Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 06 Mayıs 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Ahmet DURSUN

İslâm âlemi neresi?



İslâm hakikatlerini belli sınırlar içine hapsetmeye kalktığımız zaman İslâm dünyası ile ilgili içinden çıkamayacağımız paradokslarla karşılaşırız. Özünde İslâm, Hz. Âdem’den son Peygamber Hz. Muhammed’e (asm) kadar gönderilen İlâhî dinlerin ortak adıdır ve bütün insanlığı dünyevî ve uhrevî saadete ulaştıracak prensipleri ihtiva etmektedir.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (2004) modern dünyanın insan hakları ve hukuk anlayışında geldiği son nokta olarak değerlendirilir. Oysa ben, her geçen yıl temel hak ve hürriyetleri genişleterek daha fazla insan haklarını arayan modern dünyanın bu çabasını ve bu yöndeki uygulamalarını, Asr-ı Saadet döne-mine ve Kur’ân hakikatlerine biraz daha yaklaşma çabası olarak görüyorum. Asr-ı Saadet, insanlık ülküsünün ulaştığı son mertebedir ve temel hak ve hürriyetlerin en mükemmel şekilde uygulama alanları bulduğu dönemin adıdır.

Bugün Müslüman toplumların belini büken sıkıntıların temel sebebini Asr-ı Saadet prensiplerinden uzaklaşma olarak belirlemek yanlış olmaz sanırım. O dönem her yönüyle bir “Medine-i Fazıla”dır. Medine-i Fazıla ise “erdemli toplum” nitelemesini hak eden, bunu hedefleyen düzenin adıdır. Hüseyin Hatemi’nin tanımıyla “hukuk devleti”dir. Hukuk devleti; insan haklarını, din ve vicdan hürriyetini, fikir hürriyetini, ilim hürriyetini, kanun hakimiyetini, millet hakimiyetini, adaleti… tesis eden, bunları öncelikli hale getiren devletin adıdır.

Mazlumder’in geçtiğimiz yıl için hazırladığı Dünya İnsan Hakları Raporu’nda en dikkat çekici husus, insan hakları ihlâllerinin en çok İslâm ülkele-rince yapılıyor olmasıdır. Zulmün, başına adalet tacını geçirdiği; keyfî uygulamaların revaçta olduğu, fikir hürriyetinin olabildiğince kısıtlandığı, haksız yere idamların yapıldığı, jurnalciliğin kol gezdiği, devletçi-iktidarcı reflekslerin daha ağır bastığı, kişisel hak ve hürriyetlerin bu refleksler karşısında eridiği bir dünyadan söz ediyorum. Akif’in “Müslümanlık nerede, bizden geçmiş insanlık bile” dediği bir dünya bu. Müslüman toplumların birkaç asırdan beri devam edegelen zilletinin fotoğrafı… Böyle bir fotoğrafı İslâm hakikatleriyle, insanlığın lâakal çoğunluğunun saadetini tazammun eden bir Kur’ân medeniyetiyle yan yana getirebilir misiniz? Bir karıncanın bile hukukunu güvence altına alan İslâm’ın müntesiplerinin insan hakları ihlâllerinde, adaletin ayaklar altına alınmasında birinci sırada yer almasını nasıl izah edersiniz?

Dünya zevklerinin öncelendiği, nefisperestliğin hâkim olduğu, gerçek mutlulukların maddede aranıp mânâ âleminin işaret ettiği saadetin önemsenmediği, şeref ve itibarın makam ve mevkilerde arandığı ve maddeleştirildiği, paranın ve gücün her türlü ahlâksızlığı-yolsuzluğu örttüğü, iktidar yolunda her şeyin mubah sayıldığı, herkesin istediğini istediği şekilde yapabildiği bir toplum nereyi işaret etmektedir? Bencillik, haset, kin ve nefretin sevgiyi, hoşgörüyü yok ettiği bir toplumun İslâmî olduğunu iddiâ edebilir misiniz? Bu saydıklarım Farabi’nin de-yimiyle “Medine-i Fazıla”nın dışında kalan “cehalet toplumu”nun özellikleridir ki böyle bir fotoğraftan “İslâm âlemi huzurun adresidir” sonucunu çıkarabilir misiniz? “Müslüman’ım diyen bu kadar millet”in kendi iç muhasebesini gerçekleştirmeden doğru sonuçlara ulaşabileceğini düşünmüyorum.

Gerçek şu ki, bütün İlâhî dinler gibi İslâm da insan haklarını güvence altına almakta, güzel ahlâkın yaygınlaştırılmasını önermekte, hukukun üstünlüğünü savunmakta, barış içerisinde yaşamayı vurgularken adaletli paylaşımı teşvik etmekte, her türlü çirkinliği ve azgınlığı yasaklamaktadır. İslâm dünyasını çitlerle çevrilmiş sınırlar içine hapsetmek yerine bu hakikatlerin yaşandığı yerler olarak düşünmek daha gerçekçi; bu hakikatleri yaşamaya çaba-layan kişiler olmak da daha “Müslümanca” olacaktır.

06.05.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (22.04.2008) - Konjonktürel İslâmcılık

  (15.04.2008) - Temel yanılgımız

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT