Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

Faruk Nafiz Çamlıbel



Edebiyatımızın büyük şairlerinden biri bu isim.

Büyüklüğü, isminin uzun olmasından değil elbette. Devletin yıkıldığı, milletin dağıldığı, cemiyetin karıştığı, san’atın saltanatının çöktüğü, edebiyatın itibarını yitirdiği bir zamanda edebiyata tutunarak ayakta kalıp san’ata sarılarak büyüyebilmesinde.

1898 yılında İstanbul'da doğmuş Faruk Nafiz. Anne ve baba tarafından köklü ailelere mensup olduğu için onların da itinasıyla iyi bir eğitim görmüş ve daha talebelik yıllarında yazdığı şiirlerle dikkat çekmiş.

Daha sonraki yıllarda gazetecilikten, lise öğretmenliğinden, milletvekilliğine kadar içtimaî hayatın hemen hemen her safhasında vazife almış, saraylarda da yaşamış, zindanlarda da.

Fakat hayattan vazgeçtiği zamanlarda bile şiirden vazgeçmemiş.

Yaşadığı zamanda, milletin san’at hayatı da büyük sarsıntılar geçirip edebiyat kapanın elinde kalmasına, şiir kişilere ve gruplara göre değişik şekillerde telâkki edilmesine rağmen o cazip sathiliklere değil, hakikate, asalete itibar etmiş.

Meselâ zamane san’atkârlarının yenilik peşinde koşarak Batılı usûllere meylettiği, yazarların fikirlerini nazımdan ziyade nesirle anlattığı, bazı şairlerin, asırlarca kullanılarak yerleşmiş şiir kaidelerini bırakıp kaidesizliği kaide hâline getirdiği bir zamanda o eski usûlleri kullanmakta ısrar etmiş.

O zamanda ekser şairlerin itibar ettiği muteber teâmüllerin aksine en büyük itinayı da, nazmın en küçük birimi olan mısraa göstermiş ve o nisbette de büyümüş.

Hem de değme şairi beğenmeyen ve kusursuz gibi görünen şiirlere bile pâye vermeyen büyük şair Yahya Kemal'in herkesten esirgediği taltifine ve takdirine mazhar olacak kadar.

***

"Bir lübbüdür cihanda elezz-i lezâizin,

Her mısra-i güzidesi, Fârûk Nâfiz'in."

Yahya Kemal, işte böyle demiş Faruk Nafiz'in şiirleri için.

Bu mısralar, sadece bir şairin, başka bir şairi şâirâne ifadelerle taltif ve takdir etmesi değil, bir liyakatin tes'îdi, hakikatin tescili ve kazanılan merhalenin tesbitidir.

Çünkü Faruk Nafiz, şiirin fıtrî kaideleri içinde kendine has bir üslûp geliştiren ve onu bir imza hâlinde hem mısraların her birine, hem de manzumenin bütününe vurabilen bir şairdir.

Kendisi Halk edebiyatı tarzında yazdığı şiirlerle iştihar edip hececi bir şair sayıldığı hâlde, bunu Divan edebiyatı nazım şekilleriyle yazdığı manzumelerinde de yapmış ve başarmış.

Zaman içinde katettiği şiir merhaleleri, şiirlerinin hissî, edebî, içtimâî, hamasî, tabiî, millî ve dinî konuları işleyen muhteva çeşitliliği bile bu başarıya halel vermemiş. Bu sayede yalnız şiirlerinin bütünü değil, herhangi bir mısraı, herhangi bir yerde görüldüğü zaman, ismi olmadan da tanınabilen ender şairlerden biri olmuş.

"Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,

Bir dakika araba yerinde durakladı.

Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,

Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...

Gidiyorum gurbeti gönlümde duya duya,

Ulukışla yolundan orta Anadolu'ya.

İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!

Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,

Gök sarı, toprak sarı, çıplak dağlar sarı...

Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,

Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,

Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler..."

Meselâ, lise yıllarında edebiyat derslerine biraz ilgi duyan herkes, bu mısraları duyduğu anda, şairin ismini veya şiirin adını görmese de bunların Faruk Nafiz'in Han Duvarları şiirinden alındığını bilir.

Şair, Ankara'da bir süre gazetecilik yaptıktan sonra Edebiyat öğretmeni olarak tayin edildiği Kayseri'ye giderken, Ulukışla yolunda yaşadığı hadiseleri ve taşıdığı hâlleri anlattığı bu uzun manzumesinde iki farklı edebiyatın özelliklerini mezcetmiş.

Mezkûr mısralarda da görüldüğü gibi şiire, Divan edebiyatı tarzında ve beyit birimi ile başlayan Faruk Nafiz, uzun süre arabayı, yolları ve gördüğü yerleri tasvir ederek memleket gerçeklerine dikkat çekmiş.

Okuyanların, şiirin hep böyle devam edeceği zehabına kapıldıkları sırada manzumenin ilerleyen safhalarında kaldığı bir han odasının duvarında 'bir şair arkadaşa' rastlamış.

"On yıl var ki ayrıyım Kınadağı'ndan

Baba ocağından yar kucağından

Bir çiçek dermeden sevgi bağından

Huduttan hududa atılmışım ben"

Şair, cephede yaralanıp hasta düşerek memleketine dönen Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış adlı bir askere atfettiği bu mısralarda Halk edebiyatının koşma tarzının şekil özelliklerini kullanmış.

Fakat bunu hem şekil hem de mânâ cihetiyle öylesine fıtrî bir tarzda ve başarı ile yapmış ki, bu şekil ve âhenk farklılığı manzumenin muhtevasına hâkim olmuş.

Nitekim şair de bir manzum hikâye özelliği taşıyan şiirin akışını o askerin yolculuk macerasına göre ayarlamış ve gittiği yerlerde konakladığı han odalarının duvarlarında o dörtlüğün devamını aramış.

Her seferinde de bulmuş.

Maraşlı askerin, adını ve nâmını verdiği dörtlüğü okuyunca, bunun koşmaların son dörtlüğünde yapıldığını bildiği için onun akıbetinden endişe eden şair, hancıya onu sormuş.

Hancıdan, "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende" cevabını alınca 'Maraşlı'nın kara haberi' ile gönlü yanan şair, kendisinde yaşadığı maceraları anlatmaya devam etme gücü bulamamış olmalı ki manzumesini, köy yollarının ve han duvarlarının hafızasında bıraktığı izleri ifade ederek bitirmiş:

"Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar,

Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!

Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,

Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları."

***

Zindan Duvarları...

Faruk Nafiz'in hayatında, Han Duvarları'ndan daha hazin izler bırakan dörtlüklerini topladığı eserinin adı bu.

Şair, Han Duvarları'nın dışında, Bir Ömür Böyle Geçti, Gönülden Gönüle, Dinle Neyden, Elimle Seçtiklerim, Heyecan ve Sükûn, Akıncı Türküleri, Tatlı Sert, Yaz Yağmuru, Akarsu, Yayla Kartalı gibi çeşitli türlerde pek çok eser vermiş.

Memleket Şiirleri, Aşk Şiirleri, Düşünce Şiirleri gibi sınıflara ayırdığı şiirlerinde de Çoban Çeşmesi, San’at, Fetih'e Kaside, Sina'ya İnen Nur, Hamd ü Sena gibi eserlere yer vermiş.

Lâkin hiçbirinde, yazarken de okurken de Zindan Duvarları'ndaki kadar derin bir hüzün ve elem hissetmemiş. Çünkü o küçük dörtlüklere, Yassıada zindanlarında yaşadığı elim acıları sığdırmaya çalışmış.

1946 yılında Demokrat Parti'den İstanbul Milletvekili seçilen Faruk Nafiz, girdiği her seçimi kazanarak milleti temsil etme vazifesini 27 Mayıs 1960 ihtilâline kadar devam ettirmiş.

İhtilâlden sonra, bütün Demokrat milletvekilleri ve ileri gelen teşkilât üyeleri gibi o da bazı hayalî suçlar isnat edilerek sorgusuz sualsiz götürülüp Yassıada zindanlarına atılmış.

"Ya gezen bir ölü, yahut gömülen bir diriyim,

Mumyadır canlı da, cansız da bu kabristanda,

Gömdüler ruhumu yüz bir sene mahkûm gibi,

Cismim ayrılsa da ruhum kalacak zindanda."

Kendisinin o zaman yazdığı bu mısralarla da ifade ettiği gibi Yassıada'da, büyük acılar çekmiş, işkenceler görmüş, hakaretlere maruz kalmış. On beş ay kadar sonra beraat ederek cismen ayrılmış.

Lâkin bu zaman içinde ruhu öylesine onulmaz yaralar almış ki, Yassıada zindanlarında kalmışçasına o elim acıları ve dehşetli zulümleri gittiği her yerde yaşamaya devam etmiş.

Oradaki diğer maznunlar gibi onun da zamanının ekseriyeti tecrit koğuşlarında lâl kesilmiş nöbetçi askerlerin ve taşlaşmış merhametsiz subayların abus çehrelerine bakarak geçmesine rağmen bazı maznunların kendisinden çok daha fazla eziyet gördüğünü hissetmiş.

Onların içinde maddî ve mânevî yönden en dehşetli mezalimi yaşayanlar da Menderes, Polatkan ve Zorlu olduğundan kendisinden ziyade 'Memleketin tığ gibi Genç Osmanlarına yanmış.'

Çünkü oraya girdikleri günden itibaren hiç akıllarından çıkmayan, ender de olsa bir araya geldiklerinde fısıltı hâlinde konuştukları, gece de rüyalarında gördükleri o meş'um neticeyi hepsinin adına onlar yaşamışlar.

Bütün dehşetiyle yaşandığı hâlde bir türlü anlatılamayan, belki de hiç anlatılamayacak olan Yassıada mezalimini birkaç mısra ile yaşamayanlara hissettirmeye çalışmış:

"Gün doğar. Sohbetimiz yalnız ölümdür adada.

Gün batar. Uykuda rüyamız ölümdür yalnız...

Dersiniz böyle cehennem mi olur dünyada?

Çok değil, bir gecelik bizde misafir kalsanız!.."

***

8 Kasım 1973.

Faruk Nafiz'in ruhu ancak o tarihte kurtulabilmiş Yassıada zindanlarından.

Sonsuzluk diyarına gitmeden evvel, hâlâ kanayan ve sızıntısı kıyamete kadar dinmeyecek olan Yassıada yarasının perdelerini aralayarak zindanlarda yaşanan mezalimi bir nebze anlatabildiği için de müsterihmiş.

'Ezeli varlığa candan vurulan bir aşık' olduğunu hep hissetmesine ve arada bir bazı şiirlerinde dile getirmesine rağmen, o aşkın icaplarını hakkıyla yerine getiremediğini de müdrikmiş.

Yaşadığı süre içinde sık sık hatırladığı bu eksikliği ömrünün sonlarına doğru hızlı bir şekilde telâfi etmeye çalışırken, başkalarının aynı hataya düşmemeleri için bir şeyler yapmak istemiş.

Hayatının yegâne meziyetinin şairliği olduğunu, gelecek nesillerin de ömrünün meyvesi olan şiirlerini okuyarak kendisini yâdedeceklerini düşündüğünden bunu da şiirle yapmak istemiş.

Bu maksatla Han Duvarları'na karaladığı mısralarından tanıdığı Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış hissiyâtıyla Zindan Duvarlar'ına 'Sonsuz Rüya'yı kazımış:

"Ezelî varlığa candan vurulan aşıklar,

Ses alır tâ ötesinden ebedî dünyanın.

Yerin altında devam etmesidir bence ölüm,

Yerin üstünde görüp geçtiğimiz rüyânın."

11.11.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (04.11.2007) - Yahya Kemal’in dönüşü

  (28.10.2007) - Bediüzzaman ve Eskişehir

  (21.10.2007) - Karahisar’ın nurânî yüzü

  (14.10.2007) - Sürgün yerinde sıla sıcaklığı

  (07.10.2007) - Şairlerin nazarında Süleymaniye

  (30.09.2007) - Ramazanda türbe ziyaretleri

  (23.09.2007) - Eski Ramazan hazları

  (16.09.2007) - Zamanın, Ramazan farkı

  (09.09.2007) - Said Nursî ve Isparta

  (02.09.2007) - Said Nursî’nin vatan-ı aslîsinde

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri