Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Dizi Yazı

Mustafa ÖZCAN

Sarı Saltık’ın izinde Balkanlar’da

MAKEDON MİLLETİ YOKTUR

Aslında tarihte Makedon milleti diye bir millet yoktur. Ulus veya millî devletler çağında uydurulmuş bir başka millettir. Daha doğrusu Tito’nun uydurduğu bir millet. Esasen denildiğine göre, Makedonya etnik bir tabirden ziyade, coğrafî bir tabir. Karadağlılar ile Sırpları birbirinden ayıran ne ise, aslında Bulgarları Makedonlar’dan ayıran da odur. Makedonya coğrafyası zamanla üçe bölünmüş. Bir kısmı Bulgaristan, bir kısmı da Yunanistan’da kalıyor. Ana gövde ise, bugün Makedonya diye bilinen mekân. Mihmandarımız arşivci H. Yıldırım Ağanoğlu’nun da ifade ettiği gibi, aslında Osmanlılar Makedon halkını Bulgarlar olarak nitelendiriyorlardı. Müstakil olarak Makedon milleti diye bir millet veya teba tanımıyorlardı. Bu itibarla, Bulgarlar, Osmanlı döneminde Büyük Bulgaristan sınırları içinde bugünkü Makedonya’yı da mütalâa ediyorlardı. Makedonlar da bu hususta Osmanlı’nın çözülme ve millî devletler kurulması sürecinde bağımsızlıkla, Bulgaristan’a bağlanma açısından ikileme düşmüşlerdir. Balkan komitacılığının önemli isimlerinden olan Vırhovistler Bulgaristan’a bağlanmayı savunuyorlardı. Santralistler ise, merkezciydiler. Bağımsız bir Makedonya kurmayı hayâl ediyorlardı. Osmanlıların çözülme ve Balkanlar’dan atılma döneminde Yunanlıların megalo ideası gibi, Bulgarlar da Büyük Bulgaristan hayâli peşinde koşuyorlardı. Hedeflerden birisi de Makedonya’yı müstakbel topraklarına ilhak etmekti.

Esasen Büyük Bulgaristan fikri tarihte iki defa depreşmiştir. Bunlardan birisi, Bizans’ın zayıflama dönemine denk gelmiştir. İkincisi de Osmanlı’nın gerileme döneminde ortaya çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Bulgarlar, Nazilerle işbirliğinin bir mükâfatı olarak, bir müddet fiilen Makedonya’yı idare etmişlerdir. Osmanlıların Makedonya halkına, Makedon dememesinin altında, belki de ricat döneminde sorunlar yumağına bir yenisini daha ilâve etmeme endişesi gelebilir. Yeni baş ağrılarından kaçınmak istemesi sayılabilir. Bugün, Yunanistan da aynı şekilde toprak talepleriyle karşılaşmamak için, Makedonları bir millet olarak kabul etmiyor. Dolayısıyla Makedonya’nın bağımsızlığını kazanması, isim yüzünden, sancılı bir süreç oldu.

Geçmişte, Osmanlılar bu bölgeyi tabiî ki cumhuriyet olarak değil, evliye-yi selâse ve bilâhare de vilâyet-i selâse olarak isimlendirmişlerdir. Selanik, Manastır ve Kosova. Benzeri idarî taksimatı, Osmanlılar, bugünkü Irak’ta da uygulamışlardı. Irak, Irak olmadan oranın adı Musul, Bağdat ve Basra vilâyetiydi. Binaenaleyh Osmanlıların her bir vilâyetinden, yeni bir ülke ve devlet üremiş ve türemiştir. Türkçemizde, ‘eski ayları kırpıp kırpıp yıldız yapmak’ diye bir tabir var, o hesap Osmanlıların vilâyetleri de etnik ve millî devletçikler döneminde devlet olagelmiştir.

SVETİ NAUM VE SARI SALTIK

Slavlar m.s.VI. yüzyılın sonu ve VII. yüzyılda Balkanlar’a göç ettikleri zaman, Bizans Kilisesi’nin etkisi altına girmişlerdi. 863 yılında Ohri’ye gelen Aziz Naum (Sveti Naum) buradaki Slavları Ortodoksluğa kazandırdı. Bölgedeki dinî hayatın merkezi haline gelen Ohri 1000 yılları civarında başpiskoposluk haline geldi.

Esasen iki dinin tebliğcileri bu bölgede birbirine karışmış ve birbirinin içine girmiştir. Efsane ile gerçek birbirine bulanmıştır. Bu meyanda, bölgede Ortodoksluğu yayan Sveti Naum ile bölgedeki genelde İslâmiyeti ve özelde ise, Bektaşîliği yayan Sarı Saltık, bir yerde efsaneleşirken, bir yerde de birbirlerinin içine geçmişlerdir. Bu iki zatın şahsiyeti birbirinin yerini almıştır. Avrupa’nın en büyük gölü olan Ohri’de Aziz Naum kilisesi çok meşhurdur.

Burası aynı zamanda Sarı Saltık’ın türbesi olarak da nam salmıştır. Anlatılanlara göre, Hacı Bektaş-ı Veli tarafından Balkanlar’a gönderilen Sarı Saltık, Arnavutluk ile Makedonya’yı birleştiren Ohri Gölü’nü Taptuk Emre’nin kendisine verdiği seccade üzerinde geçer. Bugün Aziz Naum Kilisesi olarak bilinen yere gelen Sarı Saltık, yöre halkı tarafından Aziz Naum ile özdeşleştirilir. İlginçtir, Murad Hüdavendigâr Sırp Miloş tarafından şehid edilmesine rağmen, Kosova ziyaretlerimden birisinde Sırp kadınların türbeye gelerek ziyaret ettiklerini ve burada adak adadıklarını müşahade etmiştim.

Sarı Saltık, önemli bir Anadolu ereni. Horasan üzerinden buraya gelmiş olan Sarı Saltık’ın Anadolu’da 20, Balkanlar’da ise 13 makam mezarı bulunuyor. Alevî Bektaşî inanışına göre, asıl mezarı Tunceli Hozat’tadır. Kaynaklara göre, Hacı Bektaş Velî ile aralarında bağlantı var. Hacı Bektaş, onun Balkanlar’a geçmesini istiyor. Sarı Saltık bir rivayete göre İstanbul, bir rivayete göre ise, Sinop üzerinden 1263’te 12 bin Türkmen ailesiyle birlikte, Romanya’da Dobruca bölgesine geçiyor ve öğretiyi yaymaya çalışıyor.

Sarı Saltık Dede’nin hayatı, tebliğ faaliyetleri tüm Doğu Yunanistan’da, Doğu Bulgaristan’da, Güney Romanya’da Arnavutluk’ta, Altınordu ülkesinde ve Rumeli’de efsaneleşmiştir. Bu onun halkta meydana getirdiği güzel tesirin bir sonucudur. Halk ona yürekten bağlıdır, sevgi beslemektedir. Ayrıca bu yörelerde, Bektaşî dervişliği geleneğini de başlatmıştır.

Rivayetlere göre, en önemli çalışmalarından biri Güney Rusya Tatarları’na İslâmiyeti kabul ettirmesi olmuştur. Sarı Saltık, Balkan Bektaşîliği ile Anadolu Alevîleri için çok önemli bir isimdir. Aslında onun güzergâhı Osmanlı’nın Yeşil Hattı veya kuşağının bir başka versiyonudur. Rumeli’nin fethinin manevî öncüsü olan Sarı Saltık’ın asıl adı Muhammed Buharî olan bir Yesevî dervişidir. Evliya Çelebi, Sarı Saltık’ın Karadeniz kıyısında Romanya’nın Silistre bölgesindeki türbesini ziyaret ettiğini belirtmiştir. Sarı Saltık için yapılan bir makam ise, İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasındaki Rumeli Feneri’nde yer almaktadır.

EFSANELER BİRBİRİNE BENZİYOR

Konunun uzmanlarından olan Ahmet Yaşar Ocak hakkında: “SARI SALTIK: POPÜLER İSLÂM’IN BALKANLAR’DAKİ DESTANÎ ÖNCÜSÜ” kitabını kaleme almıştır. Esasen hakkında gerçekçi bir romanı yazılmalı, hatta filmi çekilmelidir.

Tabir caizse, dinlerin ve anlayışların karmasına senkretizm denmektedir. Senkretik anlayışlar, her yeni dinin yayılmasında kendisini göstermiştir. Her din yayılma sırasında kimi yerde eski dinin izleriyle buluşmuş ve bütünleşmiştir ve yer yer kaynaşmıştır. İzler birbirine karışırken yer yer efsaneleşmiştir. Ortodoks Papazı Naum ile Bektaşî Şeyhi Sarı Saltık’ın izlerinin Ohri’de kesişmesi gibi.

Hıristiyanlık Roma’da yayılırken, aynı şeyler başına gelmiş Roma tanrılarıyla Hıristiyan azizleri yer yer birbirinin yerini almıştır. Aynı şey, Anadolu’da ve Balkanlar’da Alevî veya Bektaşî inançları karmasında da görülmektedir. Ohri’nin dışında Sarı Saltık’ın izlerine Makedonya ve Bulgaristan’ın Kaligra gibi şehirlerinde rastlanmakta, hatta bu mekânlar bir çeşit kutsanmaktadır.

Bu hususta Ahmet Yaşar Ocak şunları anlatmaktadır:

“Eski Hind ve İran’daki ejderha ile savaş mücadeleleriyle menakib nâmelerden naklettiklerimiz arasında dikkate değer benzerlikler olduğu görülmektedir. Bununla beraber, bu menkıbeleri tek menşee irca etmenin mümkün olmadığı aşikârdır. Bektaşî velilerine atfedilen bu menkıbelerde Eti efsanelerinin olduğu kadar, Hıristiyan aziz menkıbelerinin veya Çin’deki ejderha kültünün izlerini sezebilmek de imkân dahilindedir. Meselâ Sarı Saltık’a yardım eden ve mızrakla ejderhayı delen Hızırla Saint Georges, Sarı Saltık’ın kâfir halkı Müslüman etmesiyle bu beridekinin Hıristiyanlaştırması; ağzından çıkardığı ateşle ejderhayı yakıp kül eden Hacım Sultan’la aynı işi yapan Buda ve nihayet Balçıkhisarı’ndaki ejderi ortadan kaldıran Otman Baba ile yine bir kalede üslenen ejderhayı öldüren Indra arasında benzerlik görmemek biraz zordur...” (Alevî Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri, s: 213, 214).

Mısır’da da benzer şekilde zamanla İslâm evliyaları ile Kıptî evliyaları aynı türbede ve aynı mekânda buluşabilmiştir. Kıptî evliyaları, zamanla senkretik bir biçimde İslâm evliyaları olmuştur.

—Devam Edecek—

Mustafa ÖZCAN

14.06.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (13.06.2006) - Bursa-Üsküp hattı

  (12.06.2006) - Deniz Feneri ile suyun öte yakasında

  (05.06.2006) - Çalışan kadına geniş sosyal haklar verilmiş

  (04.06.2006) - Kültür ve inanç şehri: Kum

  (03.06.2006) - İran: Nükleer silâh caiz değil

  (02.06.2006) - Dağa taşa yâ Ali, yâ Hüseyin, yâ Hasan

  (01.06.2006) - İran kadınları günlük hayatın her safhasında

  (31.05.2006) - Tesettür İran’ın da sorunu

  (27.05.2006) - Ümitler yeniden yeşerdi

  (26.05.2006) - Bosna'da soykırım plânı

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004