Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Saadet TOPUZ

Tanımsız terimler



Doğup büyüdüğümüzden beri çok duyduğumuz kavramlar var hepimizin. Haberlerde, gazetelerde sık sık görür, işitiriz. Ve çoğu zaman da sözlük anlamı olarak bildiğimiz kelimelerdir bunlar. Ama sözlük anlamıyla uygulaması tamamen çelişkili kavramlardır. Teori ve pratik tamamen zıttır birbirine. Demokrasi, laiklik, cumhuriyet gibi.

Kelime olarak halkın egemenliği ve söz sahibi olması anlamına gelen demokrasi bizim ülkemizin de yönetim biçimi. Bu egemenlik sınırsız bir egemenlik değil tabiî. Bunu kısıtlayanlar, sözde “halk adına” bu egemenliği kendileri kullanmak istiyorlar. Onlara göre, halk kendisi için doğru olanı seçemez çünkü. Halk için daha doğru olanı düşünen bir üstün akıl mevcuttur. Bu akıl da sadece onlardadır. Bu akılla eğer halkın iradesi çelişirse bazı hukuk kılıfları ile halkın değerleri hemen alaşağı edilir. Bu da gayet hukukî ve olması gereken bir durumdur! Adına ihtilâl ve darbe bile diyemezsiniz. Suçtur çünkü. Çünkü o asla eleştiri bile kabul edemez kutsal tabudur. ‘Hakim müddei olursa, kimden kime şekva edilir?’ Hele de bunları yapanlar hukukçu sıfatı taşırsa artık söylenebilecek söz kalmamış demektir.

Yıllardır bir türlü ne olduğu üzerinde ittifak edilememiş, anlaşılamamış, yorumlanamamış diğer bir kilit kavram da laiklik. Bizde, inanç değerlerini yaşamak adına yapılan her şey bununla çelişir. Halkın çoğunluğunun inandığı ve yaşamak istediği her şeyle zıttır bu kavram. Oysa sözlük anlamı bilâkistir. Çünkü din ve devlet işlerinin ayrılması anlamına gelir. Bu tanımdan önceden beri anladığım mânâ devletin dinlere eşit mesafede durmasıdır. Yani laiklik devlet işlerini ilgilendiren bir durumdur. Ama nasıl oluyorsa uygulamada her bireyden dine karşı aynı mesafeyi koyması istenmektedir.

Tabiî bu zıt durumlar sadece bizim ülkemize has bir durum. Bunu da ancak ülkemizden 14.000 km uzaklaşınca görebildik. Biz sanıyorduk ki, her yerde durum böyle çelişkili. Ve dünyanın ne kadar uzağında yaşadığımızı oraya gittiğimiz zaman gördük.

Avustralya’da her anlayışa ve fikre olağanüstü bir saygı mevcut. Farklı milletten birçok Müslümanın çarşafından başörtüsüne varıncaya kadar kendi tercih ettikleri kıyafetlerle en geniş anlamda özgürce her yere girebilmesi ve kısıtlanmaması ülkemizin üstün akıllarınca asla anlaşılamayacak bir durum olsa gerek. Türkiye’de yıllardır inancımızın önüne çıkarılan engellemelerin arkasındaki fikirler bize hep anlamsız geliyordu, ama çok uzaklardan bakınca daha da mantıktan, akıldan uzak geldi.

Aslına bakarsanız demokrasi ve laiklik kavramlarının gerçek hayata yansıması sözlük anlamları ile bire bir uyum gösterebiliyormuş meğerse. Eğer ülke dışına çıkmasaydım, gelişmiş bir ülkede yaşamasaydım dünyamda bu kavramlar gerçek anlamını asla bulamayacaklardı. Ve ben bu terimlere hep karşı olacaktım belki de.

Gerçekte milletin egemenliğine hiçbir kurum, adı ve sıfatı ne olursa olsun, asla el uzatamıyormuş bu medenî toplumlarda. Küçük de olsa herhangi bir engelleme ve kısıtlamaya en başta hukuk sistemi el koyuyor ve hukukun üstünlüğü halkın teminatı oluyormuş.

Bize dönelim. Eğer halkımıza sorulsa “Siz ne kadar Anayasa Mahkemesine veya Türk yargı ve hukuk sistemine güveniyorsunuz?” diye; sanırım sonuç hepimizce malûmdur. Benim için aslen öyle. Peki bizden yargıya ve hukuka güvenmemizi ve saygı duymamızı isteyenler bu güveni kazanmak için 80 yıllık bir dönemde halka hangi güvenceleri verdiler?

Hukuka aykırı davrananlar, ihtilâlle sistemi devirenler hakkında hangi hukuk sistemi işledi? Darbe yaparak suç işleyenler yargılandı mı? ‘İhtilâlin olgunlaşmasını bekledik’ diyerek o süre içinde akan kanların daha da çoğalmasına sebep olanlardan bunun hesabını sormayan bir hukuk sistemi nasıl vatandaşından kendisine güvenmesini, saygı duymasını isteyebilir?

Milletine bu kadar çektiren ve çektirmeye devam eden sistem artık son bulsun. Biz devletimize, hukukumuza güvenmeyi ve onu teminat olarak görmeyi can-ı gönülden istiyoruz. Ama bunu yaralayıcı uygulamaların milletin vicdanında derin yaralar açtığı ve devletiyle olan mesafenin gittikçe açıldığı asla unutulmamalı. Bu yaraların en kısa sürede kapatılması ve yeni yaraların bir daha asla açılmaması dileği ile…

24.03.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (17.03.2008) - Alternatif eğitim

  (11.03.2008) - Kadın ne ister?

  (04.03.2008) - Ayrılık vakti

  (25.02.2008) - Aborjinler ve başörtülüler

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri