Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Süleyman KÖSMENE

Risâle-i Nur'dan muhtelif konular



Kıbrıs’tan Abdullah Erdur: “Sikke-i Tasdik-i Gaybi’nin 9. sayfasında geçen ‘Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymettarı olan iman-ı tahkikîyi neşir ve ehl-i imanı dalâletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmihâ Risâle-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı mânevîyi bir hâdimine vermişler, o hâdime mültefitane bakmışlar. Bu hakikatten anlaşılıyor ki, sonra gelecek o mübarek zat, Risâle-i Nur’u bir programı olarak neşir ve tatbik edecek’ ifadelerine göre, ‘sonra gelecek o mübarek zat’ kimdir?”

Bu cümle gayet açık ve net biçimde âhir zamanda gelecek zatın üç mühim görevi olduğunu, bu üç büyük görevin en büyüğünün imanı “tahkikî” seviyede yaymak ve kalplerde sabitleştirip yerleştirerek iman ehlini yanlış davranışlardan ve batıl fikirlerin saldırılarından kurtarmak olduğunu, bu görevi de kâmil şekilde Risâle-i Nur ve müellifinin yaptığını, Hazret-i Ali (ra) gibi, Hazret-i Abdulkadir Geylâni (ks) gibi, Hazret-i Mevlânâ Halid-i Bağdadî gibi büyük zatların bunu keşfedip gördüklerini bildiriyor.

Bu büyük zatlar, âhir zamanda gelecek zatın görevini Risâle-i Nur’un şahs-ı manevisinde görmüşler. Bediüzzaman’ın, “Sonra gelecek o mübarek zat”tan muradı, yukarıda gelen kendi ifadesinden de anlaşılıyor ki, Risâle-i Nur’un şahs-ı manevisinden ibarettir. Çünkü Risâle-i Nur’u bir program yapıp neşretmek ve onu tatbik etmek kıyamete kadar Risâle-i Nur’un şahs-ı manevîsine ait bir görevdir. Bu görev Risâle-i Nur’dan sonra gelecek bir zatta değil; Risâle-i Nur’un şahs-ı manevîsindedir. Bediüzzaman’ın “sonra gelecek” demesi, şahs-ı manevînin kıyamete kadar devam edeceğine işarettir.

Burada ayrı ve özellikle bir tek şahıs beklentisi içine girecek hiçbir işaret ve alâmet yoktur.

***

HTurnali rumuzuyla soran okuyucumuz: “Dördüncü Şuâ’da Birinci Mertebe-i Hasbiye’de: ‘..ki hayatımı ve bekamı maalmemnuniye onların (bütün dostlarımın) saadetleri için feda ediyorum’ deniyor. Bekayı feda etmeyi açıklar mısınız?”

Birinci Mertebe-i Hasbiye-i Nuriye beka aşkını işliyor. Beka aşkının nefsin gafletiyle kişinin kendi bekasına dönük yaşandığı zannedilse de, beka aşkı kişinin kendi bekasına dönük değil; sebepsiz ve bizzat sevilir konumda bulunan mutlak kemal sahibi Allah’ın bir isminin bir cilvesinin kişinin mahiyetindeki gölgesinden ibarettir. Yani kişi nefsinin gafletiyle kendi bekasına âşık olduğunu zannetse de, bu aşk, Allah’ın bekasına olan aşktan ibarettir. Kişinin fıtratında doğrudan Allah’ın varlığına, kemaline ve bekasına yönelik bulunan fıtrî muhabbet ve aşk, gaflet yüzünden yolunu şaşırmış, kişinin kendi bekasına dönmüş.

Baki olan Allah’a veya başka bir ifadeyle Allah’ın baki oluşuna olan aşk, kalbimizde yer eden ve kalbimizin varlık sebebi bulunan en yüce aşktır. Daha sonra derece derece Allah dostlarının bekasına olan aşk gelir ki, bütün bu dereceler kendi nefsimizin bekasına duyduğumuz aşktan daha önce ve daha yüksektir. Çünkü bu dostların içinde başta Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) yer alıyor. (Ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) ‘Beni kendi nefsinden çok sevmedikçe gerçek iman etmiş olmazsın’ buyuruyor.) Sonra onun âl ve ashabı, sonra diğer enbiya, evliya, asfiya gibi sair Allah dostları geliyor. Bütün bu mübarek silsilenin bekasını istemek, kişinin kendi bekasını istemekten daha ulvîdir, daha yücedir. Diğer yandan zaten aynı zamanda bu mübarek silsilenin bekasını istemek, bu mübarek silsile ile birlikte kendi bekasını da istemek demektir. Çünkü zaten kendisi de bu silsiledendir. En azından duâsı bu yöndedir. Sonra, başkasını öncelemek gibi bir fazilet de ayrıca bunu gerektiriyor.

Nitekim hangi Allah dostuna baksanız, aynı mânâyı yaşıyor ve aynı diğergamlık duygusu içinde kendi nefsinden geçiyor. Allah için olmanın, Allah için yaşamanın, Allah için sevmenin, Allah için ölmenin bir gereği budur. Yani, Allah için olan, Allah için yaşayan, Allah için seven, Allah dostlarını kendi nefsinden önce sever, kendi nefsine tercih eder.

02.03.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (01.03.2007) - Demirci'den reşit vicdanın sesi

  (28.02.2007) - Muhtelif konular

  (27.02.2007) - Beşerî ilişkilerimizde edep

  (26.02.2007) - Muhtelif sorular

  (25.02.2007) - İhlâs sûresi ve tevhid mertebeleri-2

  (24.02.2007) - İhlâs sûresi ve tevhid mertebeleri- 1

  (24.02.2007) - BİR KISSA, BİN HİSSE

  (23.02.2007) - Namaz derdini önemseyelim

  (22.02.2007) - Allah'ın büyüklüğünü kavramak

  (21.02.2007) - Bir çizgidir Yeni Asya

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004