Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 15 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Ali KAYA

Mevlânâ yılı ve Bediüzzaman



Uluslararası Mevlânâ Vakfı ve Mevlânâ Dernekleri bir araya gelerek 1207 yılında dünyaya gelen Hz. Mevlânâ’nın 2007 yılında 800. doğum yıldönümü olması münasebeti ile dünya çapında kutlama ve faaliyetler yapmayı planlamışlardır. 2006 yılında çalışmalarına başlayan Mevlevî gönüllü kuruluşları, projelerini Kültür Bakanlığına sunmuş ve dünya çapında programlar yaparak Mevlânâ’yı tanıtmak amacı ile Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu UNESCO’ya teklifini iletmiştir. Kültür Bakanlığı da projeyi kabul ederek 2007 yılını “Mevlânâ Yılı” ilân etmiştir.

UNESCO’nun teklifi kabul etmesinin ana sebebi Mevlânâ’nın engin hoşgörüsüdür. Bu hoşgörünün insanlığın en çok muhtaç olduğu zamanda “Dünya barışına katkı sağlaması”dır.

Mevlânâ, dünyaya mal olmuş büyük bir İslâm bilgini ve mutasavvıfıdır. En büyük ve değerli eseri Farsça kaleme aldığı Mesnevî’sidir. Ancak engin hoşgörüsü ve bunalımda olan halka sunduğu ümit ile, insanlardan her kesimin kalbine taht kurmuştur. İnsanlara, geçmişe takılıp kalmamayı ve geleceğe ümitle bakmayı öğütlemiştir. Bu bağlamda söylediği “Dün dünde kaldı cancağızım / Bugün yeni şeyler söylemek lâzım” sözü ne kadar vecizdir.

Mevlânâ insanlığa kucağını açmış bir gönül eridir. Peygamberi Hz. Muhammed’den (asm) aldığı dersin bir gereği olarak, onun yolunu ve sünnetini takip ederek “Gel, gel, ne olursan ol gel / İster kâfir, ister mecûsî, ister puta tapan ol gel / Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir / Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel” diyerek insanları tövbeye çağırmıştır. Mevlânâ’nın dergâh dediği, Yüce Allah’ın huzurudur. Kendisi de daima O’nun huzurundadır. “Gel” demiştir; ama “Geldiğin gibi kal” dememiştir. “Allah’ın huzuruna gel! Değişerek yeni ve iyi bir insan ol!” demiştir. Mesnevî’yi okuyan her insanın değişerek insanlığa yararlı bir insan, Allah’ın sevgili bir kulu olmasını istemiştir. “Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok, / Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok” diyerek elbisenin içini bir insan olarak doldurmak gerektiğini anlatmıştır.

“Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol / Şefkat ve merhamette güneş gibi ol / Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol / Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol / Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol / Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diyen Mevlânâ, cimrinin cömert, katı kalplinin merhametli, kusur arayanın kusur örten, öfkelinin sabırlı, kibirlinin mütevazi olmasını istemiştir. Bu, her gelenin geldiği gibi kalmaması demektir. Yeni bir insan olmasıdır.

Kendisini Kur’ân’ın kölesi olarak gören Mevlânâ, Mesnevî’sini Kur’ân-ı Kerim’in tefsiri olarak yazmıştır. “Bu canım var oldukça ben Kur’ân’ın kölesiyim / Muhammed Mustafa’nın (asm) yolunun toprağıyım / Benden bundan başka bir söz nakleden olursa / Ben hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım” der.

“Mevlânâ, benim zamanımda gelseydi Risâle-i Nur’u, ben onun zamanında gelmiş olsaydım Mesnevî’yi yazardım. O zaman Kur’ân’a hizmet Mesnevî tarzındaydı, bu zamanda ise Risâle-i Nur tarzındadır” diyen Bediüzzaman ile Mevlânâ’nın ortak noktası imana ve Kur’ân’a hizmettir. Her ikisi de iman ve Kur’ân bağı ile birbirlerine bağlanmışlar, iman ve Kur’ân’a hizmeti esas almışlardır.

Mevlânâ, Cengiz Han’ın başında bulunduğu Moğolların tahrip ettiği bir dünyayı, yıkılan gönülleri, kırılan kalpleri ve bozulan imanları, Kur’ân tefsiri Mesnevî ile tamir etmeyi amaçlamıştı. Bediüzzaman da “Harb-i Umumi” denilen “Birinci Dünya Savaşı” ile yıkılan ve tahrip edilen dünyayı, sönen umutları ve kaybolan imanları, tahrip edilen dinî ve imanî duyguları yine Kur’ân’ın tefsiri olan “Risâle-i Nurlar” ile tamir etmeyi amaçlamıştır.

Mevlânâ, Afganistan’ın (Horosan) Belh şehrinde doğmuş, 20 yaşlarında Konya’ya gelmiştir. Bediüzzaman ise Anadolu evlâdı olup Bitlis’in Hizan kazası Nurs köyünde dünyaya gelmiş, gönüllü alay kumandanı olarak Doğuda Ruslar ile savaşmış ve büyük faydalar göstermiş, yüzlerce talebesini şehit vermiştir. Kendisi de esir düşerek, Kosturma esir kampına gönderilmiş, ama 1917’de Komünist ihtilâlinin karışıklıklarından istifade ile firar ederek İstanbul’a gelmiştir. Zamanın Genel Kurmay Başkanı Enver Paşa’nın teklifi ile padişah tarafından en yüksek ilmî paye olan “Mahreç” unvanı ile taltif edilmiş ve “Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye”ye aza tayin edilmiştir. İstanbul’un işgalinde İngilizler aleyhine çalışmıştır. “Hutuvât-ı Sitte” isimli eserini matbaa ile çoğaltarak İngilizlerin propagandalarını kırmıştır.

Mevlevîler Kurtuluş Savaşına destek vermişlerdir. Bediüzzaman ise, desteğin ötesinde aleyhte çıkarılan “Şeyhülislâm Dürrizade”nin fetvasına mukabil fetva vererek Anadolu’daki desteğin önünü açmıştır. Bediüzzaman’ın bu fetvasına istinaden dinî ve ilmî erkân “Kuvay-ı Milliye” lehinde fetvalar vererek Millî Mücadelenin başarısını sağlamışlardır. Bunun içindir ki bizzat Mustafa Kemal tarafından defalarca Ankara’ya taltif için davet edilmiş ve 19 Kasım 1922 tarihinde TBMM özel gündemle toplanarak Bediüzzaman için “Hoşâmedî”, yani “Hoşgeldin” merasimi düzenlemiştir. Bunlar o günün Meclis tutanaklarında sabittir.

Mevlânâ, eserlerini Farsça yazmış, Bediüzzaman ise, ekseriyetle Türkçe olarak kaleme almıştır. Bediüzzaman’ın Türkçe kaleme aldığı şâheserler her cihette mükemmel olduğu için dünyada kabul görmüştür. Bu eserler Arapça, Farsça dâhil 23 dile çevrilerek tüm dünyada milyonlarca insan tarafından okunmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’den sonra dünyada en fazla okunan eser unvanını almıştır. Bir araştırma raporunda, dünyada Müslüman olanların % 30’unun Risâle-i Nur eserlerini okuyarak Müslüman olduğu tespit edilmiştir.

Molla Câmî unvanı ile şöhret bulan Abdurrahman Câmî’nin, Mevlânâ hakkında söylediği “O mânâ cihânının eşsiz padişahının zâtının değerini ispatlamak için Mesnevî kâfidir. O büyük varlığın vasfı ve üstünlüğü hakkında ben ne söyleyeyim? O peygamber değildir, fakat kitabı vardır” sözü, elbette büyük bir gerçeği yansıtmaktadır. Bediüzzaman’ın “yedi Mesnevî kadar ehl-i hakikata bâkî bir rehber ve bir mürşid olacak”1 dediği Risâle-i Nur Külliyatını görmüş olsaydı, acaba o büyük insan ne derdi?

Sonuç olarak, güzel yurdumuzun çok önemli bir değeri olan Mevlânâ anılmaya, sevilmeye ve sahip çıkılmaya elbette çok lâyıktır. Aynı şekilde Bediüzzaman da, inanıyorum ki anılmaya, okunmaya ve sevilmeye; adına haftalar, aylar ve yıllar düzenlenmeye elbette daha çok lâyıktır.

Dipnot:

1- Lem’alar, 28. Lem’a, 4. Nükte, s. 353

15.03.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (23.02.2007) - Sosyal hayat

  (18.02.2007) - Gençlik ve sosyal hayat

  (15.02.2007) - Akıllı insan

  (14.02.2007) - Sosyal insan

  (08.02.2007) - Kur'ân-ı Kerim'in anlaşılması

  (31.01.2007) - Medya ve şiddet

  (28.01.2007) - İcad kavramı üzerine

  (25.01.2007) - Vukufiyet ve derinlik

  (12.01.2007) - Şuunât-ı İlâhiye

  (08.01.2007) - Melekler

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004