Giriş
“Yargı Reformu” konusu memleketimizde çeşitli kesimler tarafından senelerdir konuşulan ve üzerinde tartışılan bir konudur. Bendeniz İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin kırk küsûr yıl öğretim üyeliği yapmış bir hukukçuyum.
Bu süre içerisinde gerek fakültemiz tarafından, gerekse başka fakülteler ve Yargıtay, Adalet Bakanlığı gibi kamu kuruluşları tarafından yapılan pek çok toplantıya katıldım ve çeşitli komisyonlarda konuşmacı veya dinleyici olarak bulundum. Senelerdir memleketimizde bir “Yargı Reformu”—Eskiden Adalet Reformu deniliyordu—konusu konuşuluyor, adaletin reforme edilmesi, modernleştirilmesi ve böylece ülkemize lâyık bir adalet hizmeti sunulması isteniyor. İsteniyor, ama, acaba bu başlık altında kastedilen nedir?
I- “YARGI REFORMU” NE DEMEKTİR?
Herşeyden evvel “Yargı Reformu”ndan ne kastedildiğini ve hangi mevzuların bu kavram içinde mütalâa edildiğine dair müşahadelerimi belirtmek isterim.
Kanaatimce “Yargı Reformu”nun esasları aşağıda belirteceğim noktalarda toplanmaktadır. Bir diğer deyişle “Yargı Reformu” denince bir tek şey kastedilmiyor. Benim şimdiye kadar katıldığım toplantılarda, okuduğum kitap ve makalelerde gördüğüm kadarı ile, üzerinde herkesin birleştiği bir tek kavram ve istikamet bulunmuyor. Aşağıdaki misallere bakılırsa bu konu daha iyi anlaşılacaktır.
Kanaatimce ülkemizde “Yargı Reformu” tam mânâsıyle gerçekleştirilmek isteniyorsa şu hizmetler yapılmalıdır:
A- Eski kanunlar ıslâh edilmelidir
Ülkemizde halen 10 binden fazla kanun yürürlükte bulunmaktadır. Bu kanunlar gerek Osmanlı (Monarşi) döneminde, gerekse Cumhuriyet döneminde çıkarılan kanunlardır. Hatta bu kanunları 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasaları dönemleri olarak da ayrımlara tabi tutarsak, değişik dönemlerde uzun zamandır çıkarılan kanunların bir hayli yekûn tuttuğunu görürüz. Bu kanunların eskiyen hükümlerinin ıslâh edilmesi isteniyor.
Gerçekten de özellikle para cezalarında bazen çok gülünç rakamlar ortaya çıkıyor. Meselâ yasada “bin liradan iki bin liraya kadar para cezası” veya “on bin liradan yüz bin liraya kadar para cezası” gibi ibareler yer alıyor. Bunlar zaman zaman ıslâh edilip arttırılıyor ise de, yine de kanunların, asrın icaplarına ve günün ihtiyaçlarına cevap vermeyen kısımlarının ıslâh edilmesi gerekiyor.
B- Mükerrer kanunlar ayıklanmalı, kanun enflasyonu giderilmelidir
“Yargı Reformu”ndan kastedilen bir diğer konu da mükerrer kanunların kaldırılması ve ayıklanmasıdır. Gerçekten aşağıda vereceğimiz misallerden de anlaşılacağı gibi ülkemizde tam bir “kanun enflasyonu” yaşanmaktadır.
Herşeyden evvel Osmanlı döneminde çıkarılan bazı kanunlar dahi halen yürürlüktedir. Daha sonra 1921, 1924, 1961, 1982 anayasası dönemlerinde bir kaç defa kanun numaraları 1’den başlayarak numaralandırılmıştır. Yanılmıyorsam, 5 defa yapılan bu numaralandırma işleminden sonra aynı numarayı alan birkaç kanun yürürlükte kalmıştır.
Meselâ “72 numaralı kanun hangisidir?” diye sorulduğu zaman “Hangi tarihte çıkarılan 72 numaralı kanun” diye sormak gerekmektedir. Çünkü şu anda beş tane 72 numaralı kanun bulunmaktadır. Ülkemizdeki kanun enflasyonu da bu şekilde devam edip gitmektedir. Üstelik sadece kanunlar değil, bu kanunlara paralel olarak çıkarılan tüzükler, yönetmelikler, hatta ve hatta, maliye sahasında olduğu gibi, binlerce-yüzbinlerce sirküler ve tebliğlerle bu mevzuat veya kanun enflasyonu rahatsız edici bir biçimde artmaktadır.
Bu konuda 2547 Sayılı YÖK Kanunu dahi misal olarak verilebilir. Gerçekten de bu kanunla ilgili olarak çıkarılan tüzükler, yönetmelikler ve yapılan değişiklikler, hatta çıkarılan yorum ve icra kararları 2547 Sayılı Kanunun uygulanmasını tereddüte düşürecek ve şaşırtacak biçime getirmiş bulunuyor. “Yargı Reformu”ndan kastedilen bir konu da işte bu dağınık mevzuat hükümlerinin ayıklanmasıdır.
C- Mahkemeler yeniden düzenlenmelidir
“Yargı Reformu” sırasında yeniden düzenlenmesi istenen bir konu da “Mahkemeler”dir. Gerçekten de zaman zaman mahkemelerin kuruluş ve teşkilâtlanması hakkındaki kanunlar Adalet Bakanlığı tarafından değiştirilerek yeni hükümler getiriliyor. Bu konuda bilhassa her ilimizde bulunmayan “İş Mahkemeleri,” “Çocuk Mahkemeleri,” “Tapu Kadastro Mahkemeleri” gibi yeni mahkemeler üzerinde duruluyor. Bu mahkemelerin ihtiyaca göre her ilde açılması ve teşkilâtlanması, diğer mahkemelerin de modernize edilmesi için çalışmalar yapılıyor.
Şu anda aktüel olan “İstinaf Mahkemelerinin" kuruluşudur.
Kanaatimce bilhassa yeni kurulan mahkemeler “Yargı Reformu” nun önemli bir kısmını teşkil eder.
D- Muhakemelerin seyri
Muhakemelerin süratli yapılması da “Adalet Reformu”nun bir başka maddesidir. Gerçekten de ifadelerin alınması, şahitlerin dinlenmesi, mahkemelere sunulan belgelerin değerlendirilmesi, bilirkişi raporlarının seyri ve değerlendirilmesi çok ağır yürümektedir. Bu unsurların modernize edilmesi gereğine tamamen katılıyorum. Muhakemelerin ağır yürümesi, adaletin geç tecellî etmesi ve hatta hiç tecellî etmesi neticesini de doğurmaktadır.
E- Adaletin gecikmesi
Ülkemizde filmlere ve gazete röportajlarına konu olacak kadar ağır bir adalet işleyişi söz konusudur. Bir tahliye veya boşanma dâvâsının iki ayda neticelenmesini beklemiyorum, ama bu tür bir dâvânın 20 yıl sürmesi de anlaşılır ve tahammül edilir bir durum değildir. “Geciken adalet, adalet değildir” diye çok meşhur bir söz vardır. Boşanma dâvâsı açmış bir eş meselâ, ancak 20 yıl sonra boşanabiliyor. Bu durumda, o arada ızdıraplı seneler ve hatta gayrı meşrû bir takım ilişkilere sebep olabiliyor. Bir tahliye dâvâsının 20 yıl sürmesi her halde adaleti ifade eden bir karar değildir.
Bu konuda Yargıtayımızın gerçekleştirdiği modernleşme çalışmalarını tebrik ediyorum. Kanunların ve diğer mevzuat hükümleri ile içtihatların computer’e geçirilme çalışmalarını Yargıtay Başkanından bizzat dinlemiştim. Kendilerini tebrik ediyorum. Hatta üniversitemizin satın aldığı gibi, çıkarılan kanun ve içtihatların bilgisayar ağı ile satılması da, hukuk fakültelerine ve diğer kurum ve kuruluşlara kolaylık sağlayan bir çalışmadır.
Muhakeme seyrinin ağır işlemesi, zaman aşımı dolayısıyla bazı dâvâların düşmesi neticesini doğurmaktadır. 2010 yılı içinde, ağır bir ceza ile cezalandırılmış, ve fakat dosyası Yargıtay'da sonuçlanmadığı için, (Hizbullah Dâvâsı) mahkûmlarının tahliye edilmeleri, kamuoyunda infallere yol açmıştı.
Saydığımız bütün bu maddelerin hepsi değerli, hepsi birbirinden önemlidir ve hiçbiri küçümsenecek bir konu değildir.
II- HUKUK FAKÜLTELERİ
Kanaatimce üzerinde yeteri kadar durulmayan bir konu “Yargı Reformu”nun önemli bir unsurunu teşkil etmektedir. O da “Hukuk Fakülteleri”dir. Herşeyden evvel hâkimlerin büyük bir kısmı Hukuk Fakültesi çıkışlı olduğu için, “Yargı Reformu” denildiği zaman bu kavram içinde hukuk fakülteleri büyük bir yer işgal etmektedir. Bugün gerek mülkî idarede, ve bakanlıklardaki hukuk bürolarında ve gerekse mecliste hukukçular büyük çoğunluğu teşkil ediyor. Hâkimlerin de büyük kısmı hukuk fakültesi diploması olan kimselerdir. Yani “Adalet Reformu” söz konusu olduğu zaman “Hukuk fakülteleri nasıl hizmet veriyor?, kaliteleri nedir ve nasıl olmalıdır?” soruları da gündeme gelmelidir.
Yukarıdan beri sıraladığımız konuları tartışılırken, hiçbirinde hukuk fakülteleri ele alınmıyor veya çok dolaylı olarak ele alınıyor. Kanaatimce hukuk fakülteleri birinci derecede önemlidir ve seviyeli bir adalet hizmeti için, bu konuda şu tedbirler alınmalıdır:
1- Her şeyden önce hukuk fakülterine girişte öğrenciler daha iyi bir imtihandan geçirilmelidir.
Bu imtihan Türkçe, mantık, tarih, kültür ve hatta zekâ testlerini, vb. ihtiva etmelidir. Çünkü hukuk ilmi ve uygulaması bu ana unsurlar etrafında oluşmaktadır. Hukukçuluk, bir mânâda, maksadı iyi ifade etmek ve hukuk metinlerini iyi tahlil etmek demektir. Aynı şekilde mantıklı, tutarlı bir tahlil, daima iyi bir adalet uygulamasının gerçekleşmesine sebep olur.
Burada belirtelim ki Amerika Birleşik Devletlerinde hukuk öğrenimi ikinci bir öğrenim sayılıyor. Yani liseden çıkan bir öğrenci ancak bir fakülteyi bitirdikten sonra hukuk fakültelerine kabul ediliyor. Kabul edilirken de son derece zor bir imtihandan geçiriliyor. Hatta Amerika’daki meslekdaşlarım tarafından bana verilen bilgilere göre, öğrencilerin hukuk fakültelerine girebilmeleri için imtihanda 40 üzerinden 38 alması gerekiyor. Bu demektir ki ancak “pekiyi” seviyesindeki bir öğrenci hukuk fakültesine girebiliyor. Düşünün ki bir fakülteyi bitiren öğrenci zaten belli bir seviyede yorgun demektir. Daha sonra büyük gayret sarf ederek hukuk fakültesine girebiliyor. Bu sebeple ABD’deki hukukçular bir hayli başarılı ve aynı zamanda iyi para kazanan kimselerdir.
2- Hukuk fakültelerinde imtihanlar yazılı ve sözlü olmak üzere çift aşamalı olarak yapılmalıdır.
Benim talebelik yıllarımda bu sistem vardı. Bu sistem talebe iken bizi çok korkutan ve aynı zamanda çok çalışmamıza da sebep olan bir sistemdi. Ne yazık ki seneler evvel sözlü imtihan kaldırıldı Senelerdir hukuk öğretimi ile meşgul olan, bu konuda kitaplar yazan bir kimse olarak çift imtihan, yani hem yazılı ve hem de sözlü imtihanın yapılmasını faydalı görüyor ve teklif ediyorum.Ve ancak her ikisinden de başarılı olan öğrencinin, tam başarılı sayılması gerektiğne inanıyorum
3- Mezun olduktan sonra olgunluk imtihanı yapılmalıdır.
Hukuk fakültesinden mezun olan belli bir staj geçirmeli, o stajın sonunda imtihan yapılmalıdır. İmtihanda başarılı olmayanlar ne hakim, ne de avukat olabilmelidirler. Bu imtihana Almanya’da yanılmıyorsam “Devlet İmtihanı” diyorlar. Mezuniyetten bir yıl sonra yapılıyor. Mezun olan öğrenci mahkemelerde staj yaptıktan sonra kendisine dosyalar veriliyor ve bu dosyaları incelemesi isteniyor. Daha sonra da hakimler tarafından imtihan ediliyor. İmtihanda bir dosyanın muhtevası, dosyaya ait itirazlar, dosyanın nasıl bir kararla neticeleneceği gibi sorular sorularak kendisinden cevap olarak bilgi ve yazılı metinler isteniyor. Ancak bu yazılı ve sözlü imtihanlarda başarılı olanlar avukat veya hakim olabiliyor.
4- Hakim olmak isteyip de olamayanlar üzülmemelidirler.
Çünkü adalet hizmeti en az tıp kadar önemli bir hizmettir. Bilindiği gibi Hz. Ömer’in “Adalet mülkün temelidir” sözü Yargıtayımızda ve diğer adlî kurumlarımızda asılıdır. Hakikaten Anayasa Mahkemesi koridorlarında da yazılı olan bu söz, bir devlet felsefesini ifade eder ve devlet hayatının ve modern bir idarenin temelidir. Yoksa kalitesiz bir hakim veya avukat adalet sağlayamaz ve insanların manevî dertlerine çare bulamaz. Bir tıp doktorundan nasıl el becerisinin ve bilgi dağarcığının zengin olması isteniyorsa, hakimlerin de beceri sahibi olması gerekir.
5- Danıştay ve Yargıtay avukatlığı sınırlanmalıdır.
Bu konu bizde henüz konuşulmuyor, ama Fransa’da danıştay avukatlığı ayrı bir avukatlık dalı. Daha doğrusu her hukuk fakültesi mezunu avukat olamadığı gibi her avukat da Danıştay’da avukatlık yapamıyor. Danıştay’da, Yargıtay’da, ve tabiî diğer Yüksek Mahkemelerde, avukat olarak dâvâ açan ve bu mahkemelerle temas kuran avukatların belli bir sayıda olması ve belli bir statüde bulunması gerekmektedir. Çünkü belli vasıflara sahip olmayan bir kimse adaletin gelişmesine sekte vuracaktır.
Kanaatimce yukarıda belirttiğimiz konular önemli, önemli olduğu kadar da acil tedbir gerektiren konulardır. Aşağıda vereceğimiz izahatlar da bunları tamamlayıcı mahiyettedir.
“Yargı Reformu”nun birinci adımı “Hukuk Fakülteleri”dir ve bu fakültelerde yukarıda belirttiğim 5 ana konuda tedbir alınmalı, ona göre hareket edilmelidir.
Düşünebiliyor musunuz ki, Danıştay veya Yargıtay’a verilen bir itiraz lâyihası bozuk bir Türkçe ile yazılmış. Hakim önüne gelen bir temyiz lâyihasında nelerin istendiğini anlayamıyor, çünkü hukuk metinlerini tahlil kabiliyetinden mahrum bir kimse tarafından, bozuk bir Türkçeyle yazılmış. Avukatlık yapan eski öğrencilerimiz, bazan yazdıkları dilekçeleri üzerinde görüşümü almak için bana başvuruyorlar. Bu avukat öğrencilerimizin ne kadar zayıf bir hukuk dili kullandıklarını üzülerek müşahade etmişimdir.
DEVAM EDECEK
Prof. Dr. Servet ARMAĞAN
(Anayasa Hukuku Profesörü)
[email protected]