Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

Nur ve ateş arasında yüz yıl (10)



Kurt gövdenin içinde

Bulaşıcı günahlar, mânevî hastalıklar ve ahlâkî buhranlar itibariyle, insanlık tarihinin görüp geçirmiş olduğu belki de en zor dönemlerden birini yaşıyoruz.

Öyle ki, eski çağlarda kavimleri helâke götüren günah ve isyan dalgaları, günümüzde Müslüman toplulukların içine de sirayet etmiş, hatta yaygınlık kazanmış durumda.

Öte yandan, iki zıt olan iman ile küfür, günümüzde âdeta içiçe girmiş, omuz omuza gelmiş, iş ve aile hayatında aynı havayı teneffüs eder, aynı sofradan beslenir bir duruma gelmiş.

Demek ki, şimdiki nesil eski nesillerden çok daha farklı ve o nisbette de tehlikeli bir durumla karşı karşıya gelmiş bulunuyor.

Üstad Bediüzzaman'ın tâbiriyle, "Kurt, gövdenin içine girdi."

Bu yeni durum karşısında ıztırabın en dehşetlisine düçâr olan Bediüzzaman Hazretlerinin mahz–ı hakikat tesbitleri: "Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü, düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basîret gözü böyle körleşirse, îman kalesi tehlikededir. İşte benim ıztırâbım, yegâne ıztırâbım budur." (Tarihçe–i Hayat, s. 542.)

İnsanlık buhran geçiriyor

Bir rivâyette var ki, "Âhirzamanda kimse nefsine hâkim olamıyor."

İşte, böylesine dehşetli bir zamanda yaşıyoruz.

Nur saçan İslâmiyet ise, ortalığı istilâ etmiş kimi kem nazarlara göre irticadır, kimilerine göre ise afyon gibi uyuşturucu, yahut düpedüz ateş gibi yakıcıdır: Tutarsan yanmaya, atarsan ondan mahrûm olmaya razı olmalıymışsın...

Oysa, İslâmiyet nurdur; fenâlara ise nârdır, ateştir. Bu değişmez hakikate rağmen, ortalık bulandırılmaz, zihinler karıştırılmak isteniyor.

Dahilden, hariçten, âdeta dört koldan buhran pompalanıyor.

Bu istilâcı dehşetli buhranı ve ona karşı duruşunu şöyle târif ediyor, Üstad Bediüzzaman: "Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan Garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir vebâ, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor... Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum... Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, îmânım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmânımı kurtarmaya koşuyorum. " (Age, s. 543.)

Nihayetsiz bir fedakârlık

Cemiyetin huzurunu, kitlelerin refahını, gençliğin ıslâhını, nesillerin saadetini düşünmesi gereken "büyük kafalar" gaflet içinde debelenip dururken, Bediüzzaman Hazretleri ise, bütün kuvvetiyle bütün mesaisini insanların, bilhassa istikbâl neslinin iki cihan saadeti yolunda sarf etmeye koyulmuş.

Ne cennet sevdâsı, ne cehennem korkusu, ne sürgün cezası, ne hapis, ne zindan, ne işkence acısı, ne zehirlenme sancısı, bunların hiçbiri onu bu ulvî maksadından geri çevirmemiş, çevirememiş.

O, nefsini kurtarmayı düşünmemiş, dünyasını, gerekirse âhiretini dahi bu rızâ–i İlâhî yolunda fedâ etmeyi göze almış ve öyle çalışmıştır.

Sonunda ise, hakkını da helâl ederek, yapmış olduğu hizmetlerinden dolayı, yine Allah'a şükretmekle iktifa etmiştir. İşte, bu meyandaki sözleri: "Cemiyetin îmânı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı fedâ ettim; helâl olsun. Çünkü, bu sâyede Risâle–i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yâhut birkaç milyon, belki daha ziyâde kişinin îmânını kurtarmaya vesîle oldu. Allah’a bin kere hamd olsun." (Age, s. 544.)

Demek ki, manevî yangınlar o derece tehlikeli ve sınır tanımaz bir hal almıştır ki, buna mukabil yapılacak olan söndürme hizmetinde de sınır tanımamak ve "nihayetsiz bir fedakârlık"ta bulunmak gerek.

İşte, Bediüzzaman Said Nursî bunu yapmış ve böyle yapılmasını talebelerine de vasiyet etmiştir. Birer muhabbet fedâisi olarak, insanlara karşı bir kin ve intikam duygusu beslemeden, bütün güç ve kuvvetiyle kendilerini "iman kurtarma hizmeti"ne adamaları tavsiyesinde bulunmuştur.

En yakın olandan başlamak

Böyle bir istikamette yol alırken, kişi evvelâ kendi nefsinden ve en yakınlarından işe başlaması gerekiyor.

Evet, aile efradı denilen "evlâd ü ıyâl", iman ve ahlâk hizmetinde bulunanlar için, yolun en başında gelir.

Bunları atlayarak, yok sayarak, yahut onları "çantada keklik" gibi sanarak, hiç kimse sıhhatli bir hizmette bulunamaz, selâmetli bir yolda gidemez. Zira, en büyük, en sahih, en makbul hizmet, en dar ve en küçük dairede olur.

Dolayısıyla, hizmet dairelerindeki seyir defteri, küçükten büyüğüne doğru kademeli bir şekilde açılmalı.

Buna göre, bilhassa anne babalar için, çocuklarıyla olan hizmet ve münasebetleri öncelik kazanıyor.

İnşaallah, yarın da bu mühim nokta üzerinde etraflıca durarak, seri yazımızı toparlamaya çalışalım.

GÜNÜN TARİHİ 02 Mart 1950

32 ölümlü Muğlalı Paşa hadisesi

Em. Org. Mustafa Muğlalı, Özalp hâdisesi (İran sınırında 1943 yılı Temmuz'unda kànuna aykırı davranmakla suçlanan 32 köylüyü kurşuna dizdirmesi olayı) sebebiyle devam eden duruşmalar sonunda idama mahkûm edildi. Ancak, cezası müebbet hapse çevrildi ve kendisi de 1951 yılı sonunda hapiste iken öldü.

Bu mahkûmiyet dâvâsı, yakın tarihimize "Muğlalı Paşa hadisesi" olarak geçti.

Kurşuna dizileceklerin sayısı başlangıçta 33 iken, son anda grubun içinde bulunan bir kadının serbest bırakılmasıyla, bu sayı 32 olarak sabitlenmiş oldu.

Muğlalı Paşa, 1930'daki Menemen hâdisesi sonrasında da, çok can yakmakla itham edilmişti.

Komisyon raporundan

Kurşuna dizme hadisesinin mahkemeye intikal etmesi safhasında, bir heyetin konu hakkında araştırma yapması ve tesbitlerini bir rapor halinde mahkemeye sunması istenir. İşte, o rapordan bir bölüm: "30 Temmuz 1943 Cuma günü sabahleyin nezarette bulunan 32 köylü dışarı çıkarılmış elleri arkalarına ve kişiler birbirlerine iplerle bağlanmak suretiyle Çilli Gediği yönünde sevkedilmişlerdir. Bu sırada, zaten öldürüleceklerini bilen elleri bağlı mağdurların yalvarıp yakarmaları, feryâd û figânları yürekler acısı bir sahnedir. Kafile Çilli Gediğine geldiğinde, iki teğmen, emirlerindeki mangalara ateş emrini vermişler. Erler, piyade tüfekleri ve hafif makinalı tüfeklerle 32 mâsum vatandaşı yaylım ateşi altına alarak katletmişlerdir."

02.03.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (01.03.2007) - Nur ve ateş arasında yüz yıl (9)

  (28.02.2007) - Nur ve ateş arasında yüz yıl (8)

  (27.02.2007) - Nur ve ateş arasında yüz yıl (7)

  (26.02.2007) - Muhtelif konular

  (24.02.2007) - Nur ve ateş arasında yüz yıl (6)

  (23.02.2007) - Nur ve ateş arasında yüz yıl (5)

  (22.02.2007) - Nur ve ateş arasında yüz yıl (4)

  (21.02.2007) - Nur ve ateş arasında yüz yıl (3)

  (20.02.2007) - Nur ve ateş arasında yüz yıl (2)

  (19.02.2007) - Nur ve ateş arasında yüz yıl (1)

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004