Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 22 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Abdurrahman ŞEN

“Halk arasında çatışma yok!”



Sevgili dostlar… Mübarek Ramazan aylarından birini daha tükettik… Ömrümüzle birlikte…

Kısmetse yarın bayram… Hani adamın biri Ramazan’ın bitmesine ahlar vahlarla üzülüyormuş da Bektaşi komşusu dokundurmuş; “-Muhterem! Hem Ramazan’ın bittiğine yana yakıla üzülürsünüz, hem de gitti diye ardından bayram edersiniz!”

Hayat da bazen böyle çelişkili gibi görünen tebessümlerle güzel değil mi?

Evet, yarın mübarek Ramazan Bayramı… Bütün okurlarımın mübarek bayramını en içten dileklerimle kutlarım.

Malûm… Bayram ziyaretlerinde oradan buradan derken ister istemez güncel olaylar da konuşulur… Bu gün sizlere, üzerinde tekrar tekrar düşünmemiz gerektiği inancıyla, 4 Aralık 1999’da yazdığım yazıdan hatırlatma yapmak istiyorum.

Sayın Mahir Kaynak o günlerde Eğitim Bilim Dergisi’nden Nejla Özkaya’nın sorularını cevaplandırmış. İşte Mahir Kaynak’ın sözlerinden bir demet: “ Türkiye’de rejim üzerindeki iç çatışmalar bitmedi./....../ daha doğrusu Türkiye’de tekli ve birbiriyle çatışmayan devlet yapısı oluşmadı. Başka ülkelerde devletin hedefleri ve anayasa hakkında uzlaşma vardır. Siyasî partilerse bu hedeflere ulaşmak için farklı yollar ileri sürerler. Türkiye’deki mücadeleyse bunların dışında. Türkiye’nin dış politikası, yani bulunacağı blok hakkında bir uzlaşma yoktur. Bu sebeple de çok büyük çatışmalar olmaktadır. Bu konular belirginleşirse, gerginlikler sadece bir rekabete dönüşür ve siyasî partiler de sadece yönetim göreviyle sınırlı bir iş yaparlar.

Görülen siyasilerin arkasında, devlete yön veren bir takım güçler var mı? Birçok devlette bu var. Ama bizdeki olay şu, Türkiye’de tek bir odak yok. Bizim problemimiz bu... Türkiye’yi tek bir odak hasmı ve itilâfı olmadan yönetemiyor. Türkiye’de iki tane derin devlet var ve çatışma da onların içerisinde. Halk arasında bir çatışma yok. Hatta ülkemizin de öyle aşılmayacak problemi yok. Her ülkenin sorunları var. Bizde sorunların olmasının sebebiyse hâkim güçlerin çok çetin kavgasından kaynaklanıyor. Bu güçlerin, Türkiye’nin konumu konusundaki farklar yüzünden olduğunu düşünüyorum. Türkiye ABD’yle ittifak içinde, başkaları da bunu engellemeye çalışıyor. Onların öngördükleri model ya Avrupa Birliği’dir ya da ifade etmiyorlar ama Doğu Bloku’yla beraberliği düşünüyorlar. Hiçbir güç Türkiye’yi kendi kontrolü dışına bırakmak istemiyor. Sıkıntımız da Türkiye’nin bir bütün ve tek bir güç olarak politika izleyemeyip bu kanatları içimize sokmasından kaynaklanıyor. Türkiye’de şöyle bir olay yok, yabancılar ve onun karşısında mücadele eden bir Türkiye. Bu olsa sorunlarımız daha kolay çözülür. İnsanın sorunu olunca ona çözüm bulabilir. Fakat ‘Türkiye’nin davranışı nedir?’ diye sorunca cevap yok, çünkü o zaman ‘Hangi Türkiye?’ diye sormak gerekiyor.”

Aradan geçen 7 yıldan sonra bir daha düşünün bu sözleri… Malûm… Çok sıcak geçeceğinin işaretlerini alenen veren bir dönem bekliyor ülkemizi… Olayların sadece görünen yüzlerine bakmamış olursunuz belki… İyi olur!

Böyle bir olay başınıza gelse!

Gece bindiğiniz otomobilde direksiyonda kimse yoksa ne yaparsınız?

Durun… Dinlediğimde hem güldüğüm, hem ürperdiğim olayı anlatayım da hem tebessüm edin hem de görünen olayların arkasında da bazen basit sırlar olabileceğini düşünün…

Olayımız aynen yaşanmış anlatılana göre…

Kendisi Bünyanlı olmayan, politikayla uğraşmış ve halen Kayseri’de yaşayan bir işadamı, 22 Şubat 2005’de Bünyan sınırında, Kayseri Malatya kara yolu üzerinde, bir benzin istasyonuna girer. Lokantaya oturur ve orada kalabalık toplulukla birlikte biraz alkol de alır…

Yürüyüş mesafesindeki Bünyan’a gitmek için, lokantadan çıkar. Ancak dışarısı hem zifiri karanlıktır hem de korkunç bir kar-tipi fırtınası başlamıştır.

Benzin istasyonuna yaklaşık 300 metre mesafedeki, Bünyan’a dönüş yoluna varır. Oradan geçen bir arabaya binip, Bünyan’a ulaşma derdindedir.

Fırtına daha da şiddetlenir. Adam bir-kaç adım ötesini bile görememektedir.

Gelip-geçen bir araba da yoktur.

Nihayet karanlıklar içerisinde, hayalet gibi yavaş yavaş yaklaşan bir arabanın iki farını fark eder. Arabanın, tam önünde yavaşlamasıyla birlikte hemen arka kapıyı açar ve arabaya biner. Kapıyı kapatır, araba yeniden hareket eder. İçeridekilere merhaba demek ister. Ama o da ne?

Arabada kimse olmadığı gibi, direksiyonda da kimse yoktur. Birden paniğe kapılır! Korkuyla, hemen arabadan atlayıp, oradan koşarak uzaklaşmak ister ama hem araba hızlanmış, hem de korku ile dizleri bağlanmış, hareket edemez hale gelmiştir.

Araba keskin bir viraja doğru yaklaşır.

Adam duâ etmeye başlar. Tüm günahları için tövbe eder. Arabayı durdurması için Allah’a yalvarır. Tam bu esnada, pencereden bir el uzanır ve direksiyonu kıvırarak sert virajdan arabanın doğru yola dönmesini sağlar! Her tehlikeli dönemece yaklaştıkça, Allah’a yalvarış ve yakarışı artar ve her seferinde de bir el dışarıdan uzanıp, direksiyonu çevirir.

Sonunda kendisini biraz toparlar, ayaklarını kımıldatır. “Ya Allah koru beni...” deyip, kapıyı açmasıyla birlikte, kendisini arabadan dışarı fırlatır. Bir kaç takla attıktan sonra, yuvarlanarak düştüğü şarampolde kendisine gelir.

Bildiği bütün duâları okuyarak, Bünyan’a yürüyerek ulaşır ve bir kahvehaneye girer. Üstü başı ıslak ve şok haldedir. Kendisini tanıyanlar hemence sobanın başına alırlar. Eline bir çay verirler. Bir müddet sonra kendisine gelip, sesi titreyerek, başına gelen olayı anlatır. Olayı dinleyenler inanmak istemeseler de, anlatan kişinin aklı başında ve toplumsal sorumluluk taşıyan bir pozisyonda olduğunu bildiklerinden, herkeste derin bir sessizlik oluşur. Dinleyenler de ürperir!

Yaklaşık yarım saat sonra, aynı kahvehaneye Koyunabdal Köyü’nden iki kişi girer. Bir masaya oturur ve iki bardak çay söylerler. Bu arada, gelenlerden birisi, diğerine şunları söyler:

“-Ahmet baksana, şu sobanın başında oturan geri zekâlı, biz yolda kalan arabayı iterken binip sonra da atlayıp kaçan adam değil mi?”

Evet dostlar… Bayramınız bir kere daha mübarek olsun… Bayramlarınız inşallah bayram olsun… Tüm sevdiklerinizle…

22.10.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (15.10.2006) - Fransız küstah olmaya küstah da!

  (08.10.2006) - Heygidi Haydarpaşa Lisesi hey...

  (01.10.2006) - Altın Portakal 43. defa soyuldu...

  (25.09.2006) - Hayırlı Ramazanlar efendim

  (17.09.2006) - “Mevlânâ’nın Yılı”na hazırlanılırken...

  (03.09.2006) - Mevlânâ’yı anmaya hazır mıyız?

  (27.08.2006) - Niye ki?

  (20.08.2006) - Altın Portakal heyecanı artıyor…

  (13.08.2006) - “sanatalemi.net” hizmetinizde

  (06.08.2006) - Turizmdeki hâlimiz

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habip FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004