"Gerçekten" haber verir 04 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.
 

Selim GÜNDÜZALP

Bizim bayramlarımız vardı!



Hayatta yaptığınız işler arasında en çok beğendiğiniz hangisi diye sorsalar ne dersiniz?

Her halde canınızı dişinize takarak, kendinizi zerre zerre içinde hissedip, yaptığınız işler olacaktır değil mi? Allah’ın takdiri de böyle; “İnsana ancak çalıştığının karşılığı var” buyuruluyor. Çalışıp, özen gösterene hak ettiği veriliyor.

Gözlerimizi ova ova, dudaklarımızı bura bura, biraz mızıldanıp da olsa yine kalktığımız şu bayram sabahları, hiç ama hiç unutmadığım kristal anlardır. Üç erkek kardeş el ele, babam önde, biz arkada, koştura koştura camiye doğru bir gidişimiz vardı ki sormayın! Karanlık gecenin içinden güneşin yüzünü gösterdiği âna kadar, epeyce bir zaman camide kalırdık. Kur’ân ya da vaaz dinlerdik. Vakit az daha geçince iki rekâtlık mübarek bayram namazını kılardık. Hutbesi kısa, tesbihi yoktu. Sadece duâsı olan bir namazdı. Ve aralarda segâh makamında söylenen saltanatlı tekbirle “Allahuekber, Allahuekber” sesleriyle çınlardı caminin kubbesi. Aşkla, şevkle ve aynı ahenkle bütün cemaat hep bir ağızdan söylerdik. Bir daha, bir daha... Söylerken tüylerim diken diken olurdu. Hâlâ da öyleyimdir. Bu âna hiç doyum olmazdı. Sonra eller ve gönüller açılır, duâya dururdu. Namazın bitiminde ise, bayramlaşma başlardı. Hem de caminin içinde. Küsler, dargınlar barışır. Büyükler, küçükleri sevgiyle kucaklar öperdi. Biz küçükler, adam yerine konulmanın, büyük sayılmanın o eşsiz zevkini tadardık. Bayram sabahları zevkli ve zor zamanlardı. Zorluğu uyanana kadardı. Her zorlukta bir hayır vardır derler ya, bu mübarek sabahlar da baştan sona hayırla ve sevapla doluydu. Bayram bitse bile, anıları zihnimizde yaşardı. Gerçekten çok güzel ve çok özel bayram anılarım vardır. Hiçbirini unutmadım. Bu güzelliklerin birini olsun tadamayanlara acırım. Bir kerecik olsun bayram namazı için camiye gelmeyenlere yanarım. Onlar için cidden üzülürüm, ağlarım. Bu mutluluk herkes içindi halbuki. Niye onlar da camide değillerdi ki! Bunu bir türlü anlayamadım. Bırakın beş vakti, Cuma namazına bile katılmayanları bari, bayramlarda olsun camide görmek, bana ikinci bir bayram yaşatırdı. Olsun, bu sabah, bu bayram namazında da olsa aramızdaydılar ya. Onları bizden, cemaatimizden bilirdim. Dünya ve siyaset görüşleri umurumda bile olmazdı. Bayram sabahlarında farklı farklı simaları bir arada görmek, onlarla beraber sevinmek bir başka oluyor.

Cemaati avlular almaz, tâ sokaklara taşardı. Caminin içi ve dışı çocuklarla dolardı. Bahar gelir, hayat gelir sanki camilere. Cıvıl cıvıl seslerle dolardı her yer. Hiçbir zaman, hiç bu kadar çocuğu bir arada göremezdiniz. Çocuk dediğin ne ki, hepsi de yarının büyükleri değil mi? “Kim demiş çocuğa küçük bir şey, / Belki bir çocuk, en büyük bir şey.” Böyle diyor Abdülhak Hamit Tarhan.

Her çocuğa bir annesinin, bir de babasının gözüyle bakmak gerek. Bir de Yüce Yaratanının nazarıyla. Tâ ki haksızlık etmeyelim. En temiz, en yeni, en güzel elbiselerini giymiş, güleç yüzleriyle, mis gibi kokan üst başlarıyla camiler aydınlanırdı. Evet, bizim bayramlarımız vardı. Bu sabah çocukluğumun bütün bayram sabahları, karşımda resmî geçitteydiler. Neler yaşamışım meğer, neler...

Camiden çıktıktan sonra kabristan ziyareti başlardı. Yol da epeyce uzaktı. Olsun, birazdan okuyacağımız duâların şevkiyle hızlanırdı adımlarımız. Yolda diğer camilerden çıkan cemaatle karşılaşır, bayramlaşırdık. Birbirimize çok samimî ve çok içten davranırdık. Neşeli yüzlerle ayrılırdık. Bunların, bayram sabahlarına mahsus özel haller olduğunu sonra sonra anlardık. Bizim bayramlarımız vardı. Sevgiyle, coşkuyla gelen sıcacık ve herkesi kucaklayan bayramlarımız vardı. Akide ya da hayat şekerlerinin, küçük yuvarlak çikolataların, bademlerin, lokumların ve beyaz mendillerin hediye edildiği bayramlarımız vardı. Başımızı, yüzümüzü okşayan ellerin, gülümsediği bayramlar vardı. Ve isminiz sevgiyle söylenirdi. O kadar güzel söylenirdi ki, ismimizi bir kere daha severdik. Bizim bayramlarımız vardı. Hiçbir bayrama benzemeyen, tam 14 asırdır ve 1428 yıldır kesintisiz süren bayramlarımız vardı.

Kabristan ziyaretleri de, bir başka olur bayramlarda. Asırlık çınarlar, serviler, sıra sıra taşlar, küçük büyük mezarlar, eski yeni insanlar... Beş yüz sene önce ölenle, beş gün önce ölen buradadır hepsi. Burada yatanların öldüğüne inansam da, yok olduğuna inanmazdım. Vazifesini güzelce yapanların mutlaka daha mesut bir diyarda yaşadığına inanırdım. Ahirete iman belki de buydu. Dünyadayken her ne kadar birbirine uzak da olsalar, şimdi hepsi burada yan yana yatıyorlar. Ben doğmadan dört sene önce vefat eden İsmail amcam da bu mezarlıkta. Her bayram kabrine okumak için gelirdik. Rahmetli başucunda durur, Yasin-i Şerif okurdu babacığım. Biz de üç kardeş, başımız önde dinlerdik. Kur’ân’ı öğrenince, bu okuma kervanına ben de katıldım. İlk Yasin’imi hatırlarım İsmail Amcamın ruhuna burada, Yorgalar Kabristanı’nda okumuştum.

İlkler unutulmaz. Kıldığım ilk cenaze namazım da, sanırım ilkokul sıralarında, Berber Halil Amcanın cenaze namazıydı. İlk sevgiler, ilk doğumlar, ilk ölümler, ilk acılar, ilk Yasinler, ilk hatimler ve de ilk namazlar unutulur mu? Bayılırım Ömer Seyfettin’in “İlk Namaz” hikâyesine. O ne sade, o ne yaman tasvirlerdir öyle. Alır götürür sizi şöyle, hatıralarınızın eşiğine, beşiğine doğru.

Babaannemin eve döndüğümüzde, “Bugün hoca vaazda ne anlattı bakalım?” diye sorması ve duyduklarımızı bir kere daha anlattırıp dinlemesi, ince bir terbiyenin, derin bir eğitimin izleri olsa gerek. Soracaklarını tahmin ettiğim için, hocanın vaazda anlattıklarını dört kulakla dinlerdim.

Aaah bayramlar, güzel günler, İlâhî vakitler. Sizleri anmamak ve hatırlamamak olmaz. Allah’ın yeryüzüne gökler ötesi semalardan özel olarak gönderdiği müstesna vakitlersiniz. Güvercinlerin kanadı kadar lekesiz ve temizsiniz.

Bir yandan tekbir sesleri, bir yandan mezarlığın büyülü havası, bir yandan hiç alışmadığımız bu kadar coşkulu bir topluluğun, hepsinin birden o aynı ve ulvî şey için atan kalplerin bir arada bulunuşu. Akıl alacak gibi değil. Bunlar sadece ve sadece Allah’ın emriyle olabilirdi. Ne stadda, ne mitingte, ne de maçta, başka hangi yerde vardır bu mânâ? Çocuk ruhum, ilk yaşlardan beri ötelerin ötesi bir havayı burada duyar, burada yaşardı.

Bizim bayramlarımız vardı. Sevinçten sabahı zor ettiğimiz bayramlarımız vardı. Her bayram aklım, mezarlığa takılıp kalırdı. Mezar taşlarındaki yazıları ilginç bulurdum. En hoşuma giden yazı hemen yol üzerindeydi: “Yolcu, ziyaretten maksat bir Fatiha’dır. Bugün bana ise, yarın sanadır.” Ölüm neydi, ölenler nereye giderdi acaba? Küçük yaşta, bu büyük muammânın peşindeydim bayram sabahlarında. Hediye ettiğimiz Fatihalardan, yaptığımız duâlardan her bir ruhun nasibedar olduğuna yürekten inanırdım. Kimseyi Fatihasız bırakmayayım diye, peş peşe ne kadar da duâlar ederdim. Kibrit başı kadar bir ışık, koca bir karanlığa yettiği gibi, bir Fatiha da bütün kabristandaki ölülerin ruhlarını sevindir-meye yetiyordu.

Eskiden kışlar çok soğuk olurdu, ama bayram sabahları, ruhumuzun hiç mi hiç üşümediği sabahlardı. Bizim bayram sabahlarımız vardı. Diller, Mustafa Itri Efendi’nin Segâh makamında bestelediği o saltanatlı tekbiri, Allahuekber, Allahuekber diye söylemeye başladığında, yer sarsılırdı sanki. O tekbir ki, Sultan Abdülaziz’in Fransa seyahatinde devlet marşı olarak çalınmıştı. Fransız devlet erkânının gönlünü fethetmişti. Bir kere, bir kere daha çalınmasını istemişlerdi.

Bizim bayram sabahlarımız vardı. Bismillah ile, abdest ile başlayan. Sevgiyle kapıların açıldığı, sağ adımla yola çıkıldığı, yeniden dirilişimizin kendini hissettirdiği bayramlarımız vardı. Ölülerimizin bile Allah’ın izniyle sevincimize katıldığı bu mübarek havaya ruh kattığı bayramlarımız vardı. Camiden dönenleri bekleyen, pencerelerde seyreden yaşlı büyüklerimiz ağlardı. Bizi de ağlatırlardı. Aman ne ağlamak, ne coşkuydu bu o mübarek yüzlerde. Belki de, ol bir bayrama daha, kim öle, kim kala sağ diye mi düşünürlerdi acep? Amennâ, kadere imanımız var ama ölüm bu, ki o kadar âni. Zamanı da belli değil hani. Onlar gönüllerinde saklı derdi, inci inci gözyaşlarına dizerlerdi. Allah’tan başka niçin ağladıklarını kim bilebilirdi? Ama görünen o ki, bir kutsallık vardı bu işte. Göz ağladıkça ruh gülüyordu çünkü.

Evde ailecek bayramlaşmanın havası bir başkaydı. Önce büyüklerin elini öpmek için sıraya girilirdi. Ardından büyüklerin kendi aralarındaki bayramlaşması olurdu. Derken bizim de bu halkaya katılıp kaynaşmamız, sarılıp kucaklaşmamızla ailenin birlik ve dirliği pekiştirilirdi.

Ah be güzel insanlar, günbegün aramızdan eksilen insanlar, bayramlarımızı bayram edenler, neredesiniz şimdi? Hepinizi göreceğim geldi, tek tek kucaklayacağım geldi. Bir Fatiha göndereyim bâri. Aziz hatıralarınızın ardından. Benim bedelime duâlarım ziyaret etsin, sarsın, kucaklasın ruhlarınızı. Babaannelerimize, dedelerimize, ninelerimize, kimin kimsesi varsa kendinden evvel âhirete göç eden sevdiklerinize birer bayram sabahı hediyesi olsun bu Fatihalar. Her bayram ve her zaman duâlarımdasınız, unutmuyorum sizleri. En yakın komşum Naciye Hanım Teyze: “Beni duâlarında unutmazsın İnşaallah” demiştin. Seni de unutmadım. Ruhuma işlemiş bu sözün. Ne zaman duâ için elimi kaldırsam hemen ismin geliyor hatırıma. Âh dostlarım, yorganınız olsun duâlarım, sarsın sizi mezarınızda. İmdadınıza yetişsin Yasinler, Fatihalar. Kur’ân’lar, gıdanız olsun. Nur olsun kabrinize, ışık dolsun ruhlarınıza İnşaallah.

Bizim bayramlarımız vardı. Asr-ı Saadetten hatırladığım güzel bayramlar vardı. Kâbe kokan, Mekke kokan, Medine kokan, gül kokan bayramlar vardı. Asırlar geçse de bayramdaki ruh aynı. Çünkü aynı Rahman’ın, aynı rahmetinin altında yıkanıyoruz. Bu ne büyük bir yücelik ve hiç eskimeyen, zamanı aşan bir birliktelik. Bizim bayramlarımız vardı.

Bayram sabahı, Rabbime o güzel ve ulvî duyguları tekrar yaşattığı için hamd ediyorum. Bu bayram, benim için bin bayram değerindeydi. Rabbimin sonsuz af ve sonsuz rahmetiyle sayısız insanın bağışlandığı bu mübarek sabahta affını bekleyen bir günahkâr, bir mücrim de bendim. Cennetten bir mevsimdir bayram sabahları. Hayata yeniden doğuşun ve tutunuşun sırrı...

Bayram şekeri ve balonlar satan amcamız, allı güllüler satan dedemiz daha yeni, geçende vefat eden sütlü mısırlar satan ağabeyimiz ve emektar davulcumuz rahmetli Mehmet Amcamız. Sokağımızın renkleri, gülleri, bülbülleri unutmadım ben sizleri! Duâlarımızdasınız. Menkıbelere, anlatılan peygamber kıssalarına sizlerle ruh geldi, renk geldi dünyamda. Korkmazdım en koyu karanlıklardan bile gülümserdi yüzünüz. Sizi, o dost seslerinizi hayal ederdim. Meydan baştan başa sizindi. Kahramanım Hz. Ali’ydi, Hz. Hüseyin’di. Canlarım benim. Şehitlerim. Özledim hepinizi. Ey sevgili komşularım, sınıf, ders ve mahalle arkadaşlarım. Bizden evvel yol tutup ötelere göçenler, hepinize binler Fatihalar. Sizin de arkanızdan duâlar yollayanınız var çok şükür. Bakın vefasız çıkmadık değil mi dostlar? Yetişsin Fatihalar, her birinizin ruhuna katar katar. Mekânınız Cennet olsun. Duâlar ruhlarınıza kanat olsun. Cennetlere uçasınız. Neşemizi, sevincimizi duyasınız. Bizimki sizin, sizinki bizim olsun. Bayramımız bir olsun. Yarın bizim de hatırlayacağımız böyle bir günümüz olsun. Allah’ım, Sevgili Habibin (asm) ve Peygamberim aşkına, bayram sabahının şerefine ve hürmetine ne olur günahlarımızı bağışla, affeyle. Kara yüzümüzü ak eyle. Günah dolu sayfalarımızı yak lütfen, ak pak eyle. Affet sevdiklerin adına. Affet büyük Allah’ım. Rahman ve Rahîm Allah. Senin sonsuz rahmetinin yanında günahlarımıza bakıp da utanıyoruz. Sil ne olur, yak yok et, yaşanmamış kabul et! Günahlarımızı affet. Günahlarımız çoksa da, senin rahmetin çok daha geniş, çok daha bol Allah’ım. Affet Allah’ım affet. Bizde kesafet, Sende letâfet. Affet Allah’ım affet.... Günahların ağırlığı altında ezilen kalplerimizi ne olur temizle lütfen. Gözyaşlarımız izin ver de çağlasın, içimizi dışımızı bir güzel yıkasın İnşaallah. Kalbimiz aç, sevgine muhtaç. Sevginle rızıklandır. Kabul buyur lütfen duâlarımızı...

Bizim bayramlarımız vardı. İçten duâlar ettiren, hislendiren, bizi yanına çeken, alıp asırlar ötesine götüren bayramlarımız vardı. Bu bayramlarımız hiç ama hiç bitmesin ne olur! Kabrimize girdiğimizde dahi, Rabbim bize bu mübarek günleri oradan seyrettirsin, tekrar be tekrar yaşatsın inşaallah. Biz bayramlarımızı çok sevdik. Bizim bayramlarımız vardı. Hiç kimsenin yeryüzünde böyle bayramları yoktu. Olamazdı ve olmayacaktı. Çünkü bizim bayramımız tekti, biricikti, ilâhiydi. Neredesiniz dostlar, şimdi bildim şimdi.

“Bayramım imdi,

Bayramım imdi,

Dost ile bayram

Ederler şimdi.”

Hepinize selâm olsun, hepinizin geçmiş ve gelecek bay-ramları mübarek olsun.

04.10.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Atike ÖZER

  Cevher İLHAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  Saadet BAYRİ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Süleyman KÖSMENE

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  İslam YAŞAR

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır