Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 22 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

Bayram sabahları



Bayramların en mühim anları sabahlardır.

O anları hasret ve heyecanla bekleyenler de çocuklardır.

Bayramlarda sabah her zamankinden erken başlar. Çocuklar da herkesten önce kalkarlar. Bilhassa hayatlarının ilk bayramını yaşayacak olanlar, sabahleyin erken kalkmak için akşam erkenden yatarlar ama sabaha kadar bir türlü gözlerine uyku girmez.

Başka günlerde sabahları anneleri onları yataklarından bin bir güçlükle yalvar, yakar kaldırırken bayram sabahlarında onlar geceden başlarlar annelerine seslenmeye.

Anneler de yüreği saran bu ilk heyecanı sözle teskin etmenin mümkün olmadığını bildiklerinden çaresiz kalkarlar ve önce onları giyindirip kuşandırıp bayrama hazırlarlar.

Bu sefer erkek çocukları bayram namazına gitme heyecanı sarar, kızların yüreklerini evde bayram hazırlıklarını tamamlayıp aile büyüklerini bayramlama merakı.

Anneler, kız çocuklarının ellerine yapabilecekleri işler verirken babalar erkeklerin ellerinden tutarlar ve adımlarını onlarınkine uydurmaya çalışarak mahalle camiine doğru yürürler.

Elbette büyükler de hissederler bayram sabahlarının heyecanını. Fakat onlar bu gibi hâlleri daha önce defalarca yaşadıklarından etrafa pek dikkat etmezler. Onların zihninde, vaktinden önce camiye gidip rahatça namaz kılabilecekleri bir yer bulma telâşı vardır.

Lâkin çocuklar öyle değildir. Onlar karşılaştıkları her ânı, hâli ve hadiseyi hayatlarında ilk defa yaşadıklarından her şeye dikkatle bakıp her hareketi merakla yaparak bayramın hazzını hissetmeye çalışırlar.

Zîra onların nazarında her şey yeni, her hareket farklıdır.

Hele bir de bayram namazı tarihî bir camide kılınacaksa.

***

“Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede,

Bir mehâbetli sabah oldu Süleymaniye’de.

Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,

Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi

Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,

Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.

Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,

Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.”

İşte böyle seslendirir Yahya Kemal öyle bir bayram sabahını.

O müstesna zamanın yaşandığı mekân Süleymaniye gibi muhteşem bir mabed olunca, yetişkinlerin nazarı da çocukların tecessüsü ile açılır ve ruhlar cûş u hurûşa gelir.

Gerçi herkes Yahya Kemal gibi hislerini san’atına malzeme yapamaz ama onun kadar mütehassis olur. Hatta onlar hareketlenen hislerini terennümle teskin edemediklerinden gittikçe derinleşen bir duygu deryasının içinde bulurlar kendilerini.

Onların gözünde de tozlu zaman perdeleri bir bir aradan kalkar ve artık ecdat sıfatı taşıyan bütün halkı ve mazide kalan bütün memleketi muhayyilelerinin mavileşen manzaralarında seyrederek kendilerinden geçerler.

Tıpkı şair gibi onların idrakleri de yeri göğü ihata edecek şekilde açılır ve yerdeki ayak seslerinden gökte duyulan kanat hışırtısına varıncaya kadar oralarda yaşanan her âhvâle âşina olurlar.

O zaman görürler bayram sabahlarının, vakitlerin mahdut kaydı ile mukayyet olmadığını ve arzın arşla, insanların meleklerle, cinlerle ve sâir ruhaniyâtla huşu içinde kaynaştığını.

Maddenin mahiyetinin değiştiğini, mânânın hududunun geliştiğini ve mevcudâtıyla, mahlûkatıyla bütün mükevvenâtın birbiri içinde mezcolarak bayramın mânâsını yaşadığını müşahede ettikleri zamansa, böyle bir uhrevî iklimde yer almanın hazzını hissederler.

O ihtizazla ellerini Allah’a açtıkları anda koskoca asumanın; âfitâbı, kehkeşanı, encanı, mehtabı ve meleklere mesken olan bütün seyyareleriyle avuçlarının içinde kaynaştığını görür gibi olurlar.

Her fert bir âlem olur o anda. Cemaat mükevvenât, cami ise kâinat...

İdrak bir kenara bırakılır, iftirak hattından çıkılır ve zamana hükümferma olmaya başlayan gönüller tekbirlerle dalgalandıkça âlem içinde âlem, mânâ içinde mânâ tecellî eder.

Artık ruhlar bedenlerinde mahpus değil, ezelî menzillerinde serbesttir.

Beden kendi içine çekilip küçüldükçe ruh, açılır, ferahlar, genişler ve âsumandaki her nuranî mekânda yer tutmaya, her mânâyla mezcolmaya meyleder.

Aslında bu temayül erişilmesi imkânsız sanılan ferdî bir gönül hareketlenişidir. Ancak insan, cemaat hâlinde yapılan ibadetlere, zikirlere, tesbihlere ve makamla söylenen tekbirlere, ilahilere gönülden iştirak ettiği takdirde kolayca gerçekleşir.

Huzur ve huşu içinde coşan böyle bir cemaatle kaynaşan insan, her nefes alıp verişinde kendini bir başka yıldızda hisseder ve bir başka âlemin ahvâliyle hemhâl olurlar.

Bu semavî seyeran tâ duha vaktine kadar devam eder.

Sonra herkes mesrur adımlarla baba evine doğru gider.

***

İkinci bayram yine erkenden kalkılır.

Çünkü o gün uzak yakın, ölü diri bütün akrabalar ziyaret edilecektir.

Hasretin hat safhaya çıkmasından olsa gerek, önce mezarlıklara gitmek muteberdir. Yüreklerde daha evde iken başlayan hüzün mezarlığa yaklaştıkça alenîleşir.

Orada yatan bütün kabir ehlinin ruhuna Fatihalar okunarak girilir kabristana. Mezarların üzerine basmamaya dikkat edilerek ilerlenir, tanıdıkların kabirlerine rastlandıkça onlara birer fatihalık zaman ayrılır ve aile büyüklerinin mezarlarına gelinir.

İlk olarak ruhları için indirilen hatimler ithaf edilir. Arada bir kabirde yatanların hatıralarından söz edilerek derin tefekkürlere dalınır, mezarın yıkılan yerleri tamir edilir, dağılan taşları, toprakları düzeltilir.

Mezarların başına ağaç, üstüne çiçek dikmek âdet olduğundan, ağaçlar tımar edilir, daha önce ekilen çiçeklerin bakımı yapılır, mevsimine göre yeni çiçekler dikilir.

Bunlar yapılırken, kabirde yatan mevtanın elini öpme ve mezarla haşir-neşir olma hissiyatıyla oraya gelen küçük büyük herkesin elinin mezarın toprağına, taşına, dilinin de yapılan duâya, niyaza değmesine dikkat edilir.

Aile mezarlığında bir bayramlaşma süresi kadar meşgul olunduktan sonra yeni bir hatim indirmiş olma niyetiyle üç İhlâs, bir Fatiha okunarak her duâda yapıldığı gibi başta Peygamberimiz (asm) olmak üzere bütün ehl-i imanın ve hâssaten kabirde yatanların ruhlarına bağışlanır.

Böylece bayramlaşma faslının birinci safhası tamamlanır.

İkinci safha yaşayanlara ayrılmıştır. Onların da en yakın ve büyük olanlarından başlanır ziyarete. İçlerinde hasta, sakat, yatalak olanlar varsa, onlara öncelik verilir.

Her birinin hallerine göre bayramı tahattur ettirecek bir hediye alınarak gidilir, elleri öpülür, yaptıklarından yenilir, ikramları kabul edilir, hayır duâları alınır ve en yakın zamanda tekrar ziyaretlerine gelme vaadiyle veda edilir.

Bu gibi mukabele beklenmeyen ziyaretlerde gelenler ayrı his ve heyecan içindedir, ağırlayanlar farklı duygu ve düşünce içinde. Gerçi ikisinde de sevgi vardır ama birinci grubun sevgisi genellikle coşkuyla arkadaştır, ikinci grubun sevgisine ise hep hüzün eşlik eder.

Bazen bir başka aile büyüğünü ziyaret ederken bazı akrabalarla yolda karşılaşılıp bayramlaşılır, bazıları ile gidilen yerde buluşulur ve bir ziyaret sırasında birkaç akraba ile bayramlaşma imkânı hasıl olur.

Ayaküstü yapılan o bayramlaşma, hiçbir zaman yapılması gereken ziyaretin yerine geçmez ama öncelik sırasının görüşülmeyen akrabalara verilmesine vesile olduğundan iki taraf da memnun olur.

Birbirine yakın özellikler taşıyan aile büyüklerinin ve akrabaların her biri sabahleyin önce kendilerinin ziyaret edilmesini beklediği için, ziyaret geç de yapılsa onlar gecikmeyi hesaba katmazlar.

Onların bu hoşgörülü ve anlayışlı tavırları sayesinde gidilen her evde aynı âdap ve âdetler aynı ahvâl içinde tekrarlandığından her birinde yeni bir sabah faslı yaşanır.

Bu sayede bayram sabahının hazzı gün boyu devam eder.

Artık sıra o mahalde yaşayan ahâlinin bayramlaşma faslına gelmiştir.

Üçüncü bayram da gün yine sabahleyin erkenden başlar. Namazı müteakip o zamana kadar bayramlaşmamış olanlar bayramlaşırlar, dargınlar, küskünler barışıp kaynaşırlar.

Ardından çocuklar, gençler, yetişkinler kendi aralarında toplanıp küçüklü büyüklü gruplar teşekkül ettirerek o mahaldeki haneleri tek tek dolaşmaya başlarlar.

Bu toplu ziyaretlerde ilk sıra hastaların, sakatların ve dışarıya çıkmaya tâkat yetiremeyen ihtiyarların bulunduğu evlerdir. Herkes hiçbir ayırım gözetmeden veya peşin hükümle hareket etmeden herkesi bayramlar, duâ eder, onların hayır duâlarını alır.

Genellikle emsâl insanların yaptığı bu umumî ziyaretlerde hediye götürme veya mükellef ikramda bulunma gibi mecburiyetler olmadığından, insanlar her zamankinden daha rahat hareket ederler.

Erkekler gibi kadınlar ve genç kızlar da kendi aralarında ziyaret grupları teşekkül ettirdiklerinden, herhangi bir yerde karşılaştıkları takdirde gruplardan biri yolunu değiştirir ve mahremiyet hassasiyeti ihlâl edilmez.

Bu ziyaretler bayramlaşma mahallinin durumuna göre öğleye kadar veya ikindiye doğru biter. Ondan sonra sabah teşekkül ettirilen gruplar birbirleri ile yarışmalar yaparlar, oyunlar oynarlar, şenlikler düzenlerler.

Böylece bir bayram daha huzur içinde ihya edilmiş olur.

***

Bunlar her bayram sabahında her yerde yaşanır.

Fakat sadece o sabahlara mahsus ve münhasır kalmaz.

Çünkü her birinin hazırlığı günler, hatta aylar öncesinden başlar, itina ile devam ettirilir, zamanı geldiğinde yaşanır ve muhafaza edilmek üzere hafızalara işlenir.

Bir bayramda vuku bulan hadiseler hatıralardaki yerini alırken bir önceki bayramın hatıralarını silmez, itmam eder ve yeni bayramlar yaşandıkça hayat kadar hatıralar da renklenir.

Bugün de böyle bir renkli zaman kuşağını daha yaşamanın arefesindeyiz.

Kendi içinde hususî renkleri, zevkleri, hazları ve ihtizazları olan Ramazan boyunca onları hayatımıza nakşederken bunların heyecanını duyup hasretini hissettik.

Yarın yeni bir vuslat zamanı.

İnşallah sabahleyin erkenden kalkıp bayram âdâbını ve ahvâlini bir bir yaşayarak hayatımızda yepyeni bir hatıra sayfası daha açacağız ve ömrümüz oldukça oraya hatırladıkça zevk alacağımız güzel hatıralar kaydedeceğiz.

O hatıraların hepsinde daha nice bayramlara erişmek duâsı olacak.

Bayramımız mübarek olsun.

22.10.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (15.10.2006) - ‘Nur’un mânevî avukatı’

  (08.10.2006) - Ramazan ve san’at

  (01.10.2006) - Bir Ramazan hatırası

  (24.09.2006) - Ramazanla yenilenmek

  (17.09.2006) - Zahmette, rahmet tecellîleri

  (10.09.2006) - Kastamonu tarafları

  (03.09.2006) - İstanbul’u mesken tutmak

  (27.08.2006) - Yarım asırlık hasret

  (20.08.2006) - ‘Yaşasın İslâmiyet...’

  (13.08.2006) - Savaşlar ve çocuklar

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habip FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004