Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Putlara dokunursan çarpılırsın...

Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünün ne durumda olduğunu anlamak için yakın geçmişe bakmak gereksiz. Sadece 48 ve 24 saat öncesine bakmak yeterli.

Prof. Atilla Yayla’nın başına gelenler durumu yeterince anlatıyor. Atilla Yayla, “Liberal Düşünce Topluluğu” adlı liberal düşünceyi savunmak ve geliştirmek için bir araya gelmiş insanların yer aldığı bir kuruluşun başı ve Gazi Üniversitesi öğretim üyesi. İkinci sıfatı şimdilik askıda. Dünden itibaren Gazi Üniversitesi’nde ders vermesi iptal edildi.

Suçu, hafta sonunda iktidar partisinin (AK Parti) İzmir’de düzenlediği bir panelde yaptığı ve Kemalizmi eleştiren konuşması. Liberal Atilla Yayla’nın Kemalist olması herhalde düşünülemezdi ama Kemalizmi eleştirdiği vakit, anlaşılan işini kaybetme tehlikesine sahip bulunduğunu bilmesi gerekirdi. Düşünce, ifade edilmeyip kafanın içinde kaldığı sürece bir sorun yok. İfade edildiği anda, başınıza bela gelebilecekse, o ülkede düşünce ve ifade özgürlüğünün durumunun ne olduğu da ortaya çıkar.

Yani, bu anlamda düşünce özgürlüğü ifade özgürlüğünden ayrılamaz. İfade edilmeyen düşüncenin, düşünce olduğunu sadece beyninin içinde onu düşünen bilecektir. O da zaten düşünce sayılmaz ve düşünce özgürlüğü kapsamında algılanmaz. Düşünce ancak ifade edildiği zaman hayatiyet ve anlam kazanır; düşünce özgürlüğü de, dolayısıyla, ifade özgürlüğünden ayrılamaz. Prof. Atilla Yayla’nın Kemalizmi eleştirmesinden ötürü başına gelen, anlı-şanlı 301’in tartışılmasını dahi anlamsızlaştırıyor. 301, “Türklüğe hakaret” gibi sınırları ve içeri net olmayan bir tanıma ve alabildiğine geniş bir yoruma kapı aralayarak, düşünce ve ifade özgürlüğünün üzerinde bir “ceza karabasanı” olarak durduğu ölçüde bir sorun. Ancak, düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki engeller, sadece cezai kovuşturmaya uğrama tehdidi değil; bu özgürlükleri “eleştiri” bağlamında kullandığınız takdirde işinizi kaybederseniz, bu da düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik bir tehdittir.

***

Prof. Atilla Yayla’nın “affedilemez suçu” ne? AK Parti’nin İzmir İl Gençlik Kolları’nın düzenlediği “AB ve Türkiye ilişkilerinin toplumsal etkileri” konulu panelde, Atatürk’ün Türkiye’de “kişi putlaştırması”na uyan biçimde kullanılmasına dikkat çekmesi ve ayrıca bir “ideolojik akım” olarak Kemalizme ilişkin kendi tanımlarını yapması. Konuşmasının bir yerinde, yarın-öbürgün AB çevrelerinin “kişi putlaştırması” görüntülerine dikkat çekeceğini öne sürerek “İlerde artık bizlere ‘Neden her yerde bu adamın heykelleri, fotoğrafları var?’ diye soracaklar. Üstünü örtemezsiniz. Bu mutlaka tartışılacaktır” demesi, “infial”e yol açmış. Bir kere, o cümle içinde Atatürk’ten “adam” sözcüğüyle söz etmiş olması “infial”in dozunu artırıyor. Böyle bir “adam”a görevi “Atatürkçü nesiller yetiştirmek” olan üniversitede tabii ders verdirilmesi uygun görülmüyor. Eğer, cümle içinde “adam” yerine “Atatürk” sözcüğünü kullansa, cümlenin ve anlatmak istediğinin anlamı zerre kadar değişiyor mu? Hayır. Bu gibi noktalara takılmak ve bunun yol açtığı yaptırımlar bile, “kişi putlaştırma” nın hangi boyutlara ulaştığına dair yeterince gösterge sayılmalı. Atilla Yayla, aslında “malumu ilam” etmekten öteye bir şey yapmış sayılmaz.

İstanbul’un en işlek arterlerinden biri olan Dolmabahçe- Ortaköy hattından her geçişinizde iki kilometreyi aşkın bir yol boyunca, tarihi saray duvarlarının (Yıldız Sarayı) boydan boya kocaman Atatürk fotoğraflarıyla örtülmüş olduğunu görürsünüz. Atatürk, Florya plajinda mayolu. Atatürk, Cumhuriyet balosunda fraklı. Atatürk, tren penceresinde. Atatürk, traktörün üzerinde. Atatürk, Kocatepe’de. Beşiktaş Belediyesi, yolun öbür yanını da Atatürk fotoğraflarıyla donatmaya başlamış. Atatürk Havaalanı’na indikten sonra Atatürk Köprüsü’nden ve Atatürk Kültür Merkezi’nin önünden geçerek Çırağan Oteli’nde kalmaya ya da Çırağan Sarayı’nda bir uluslararası toplantıya katılmaya gelen bir yabancı devlet adamı, Dolmabahçe-Ortaköy arasında tarihi duvarların iki kilometre boyunca Atatürk fotoğraflarıyla kaplandığını görse, ne düşünür?

Bu ülkede “kişi putlaştırması”nın altına sığınanların bulunduğu hükmüne varmaz mı? Dünyanın neresine gitseniz, bütün bunlar “kişi putlaştırması” nın en çarpıcı örnekleri olarak gösterilir. “Kişi putlaştırması” Atatürk’le ilgili ama Atatürk’ün uygulaması değil. Elbette, bundan Atatürk sorumlu değil. Buna karşı çıkılması da, Atatürk’e karşı çıkmak değil. Zira, “kişi putlaştırması” Atatürk’ü anlatmıyor; bunu yapanları ve bunun yapılabildiği Türkiye 2006’nın durumunu anlatıyor.

Atilla Yayla’ya atfedilen ikinci “affedilemez suç” ise “Atatürk Türkiye’yi Ortaçağ karanlığından kurtardı” söylemine ilişkin olarak panelde sarf ettiği şu sözleri: “Ortaçağ tarihi İslam dünyasını değil, Avrupa’yı ilgilendirir. Cumhuriyet tarihini bir bütün olarak düşünemezsiniz. Cumhuriyet dönemi soyut bir öznedir. Soyut özneyi yüceltmek imkansız. 1925-1945 ile 1950 sonrasını aynı değerlendiremezsiniz. Bu dönemler birbirinin panzehiridir... Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder... Kemalizmle ilgili tezime karşı bir tez bekliyorum. Ancak umutlu değilim. Önemli olan bu tartışılsın, ama kavga ortamı doğmasın...” Bu tür görüşlere katılmamak mümkün. Ne yaparsınız? Kalkıp, bu görüşleri çürütmeye çalışırsınız, değil mi? Yapılan ne? Prof. Yayla’nın işine son vermek. Yani, “Sus, böyle konuşacaksan; seni konuşturmayacağız” demeye getirmek. 301 değişse ya da kalksa da, düşünce ve ifade özgürlüğü üzerinde bu gibi kıskaçlar durdukça, Türkiye’nin AB hedefleri yönünde tökezlemesi kaçınılmaz. Bu gibi konular, Kıbrıs Rum gemileri ve uçaklarına, limanları ve havaalanlarını açmaktan, Türkiye’nin geleceği açısından çok daha hayati.

***

Şimdi, Türk entelektüel ortamından Prof. Atilla Yayla için ne kadar dayanışma sesi yükseleceğini, bunun bir “entelektüel sorun” ve “özgürlükler bağlamı”nda ele alınacağını merakla izleyeceğim. Pek umutlu değilim açıkçası. “Şeytan taşlama” iklimindeyiz. Bir yazarı, anadilimizde yazarak, dünyada kazanılabilecek en büyük, en onurlu ödülü, Nobel’i kazandığında sevinemeyen, hatta üzüntü duyulan bir ortamda yaşıyoruz. Nobel’den iki hafta sonra açılan Kitap Fuarı’nda yapılan konuşmalarda, Orhan Pamuk’un adının bir kere anılmadığı, alınan verilen ödüllerde verenlerin alanların bu yüzden yüzlerinin kızarmadığı, bir sözde “entelektüel ortam”da Atilla Yayla, başına gelene müstahak. Az bile...

Bugün, 22.11.2006

Cengiz ÇANDAR

23.11.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Putlara dokunursan çarpılırsın...

  Herkes fikrini söyleyebilmeli

  Linç

  Tek tip siyaset bilimi

  Kemalizm ilerici mi, gerici mi?


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004