Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 25 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

S. Bahaddin YAŞAR

Güçlü ve zayıf yönler



Elinin hamuru ile…

Erkekler, erkeklik gerektiren meselelerde hanımlar için bu tabiri kullanıyorlar. Elinin hamuruyla erkeğin işine karışma diye. Ama elinde hamur olanın sair işlere mahareti yok demek değildir bu. Hatta elinde hamur bulunan bir maharetin izini taşıyor demektir.

Peki aynı sözün benzerini erkekler için kullanmak gerekse ne demek icap eder acaba? Yani erkek hanımın işlerine karışıyor, hanımı bunaltacak boyutlara varıyorsa, o zaman ne denilecektir bu beyefendiye?

Demek istediğim şey şu, erkek erkeklik fıtratına uygun işlerde, kadın da kadınlık fıtratına uygun işlerde mahirdir. Ancak anlatılanlar evde olup biten bütün işlerin hanımlara yüklenmesi demek değildir. Kimin, ev içerisinde hangi işleri yapabileceğinin belirlenmesi önem arz eden bir meseledir.

Hemen akla Hazreti Peygamber (asm) gelmektedir; eşlerinin yaptığı işlerde onlara yardımcı olan, ev temizliğine yardım eden, giysisindeki bir söküğü dikebilen bir anlayış, günümüz anlayışında kadının görevidir dediğimiz pek çok işlerin de aslında şefkate, sevgiye ve ilgiye dayandığı için o işleri yerine getirdiklerini göstermektedir.

Yani, herkesin kendisinin yapabileceği, fıtratına da uygun olan bir iş yapması kadar tabiî bir şey olamaz.

Herkesi yapabileceği en güzel bir işi olmalı

Herkesin kendisinin en iyi yapabildiği iş, aslında onu en çok mutlu eden de bir iştir. Çünkü o, o işten zevk alacaktır. Bu konuda bolca örnekler sıralamak mümkündür: Ayakkabı boyacısı olan bir kişi, ayakkabı boyamanın bütün inceliklerini bilmesi ve en güzel şekilde icra etmesi kadar anlamlı ne olabilir? Ayakkabı boyacısı mesleğini en güzel şekilde yaptığı takdirde, insanlar tarafından rağbet edilen ve aranan bir kişi olmayacak mıdır? Yerini bir başkasının dolduramadığı bir kişi olmak ve bir meslek yapmak, her kişi ve her meslek erbabı için geçerli bir yaklaşımdır.

Mesleklerin farklılığı, hayatı anlamlı kılıyor

Sadece belli mesleklerin rağbet gördüğü bir memleket, aslında sağlıklı sinyaller vermiyor demektir. Çünkü böyle bir durumda nazarlar hep o mesleklere çevrilmiş olacak ve diğer mesleklere olan rağbet, ilgi azalacaktır. Bu da mesleklerin yozlaşması, insanlar nezdinde değerini yitirmesi, arz talep dengesi gereği de ‘san’at’ olmaktan uzaklaşması demektir.

Toplumda doktorluk, avukatlık, öğretmenlik… nasıl ilgi odağında meslekler olarak kabul ediliyorsa, aynı toplumda şehir sokaklarının temizliğini gerçekleştiren görevliler ilgisizliğin, sevgisizliğin kurbanı edilmemelidirler. Berberlik nasıl bir ihtiyacı karşılıyorsa insanın, doktorluk da öyle bir ihtiyacı karşılıyordur. Berber doktora ihtiyaç duymaktadır, doktor da berbere. Her ikisi de ayakkabı boyacısına. Evi badana, boya yapan ayrı, ayakkabıyı boyayan, cilâlayan ayrı, kaporta boyacısı daha da ayrı. Hangisini diğerinden üstün, hangisini diğerine tercih edersiniz.

Herkesin yaptığı bir görev var ve o görev başka bir görevle değiştirilemeyecek nitelikte.

İşte bu farklılıklar hayatı anlamlı kılıyor.

Ekonomi profesörü, hastahanede çare bulamadığı bel fıtığı hastalığı için, uzak bir köydeki bel fıtığı ilgilisinin peşinde… Denize düşen, yılan da olsa bir şeylere sarılıyor. Çare arıyor.

Kayıkçının dersine bakın

Bilinen bir fıkradır ya, kayıkçı bir büyük profesörü nehirden karşıdan karşıya geçirmektedir. Profesör kendisini bu kayıkçıya hissettirmek ister. Ben alanımda şunları yaptım, bunları yaptım. Dünya beni bu alanda tanır. Sen benim alanımda şunu bilir misin, bunu bilir misin? gibi sorular, kayıkçıyı çileden çıkarır. Ama ne var ki, kayık ciddî bir dalgalanma ile karşı karşıyadır. Alabora olma durumu söz konusudur. Kayıkçı konuşup duran profesörün sözünü keser ve ‘Büyük profesör! Ben bütün bu anlattıklarının cahiliyim, hayatım büyük bir kayıp içinde, tamam. Peki ama sen de bunca ömrün içinde yüzmeyi öğrendin mi? Yüzme biliyor musun? der. Profesör durumun ciddiyetini anlar, ama iş işten geçmektedir. ‘Hayır, yüzme bilmiyorum.’ der. Kayıkçı Profesöre son cümlesini kurar: ‘O zaman senin hayatın hepsi mahvoldu.’ der ve dalgalar kayığı ve profesörü yutar. Tabiî kayıkçı çok iyi bildiği, denizin dalgalarıyla boğuşmaya başlar. Ve kurtulur.

Daha önemlisi olabilir ama önemsizi yok

Evet, varsın birisi en iyi okuyucu olsun. Bir diğeri, en iyi yazan, bir diğeri okunanı çok iyi dinleyen, bir başkası okuyanları seven, ötekisi tashihini yapan, yazılanları kitaplaştıran, baskıya geçen, cilt yapan, kapakları yapıştıran, satışa sunan, dağıtan, raflarına koyan ve diğerleri… soruyorum size, hangi kademedeki meslek anlamsız ve lüzumsuz.

Anlaşılıyor ki, meslekler bir vücudun azaları gibi. Vücut, gözden ibaret değil, kalpten ibaret değil, elden, ayaktan, kulaktan, tırnaktan ibaret değil. Tamam, daha önemlisi var, ama önemsizi yok.

İşte bu da Allah’ın işi

Tamam her insan bir meslekte mahir olsun. Ama bazı şeyleri bilmek ve uygulamak hayati önem taşımaktadır. Kişinin kul olarak kendi üzerine düşeni yapması, ama Allah’ın işine karışmaması oldukça anlamlıdır.

Meslekler de her şey değildir. Perde arkasındaki sebepleri de Yaratabilen unutulmamalıdır.

Nitekim doktor, kendi hastalığına yenik düşebilmektedir. İnşaat mühendisi kendisinin yaptığı binanın içinde, depremde enkaz altında ölebilmektedir. Uzun yaşama derneği başkanı çok erken yaşlarda hayata veda edebilmektedir.

Bu ve benzeri bir takım örnekler de, insanın ne bilirse bilsin, ne iş yaparsa yapsın aciz yönüne dikkatleri çekmektedir. Her türlü imkânı bulunan beyefendi, sadece patates haşlaması yiyebilmektedir. Yoğun bakımda bulunmak ölmeyi gerektirmiyor, eceliyle ölmek insanın isteğine bağlı değildir.

Bunlar da işte Allah’ın işidir.

Ona da karışmamalı insan.

25.11.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (18.11.2006) - Yorumunuz, içinde bulunduğunuz şartlara bağlıdır

  (11.11.2006) - Kendinize yardımcı olun!

  (04.11.2006) - Çocuk yetiştirenlerin dikkatine...

  (31.10.2006) - “Bana yardım edin” mesajı

  (21.10.2006) - Hayat ‘onlar’la anlamlı

  (14.10.2006) - Belirleyiciler

  (07.10.2006) - Gideceğin yere ‘ümit’ de götür

  (30.09.2006) - İslâmiyet zaten ‘insaniyeti’ de içerir

  (23.09.2006) - Ayılma zamanı

  (16.09.2006) - Nasıl bir ‘görüntü’ taşıyoruz?

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habip FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004