Evet, şu mevcudat, âyinelerdir. Fakat zulmet nura âyine olduğu gibi, hem karanlık ne derece şiddetli ise o derece nurun parlamasını gösterdiği gibi, çok cihetlerle zıddiyet noktasında âyinedarlık ederler. Meselâ, nasıl ki mevcudat acziyle kudret-i Sâni’a âyinedarlık eder, fakrıyla gınâsına âyinedar olur; öyle de, fenâsıyla bekasına âyinedarlık eder.
Evet, zeminin yüzü ve yüzündeki eşcarın kıştaki vaziyet-i fakirâneleri ve baharda şaşaa-pâş olan servet ve gınâları, gayet kat’î bir surette, bir Kadîr-i Mutlak ve Ganiyy-i Alelıtlak’ın kudret ve rahmetine âyinedarlık eder. Evet bütün mevcudat, güya lisan-ı hal ile, Veysel Karanî gibi şöyle münâcât ederler, derler ki:
“Yâ İlâhenâ! Rabbimiz Sensin. Çünkü biz abdiz. Nefsimizin terbiyesinden âciziz. Demek bizi terbiye eden Sensin.
“Hem Sensin Hâlık. Çünkü biz mahlûkuz, yapılıyoruz.
“Hem Rezzak Sensin. Çünkü biz rızka muhtacız; elimiz yetişmiyor. Demek bizi yapan ve rızkımızı veren Sensin.
“Hem Sensin Malik. Çünkü biz memlûküz. Bizden başkası bizde tasarruf ediyor. Demek malikimiz Sensin.
“Hem Sen Aziz’sin, izzet ve azamet sahibisin. Biz zilletimize bakıyoruz; üstümüzde bir izzet cilveleri var. Demek Senin izzetinin âyinesiyiz.
“Hem Sensin Ganiyy-i Mutlak. Çünkü biz fakiriz; fakrımızın eline, elimiz yetişmediği bir gınâ veriliyor. Demek Ganiyy Sensin, veren Sensin. “Hem Sen Hayy-ı Bâkî’sin. Çünkü biz ölüyoruz; ölmemizde ve dirilmemizde bir daimî hayat verici cilvesini görüyoruz.
“Hem Sen Bâkî’sin. Çünkü biz, fenâ ve zevalimizde Senin devam ve bekanı görüyoruz.
“Hem cevap veren, atiyye veren Sensin. Çünkü biz, umum mevcudat, kàlî ve hâlî dillerimizle daimî bağırıp istiyoruz, niyaz edip yalvarıyoruz. Arzularımız yerlerine geliyor, maksudlarımız veriliyor. Demek bize cevap veren Sensin.”
Ve hakeza, bütün mevcudatın küllî ve cüz’î her birisi birer Veysel Karanî gibi, bir münâcât-ı maneviye suretinde bir âyinedarlıkları var. Acz ve fakr ve kusurlarıyla kudret ve kemâl-i İlâhîyi ilân ediyorlar.
Mektubat, 20. Mektub, 2. Makam, YAN-2024, s. 285
LÛGATÇE:
abd: kul, köle.
atiyye: hediye, nimet.
âyine: ayna.
âyinedarlık: ayna görevi, yansıtma vazifesi yapmak.
cüz’î: az, küçük, ferdî.
eşcar: ağaçlar.
fenâ: yok olma, yokluk.
Ganiyy-i Mutlak: sonsuz ve sınırsız zenginlik sahibi ve hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah.
gınâ: zenginlik.
Hâlık: yoktan yaratan, var eden, Cenab-ı Hak.
kàlî: sözlü, dil ile.
kudret-i Sâni: her şeyi sanatkârca yaratan Cenab-ı Hakkın kudreti.
küllî: bütün, hep.
mevcudat: varlıklar.
münâcât: Allah’a dua etme, yalvarma.
münâcât-ı maneviye: manevî olarak yapılan dualar.
şaşaa-pâş: parlaklık saçan.
zulmet: karanlık.