Nejat EREN |
|
Bu asrın tahribatına karşı tamirde görev almak |
İnsanlığın maddi açıdan “sıhhat ve sağlığa” bu kadar sarf ettiği emek ve masrafa mukabil, manevi tahribat açısından çok büyük dehşet saçan ve gün geçtikçe her tarafa yayılma istidadı arz eden duruma çok dikkat etmek ve tedbir almak zorunluluğu vardır. Bu sadece belli bir kesimin, milletin, ideolojinin değil bütün dinlerin ve tüm insanlığın ortak bir derdi ve baş belâsıdır. Âcilen de çözülmesi gerekmektedir. Çünkü tahribatın çok çabuk büyüme; tedbir alınmadığı takdirde de çok kolay yayılma istidadı vardır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da yol gösterici ve kurtuluş reçetesi insanlık için de, Müslümanlar için de yine Kur’ân’da, Sünnette, yani İslâmiyet’tedir. Başka bir çıkar yolu görülmüyor. Çünkü mevcutlar hep denenmiş ve iflâs etmiştir.Bu konuda gerçek söz sahibi de asrın mânevî tabibidir. Üstad Bediüzzaman Said Nursî, her alanda olduğu bu “tahribat” asrında da yapıcı ve tamircidir. Yol göstericidir. Metot ortaya koyucudur. Çözüm üreticidir. Çünkü tahribat bu asrın en büyük belâsı ve hastalıklarından birisidir. Ayrıca çok yönlü ve çok büyük bir hadisedir.İnsanoğlunu tahribata götüren genel sebepleri, Risale-i Nur Külliyatının bize kazandırdığı bakış açısıyla kısaca sıralamaya çalışalım: Piyasaya sürülen ve ‘ilim/bilim’ adı altında ‘gaflet ve dalâletin’ yolları olan pozitivist, maddeci tabiat fikr-i sabitliği. Dünya hayatının faniliği, geçiciliği, medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyuşturuculuğu. Bütün fenalık, günah ve şerlerin esası olan ‘yok etmek, tahrip etmek, yıkmak, vandalizm.’ Sadece dünyevîlik açısından hayata bakan zihniyetten dolayı; “firak/ayrılık” ateşinin insan ruhunda ve his dünyasında meydana getirdiği çok şiddetli manevi yıkımlar. Gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyasetin yeryüzündeki pek çirkin, pek gaddar yüzü. Zulümler, katletmeler, soygunlar, ateş ve kan sahneleri... İnsî ve cinnî şeytanların mütemadiyen ürettikleri tahripkâr oyun ve tuzaklar. Komünizm rejiminin, harplerin, istibdat ile merhametsizliğin, anarşistliğin, zalimliğin, hasetliğin, fenalık ve hevesât yollarının ve Süfyan komitesinin tahribatçı bid’atkâr rejimleri. Bazan çok küçük bir hata, ihmal ve isyanın çok büyük tahribata dönüşmesi. Şeytanlar ve şeytanlara uyanların çok küçük bir hareketle çok tahribat yapabilmeleri. Belli olan bir iş veya görevi yapmamakla veya bir şartın bozulmasıyla ortaya çıkan koca bir tahribat. Kalpte başlayan fesat ve fenalığın zamanla bir meyle dönüşüp; sonra da yıkıcı ve tahripkâr bir zevk uyandırmaya kadar gitmesi. Haset, gıybet, zan, iftira, yalan, kandırmaca, emniyetin sarsılması, şahsî menfaat gibi daha bir çok şey bu meyanda sayılabilir. Bütün bunlara karşı çare nedir? O da yine esas kaynaklarda zikredilmiştir. Burada en mühim olan konu, bütün bunları birçoğumuzun ilmen ve teorik olarak bildiği halde ‘tatbikatta’ olan tembelliğimiz ve aymazlığımızdır. Bu önemli gediği ve tepeyi aşmadığımız müddetçe işimiz zorlaşmaya devam edecektir. Risâle-i Nur şakirtlerinin, bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvâyı esas tutup davranmak gerektir. Bu müthiş tahribata karşı Risale-i Nur’un metoduyla mukavemet edip, tamir etmektir. Risâle-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi değil dünyayı içine alan büyük bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğündeki geniş bir kaleyi tamir ettiğinin idrakine varmaktır. Bu duruma karşı ehl-i hak ve hakikatin Cenâb-ı Hakk’ın dergâhına ilticaya ve Kur’ân’ın himayesine girmesi gerekmektedir. Bunun da tek yolunun Sünnet-i Seniyyenin daire-i nurâniyesine seve seve dâhil olmaktan geçtiğini kabullenmektir. Cin ve ins şeytanlarının şerlerinden, Allah’a iltica etmekten başka çıkar bir yol olmadığına tam olarak iman etmek gerektiğini kabullenmektir. Bunun başka bir yolunun da takvayla, günahlardan kaçınmakla mümkün olacağını kavramaktır. Harap etmenin ve tahripçiliğin çok kolay; tamir ve yapıcılığın çok zor olduğunu anlamaktır. Tahribatçıların sayısının çok fazla olmasına karşı Risâle-i Nur gibi bir tamircinin yerinde kullanılmasıyla büyük fütuhâtların olabileceğine inanmak ve tatbikine geçmek lâzımdır. Çünkü bu alanda icrâ edilmiş olan geçmiş neticeler ve tecrübeler çok tesirli ve pek harikadır. Bir önemli konu da, imanın şartlarından olan kadere tevilsiz iman etmektir. İnsî ve cinnî şeytanların kâinattaki müthiş tahriplerine, küfür, dalâlet ve şerrin bu kadar tahripkâr icraatlarına rağmen Cenâb-ı Hakk’ın mülkünde icada ve hilkate müdahaleleri olmadığı âşikârdır. Onların yaptıkları sadece ve sadece bir terk ve atâlettir, yani tembelliktir. Hayrı yaptırmamakla şerleri yapıyor olmaktır. Şer olmaktır.Cenâb-ı hak bütün inanlara akıl, feraset, iz’an ve anlayış versin ve bütün ehl-i imanı bu tür şerlerden ve şerirlerden muhafaza etsin. Âmin.
05.03.2010 E-Posta: [email protected] |