bir tanımı olmadığını, tanımlanması gerektiğini söylemişti.

Meclis Başkanı Bülent Arınç da benzeri bir demeç vermişti.

Buna karşılık Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, “ Laikliği yeniden tanımlamak isteyenler var “ diyerek bu konuşmaları eleştirmişti.

Şimdi de Yargıtay Başkanlar Kurulu, durumdan vazife çıkararak Arslan ve Arınç’a karşı çıkıyor. Güzel. Peki ne diyorlar? “ Laikliğin ne olduğu bellidir. “ Nereden belli? “ Efendim uygulamalara, alınan kararlara bakın. “

Hani tanım? “Tanım yok!”

Gel de gülme; ağlanacak halimize!

Üniversitede okumuş, yıllardır hukukçu olarak çalışan kişilerin yaptığına bakın. Bir kavramı tanımlamaktan acizler.

Cinayeti tanımlar mısın? “Tanımlarım.” Suiistimali tanımlar mısın? “Tanımlarım.” Peki laikliği tanımlar mısın? “Tanımlayamam, uygulamaya bakın.”

Bir süre önce okurlarımıza çağrı yaptım: “Bana öyle bir laiklik tanımı yapın ki hem devletle din birbirinden ayrılsın, hem de Diyanet İşleri Başkanlığı devlete dahil olsun.”

Böyle bir tanım yapılamaz. Çünkü Türkiye laik değildir. Biz, dinin devlet tarafından kontrol edildiği ve kullanıldığı bir ülkeyiz.

Bildiğiniz gibi, “dini siyasete alet ettiği için” kapatılan birçok parti oldu. Halbuki Türkiye’de dini siyasete alet eden bir numaralı kurum devlettir .

Devlet, Diyanet görevlilerini memur statüsüyle kadrosunda bulundurmakla yetinmez. Aynı zamanda bu memurlara ekstra görevler de verir.

Mesela ekonomik kriz çıktığında bu memurlar, yukarıdan aldıkları emirler uyarınca, “ Dövizle alışveriş yapmayın... Evinizi, dükkanınızı dolarla kiraya vermeyin “ diye müminleri uyarırlar.

Komediye bakar mısınız? Sana ne yahu! İster dolarla kiraya veririm, ister altınla. Kim karışır?

Demek istediğim şu ki bizde laikliği tanımlayamazsınız. Çünkü ‘ kuramsal’ bir tanım, dinle devletin ayrışmasını beraberinde getirir ki gerçek bununla çelişir. Diyanet İşleri’ni lağvetmek gerekir.

Mevcut durumdan hareketle de ‘ çelişkiye düşmeden’ laikliği tanımlamak mümkün değildir.

Laiklik bizde muğlak bir kavramdır ve öyle kalmaya da devam edecektir.

Çünkü tanımı yapıldığı anda... Devletin dini siyasetine alet etme uygulaması son bulacak... Bu da devletin işleyiş biçimini değiştirmeyi zorunlu kılacaktır.

İşte bu yüzden “ Laikliği tanımlayın “ çağrıları her zaman cevapsız kalacak... Yargıtay Başkanlar Kurulu “Uygulamaya bakın” demekle yetinecek... Genelkurmay Başkanı da üzerinde ince ince çalışılmış olan uzun konuşmasında dahi bir tanım yapamayacaktır.

Bunları söylüyorum diye sakın “Laikliği tanımlayın” çağrısı yapanları samimi bulduğumu sanmayın. Onlar da laikliği tanımlayamaz. Çünkü tanımladıkları anda Diyanet İşleri gibi devasa bir kurumu elden çıkarmaları gerekir ki bunu asla göze alamazlar.

Sabah, 8.10.2006

Emre AKÖZ

09.10.2006


 

Vefa, Kasımpaşa’ya bu kadar mı uzaktır?

HÜKÜMETİN eleştirdiğim çok yönü var, ama bir tanesi beni diğerlerinden çok daha fazla rahatsız ediyor: Hükümet çok vefasız! Hükümet iç kadrodan olmayanları çok kolay satıyor!

En son örnek, TESEV’in malum raporuna katkıda bulunan 9 Polis Akademisi öğretim üyesiyle ilgili olarak Emniyet Genel Müdürü’nün soruşturma açması. Gerekçe “izin almamaları”!

Rapor yayınlanalı 5 ay olmuş. Kimsenin bu arada sesi çıkmamış. Zaten öğretim üyelerinin izin alma zorunluluğu yok, ama Genelkurmay Başkanı kızınca, beyefendiler anında “durumdan vazife çıkardılar”.

Başbakan, Washington’da “Kanunlar gereği asker, hükümetin emrindedir” demiş. O anda öyle söylemek işine geldiği için söylemiş. Hükümet sıkışınca askerin ağzına bakar!

* * *

Örnekler çok.

Şemdinli Komisyonu’nda verilen Büyükanıt aleyhine ifadeler Van Savcısı’na gitti, Başbakanlık Ofisi savcıya destek verdi, ancak ne zaman ki asker “höt!” dedi, savcı anında satıldı.

Önce can, sonra canan!

* * *

Eski İstihbarat Daire Başkanı, Şemdinli olayını kovuşturdu, hükümet yetkilileri ve dahi Başbakan, “Komisyonda bildiğini anlat” dediler. Adam anlattı. Asker kızdı. Sonuç: Başkan anında satıldı.

Önce can sonra canan!

* * *

Ben yeni ekol Milli Görüşçüleri, eski ekol Milli Görüşçülerden farklı zannediyordum. Fena halde yanılmışım.

“Gerektiğinde kendinden olmayanı satmak” şiarı dün de geçerli idi, bugün de geçerli.

Önce can, sonra canan!

Hele hele söz konusu askerse “binlerce canan feda olsun!”

* * *

Türkiye Cumhuriyeti’nde kapılarda Genelkurmay Başkanı’nı karşılayan ilk başbakan, Erbakan’dır. Onun döneminde askerlere en büyük maaş zammı verilmiştir. Onun döneminde Başbakanlık’ta hukuk dışı “takip komisyonları” kurulmuştur. 10 küsur gazetecinin önünde bunu inkár eden Erbakan’a imzası gösterildiğinde “okumadan imzalamışım!” diyen de kendisidir.

* * *

Başbakan’ın, ABD dönüşü uçakta sarf ettiği “İrtica konusunu gerekli makamlarla görüşeceğim” sözünü zeytin dalı olarak yorumlayanlara ben katılmıyorum.

Zira Başbakan’ın samimiyetine inanmıyorum.

Başbakan irtica konusunda, ama yanlış ama doğru, çeşitli defalar uyarılmıştı. Kendisi de, Gül de bu konuda uzun brifingler almışlardı. MGK’da hükümetin onayıyla oluşturulan belgeler, irticayı en büyük tehlikeler arasında ilan eder.

Bütün bu bilgiler ve mutabakatlara rağmen Başbakan; 4 yıldır oturduğu makamda donatıldığı bilgiler ışığında daha iki gün evvel “Ülkede irtica tehdidi yoktur” demişti.

Kendi sözünün ardında duramayan bir insana ben nasıl güveneyim?

* * *

“Sıkışınca yan çizmek mubahtır”, “Cumhurbaşkanlığı’na giden her yol bizim yolumuzdur”, “Hele ben bir Cumhurbaşkanı olayım, bak sana neler ederim” sözlerini kendine şiar edinmiş bir hükümetin son zamanlarda en başarılı olduğu alan Şark kurnazlığıdır!

Hürriyet, 8.10.2006

Cüneyt ÜLSEVER

09.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004