"Gerçekten" haber verir 08 Aralık 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 


Hakan YALMAN

Kurban ve kurbiyet



Kurban Âlemlerin Rabbi’ne yakınlık şeklinde algılandığında gerçek anlamını bulacaktır.

Bu aslında bütün insanlara lâzım olan ve herkesin ihtiyacı olan bir durumdur. Kurban mânâsı ile sevdiklerini Rabbi için feda edebilmek duygusunun Hazret-i İbrahim aracılığı ile yaşatılması insanlığın ortak noktası olma anlamında lâtif bir tecellidir. Kurban nübüvvet tarafında yer alanların ve Hüda’ya tabi olanların ortak değeri ve Rabbe yakınlaşmak anlamında birlikte paylaşılması gereken bir duygudur. Artık dostluklar ve düşmanlıklar sadece mensubiyetler ve taraftarlıklarla değil topyekûn insanlığın sahip olduğu değerler ve değer yargıları etrafında şekillenmektedir. Özellikle, dünyada kargaşa çıkarmak ve bir satranç oyunundakine benzer hesaplarla insanlığı yönlendirmek amaçlı girişimler bu hesapların hedefinden çok insanlığın derin gelişimine hizmet eder hale gelmiştir. Garip bir şekilde, birbirleri ile savaşsalar bile Amerikan devlet başkanı ve eski Irak liderinin bir arada bulunduğu ve insanlık ağacında felsefe dalının uzantısı olan; benlik, hakimiyet, kuvvet, sahiplenmek ve hükmetmek gibi ırkçı ve yayılmacı zihniyetin şekillendirdiği bir bir beşer tabakası oluşmuştu. Diğer taraftan aynı ağacın nübüvvet tarafında yer alan bilerek ya da bilmeyerek heva yerine Hüda’ya tabi olmuş ve insanı insan yapan erdemleri ırk, coğrafya ve kültürlerden bağımsız olarak ön planda tutan bir beşer tabakası da hem Irak’da, hem Amerika’da, hem de dünyanın bütün ülkelerinde bir tabakanın uzantıları şeklinde bulunmaktaydılar. Bunları birbirlerinden haberdar olmadıkları halde bir araya getiren ve hiçbir kulis faaliyeti, propaganda veya başka siyasî girişimler olmaksızın aynı ortak noktada birleştiren özlerinde, ruhlarında ve belkide kısmen genlerinde var olan hakka taraftarlık olmalıydı.

Zaman ve şartlar, yaşadığımız olaylar devletler ve milletler şeklinde ve her iki tarafın da çoğunlukla hevaya tabi olduğu ve benlik ya da ırkçılık kavgası şeklinde yürüttüğü harplerin yerini insanlık tabakalarının, hakkın ve batılın yanında yer alanların mücadelesinin alacağını göstermektedir. Bu dönemden sonra özellikle hakkın ve Hüda’nın tarafında yer alanların bu tabakalaşmanın hızlanması ve belirginleşmesi yönünde gayret sarf etmesi gerekmektedir. Benim ülkemin ve benim insanımın tavrı doğru diğer ülkelerin tavrı yanlıştır gibi siyasî ve tarafgir kabullerin yerini doğruya ve hakka nereden ve kimden gelirse gelsin tarftar olmak şeklinde bir anlayış almalıdır. Bu dönemden sonra biz dediğimizde Türkiye, Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, İran, Irak, Gana, Japonya, Malezya... kısacası bütün dünyada hakkın yanında ve zulmün karşısında yer alan insanı insan yapan değerleri hayata hakim kılmaya çalışan herkes anlaşılmalıdır. Bu anlayışın karşısında ve hevaya tabi olan herkes Türk, Kürt, İngiliz, Fransız, Amerikalı,... hangi coğrafî tanımdan olursa olsun kimliği ister Müslüman, ister Hıristiyan, ister Musevi, isterse ateist olsun vahye dayalı dinlerin özellikle de İslâmın hakim kılmaya çalıştığı insanlıktan uzak ve ötekiler şeklinde tanımlanması gerekmektedir. Dünyanın ve insanlığın gidişi bu yöndedir ve dünya genelinde diyalog arayışı içindeki sivil güçlerin ön planda tuttuğu ana değer insanlık olmalıdır. Bu gün dünyaya anlatılacak İslâm da “hakikî insaniyet olan İslâmiyet” tanımı etrafında şekillenmiş olarak sunulmalıdır.

Risâle-i Nur’un ön plana çıkarma gayretinde olduğu hakikî insaniyet olan İslâmiyet, dünyanın çıkış yoludur. Bu bütün insanlığın ortak dilidir ve ruhunu sevgi oluşturmaktadır. Bu sevgi haftasındaki faaliyetlerin insanlık âleminde sevginin hakim olması ve gerçek insanlık olan İslâmiyet etrafında bütün insanların halka olması için bir duâ olmasını niyaz edi-yorum. Nurlar ve barışın dili olsun ve nur-u Muhammedi’nin (a.s.m.) sıcaklığı bütün kalpleri ısıtsın ve bütün kin, nefret, haset, hırs gibi insanlığı yiyip bitiren duyguları eritsin. Yeryüzünde muhabbet, manevî bir güneş gibi her tarafı ve bütün kalpleri ısıtsın ve aydınlatsın. İnşaallah atılan sevgi tohumları cennet gibi bir bahara dönüşmüş yeryüzünde yeşersin ve en güzel meyvelerini versin.

Kurban ve kurbiyet bağlantısından ortaya çıkan sevgi yaklaşımı önce Âlemlerin Rabbi’ne bir yakınlık, ardından peygamberlerin yaşadıklarını hac hakikati ile hissedip onlara bir yakınlık ve nihayetinde bütün insanlara ve kâinata yakınlık sonucunu doğuruyor. Varlık âleminden ve hayat sahibi bir varlığı feda etmekle, varlığa daha samimî bir yakınlık duygusu hissediyor olmak, kurbanın hayatımıza taşıdığı lâtif bir ikilem ve farklı bir güzelliktir. Bu güzellikleri en üst düzeyde yaşayan ve sonucunda bu gün hacı olmak şeklinde Âlemlerin Rabbi’ne yakınlık mânâsında bir rutbe kazanan dostlarını gönülden tebrik ediyorum. Ruhlarına sirayet eden mânâları döndükleri memleketlerde bütün insanlığa taşımaları ile insanlığı daha dost, daha yakın günlere atacağı adımların vesilesi olmasını temenni ediyorum. Yaşanan ekonomik krizlerin de maddenin mânâ uğruna kurban edilmesi ile gerçek insanlığa giden yolun başlangıcı olmasını niyaz ediyorum. Gelecek yıllar mânânın ve duyguların yılları olacaktır. Bu da küresel anlamda topyekûn öze dönüşün ve küresel saadet asrı ile bütün insanlığın Rabb’lerine daha yakınlaşmasının zemini olacaktır ve hak galip olacaktır.

08.12.2008

E-Posta: [email protected]




Nimetullah AKAY

Kurban olmak



Bize bizden daha yakın olandan uzaklaştık. Bilinmeyen karanlık vadilerde deli divane gibi dolaştık. Akıllarımızı bir tarafa attık, kalbimize karanlık örtüler örttük, sevgi nâmına dünyamızda bir şey bırakmadık. Değerli metalarımızı harcadık. Bir ticaret yapamadık, müflis tüccar gibi saçımızı başımızı yolduk. Şimdi şaşkın şaşkın nasıl kurtulacağımızı düşünüyoruz.

Kendimiz olmaktan çıktık. Lânetlilerin tuzaklarını fark edemedik. Tuzaklarda inleyerek debelendik. Oysa kurtuluşumuz zor değildi. Kendimiz olmalıydık. İnsan olmaya dönmeliydik. Kurbanı hayatımıza geçirmemiz gerekirdi. O zaman her günümüz Kurban Bayramı olurdu. Bize kurbanlıklar lâzımdı. Nefsimizi kurban etmeli, Rabbimize yakınlaşmak için en yakın bildiklerimizden vazgeçebilmeliydik.

Şaşkın bir şekilde yollarına düştüğümüz o uzaklardan dönmemiz, yakın olana yakınlaşmamız gerekir. Bizi çok yakın olanlarımızdan uzaklaştırmak için uğraşanlara inat kurban olmaya ihtiyacımız vardır. Kendimize dönmemiz, hasretleri sona erdirmemiz gerekir. Hz. İbrahim (as) gibi kurban adayanlara, Hz. İsmail (as) gibi kurban olanlara muhtacız. Uzaklaştık güzelliklerden, ıraklaştık sevdiklerimizden. Kendimizi kaybettik, yakınlarımızdan uzaklaştık. Kurtuluşumuz için kurban adayanlara, kurban olanlara, kurbanı bayram yapanlara ihtiyacımız bulunmaktadır.

Tekbirlerle dirilmek için uğraşmamız, tesbihlerle durulmak için çırpınmamız, tahmidlerle sevgililere kavuşmak için gayret etmemiz gerekmektedir. “Eşref-i mahlûkat” makamına lâyık olmalı, halifelik vazifemizi eksiksiz deruhte etmeliyiz. Mekke ağzıyla, Cebel-i Arefe diliyle hep birlikte “Allahu Ekber” diyelim. Tekbirlerle semâlarımız çınlansın, tesbihlerle çiçeklerimiz cezbeye gelsin, tahmidlerle duâlarımız Dergâh-ı İlâhiyeye çıksın.

Değerli bir emanet bize tevdi edildi. Üzerimizdeki bu emaneti sahibine emanet etmeye her zaman hazır olmalıyız. Yoksa uzun yollar zor aşılır. Ayaklarımız o yolları çekemez. Takatimiz o uzun yollara güç yetiremez. Korkunç azaplar hayatlarımızı şekâvetlerle doldurur. Biletlere ihtiyacımız bulunmaktadır. Geleceğini düşünmeyen ahmaklar sınıfına girmeyelim. Hazır geçici lezzetlerle sarhoş olanlardan olmayalım. Şeytanları sevinçten dört köşe haline getirmeyelim. Zafer insanlığımızın, inancımızın olsun.

Bizler bu dünyaya Kâinatın Rabbini tanımak, O’nun huzurunda el pençe durmak, emirlerine amade olmak için gönderildik. İnsan olmak için kul olmalıyız. Bizler ebedî bir hayat için yaratılmışız. Bu fani dünyada bütün ihtiyaçlarımız karşılanmıyor. Ölüm bizleri alıp uzaklara götürecek. Biletimiz olmazsa sevdiklerimize kavuşamayız. Güzel olanların memleketine gidebilmek için bize güzel bir hayat lâzımdır. Yoksa yaşanması zor zamanlarla kor olup çıkacağız.

Oysa bize isteme duygusunu veren Rabbimiz, bizlere istediklerimizi vermek, bizleri ebedî bir âlemde güzelliklerle buluşturmak ve sonsuz saadetlere mazhar kılmak istiyor. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalplerin hatırına getirmediği güzel âlemler bizler için ihzar edilmiştir. Dünyanın bin senelik mesudâne hayatının bir saatine değmeyen hayatlar iyi ve güzel insanlar için beklemektedir. İfade edilmesi mümkün olmayan güzellikteki buluşmalar bizim için hazırlanmıştır. Buralara küfür ve günahların kirleriyle çirkinleşmiş olanlar giremeyecek.

Ebedî ve güzel hayatlarla bizi buluşturacak ve hiç ayırmayacak yakınlaşmalardan uzaklaşmaya çalışmak divaneliktir. Mahbub-u kulub olanlardan yüz çevirmek nankörlüktür. Bize damarlarımızdaki kandan bile yakın Olana Kurban olmamız gerekir. Kurbanla Karib Olana yakınlaşmamız, kurban olarak ölmeye hazır olmamız gerekiyor. Rabb-i Rahîme yakın olmak, O’nun Habibinin mübarek izinden gitmek, dünyanın fenasından uzaklaşmak kurtuluşumuzdur. Şeytanın içimizde meydana getirdiği fırtınaları ancak bu gerçek yakınlaşmalarla, bu gerçek sevgilerle dindirebiliriz. O zaman bütün kurbanlarımız bize karîb olur. O zaman biz de kendimize gelir, sadece Rabbimizin oluruz.

NOT: Mübarek Kurban Bayramınızı tebrik eder,bütün İslâm âlemine ve insanlığa hayırlar getirmesini dilerim.

08.12.2008

E-Posta: [email protected]




Şükrü BULUT

Körü körüne taklit



Taklit kelimesi kültürümüzde bazı kompleksleri de tedaî ettirir. İnsanlığın tarihiyle yaşıt olan taklidin bizde daha çok Garp medeniyetini taklit olarak da anlaşıldığını belirtmemiz lâzım.

Taklidin cehaletten doğduğunu söyleyenler, bilememenin veya öğrenmemenin insanı taklit tehlikesine attığını kastederler. Öğrenmenin, bilmenin, düşünmenin ve üretmenin yolunu kapayan cehaletin ne denli dehşetli bir hastalık olduğunu, taklide düşenler elbette bilmezler.

Cehaletin eski zamanlarda yoksulluk, imkânsızlık ve rehbersizlikten geldiğini, bugün ise fen ve felsefenin yol açtığı “müfsit âletler” ve her türlü imkânın içindeki tembellikten doğduğunu iddia etsek yanlış mı olur? Semavî dinlere başkaldırmış felsefenin yardımıyla teknolojiyi kısmen ele geçiren insaniyet karşıtlarının sebep oldukları global cehaletin hakperest yazarlarca tahlil edilmeyişi de cehalete kuvvet verdiği gibi, mukallitlerin coğrafyasını da genişletiyor. İnsanın maddî hedefine ulaşmasını kolaylaştıran teknolojiye, insanın mahiyetine düşman ve onun maddî manevî dünyasını işgale hazır saldırgan dinsizlik el atınca, namlunun ucu netice itibariyle insana döndü. Fıtratı alabora eden düşünce ve hayat tarzıyla insan, halife veya hakim iken, maalesef zamanımızda mahkûm oldu.

Günümüzü mazi ile mukayese edenler, teknoloji ile gelen kolaylıklardan o kadar memnunlar ki… Yer yer övündükleri de oluyor. Hayvan sırtındaki bir aylık hac yolu üç saate inmiş. Dünyanın maşrıkından mağribine muhabere o kadar inkişaf etmiş ki, Çin-i maçine yorulmadan her gün denk denk malları sipariş veriyor veya gönderiyor, ne güzel değil mi? İlim adamları artık bir kitabı veya bir âlimi görebilmek için Hint kıt'asından Mağribe seyahat etmiyorlar. Telini devletlerin teline bağlayan her ilim erbabı, dünyayı ağların üzerinde buluyor. Sorusunu soruyor ve cevabını beklemeden alıyor. İşte bütün bu güzellikleri geçmişi ile mukayese edenler elbette iftihar edebilirler. Ama?

Mekke yolunda tasarruf ettiğimiz 28 günün avucumuzdan nasıl uçtuğunu, yeni İpek Yollarıyla bize ulaşan servetlerin nasıl berhava olduğunu ve milletlerin ağlarına bindirilmiş bilgilerle cehalet ve tembelliğin nasıl derinleştiğini birileri iddia etmeye kalkışşa, belki de yalanlayacaksınız.

Tiryakilik kelimesini halkımız daha ziyade “sigara bağımlılığı” anlamında mânâlandırır. Şu yeni teknolojiyle ortaya çıkan tiryakilikle kaybolan zamanları hesaplasanız, tasarruf ettiğiniz zamanlardan vazgeçer, hayvan sırtında hac yolunda çöllere düşmeyi, İpek Yolunu tekrar kervanlarla geçmeyi arzularsınız. Zira fıtrî seyahatlerde bulunur, temiz havalarda dolaşır ve sağlığınızı kaybetmezsiniz her halde…

Gerçi son zamanlarda “tiryakilik” bazen bağımlılık, bazen de hastalık kelimeleriyle ifade ediliyor. Öyle dehşetli bir hastalık ki; yeme ve tuvalet ihtiyaçları dışındaki bütün zamanları internet, TV başında, stadyum ve diskoteklerde ve buna mümasil yerlerde geçiren insanların sayısı o kadar çok ki… Dünyanın her tarafından elindeki teknoloji vasıtasıyla haberdar olan insanın başında dünya kadar dert ve problem varken, müfsit aletlerin karşısında uyuşturucu almışçasına ömrünü heba edecek insana siz de acımaz mısınız?

Kıyamete yaklaşırken dizlerinin bağı çözüldüğünden yokuş aşağı sür’atlenen şu ihtiyar dünyanın üzerindeki misafirlerin, boşa geçirecekleri bir saatleri bile yoktur. Şahsî dünyasında, cemiyette ve global olarak o kadar vazifeleri var ki… İşte cehalet, dünya kadar açık ve bize el sallayan binlerce hakikat ile aramıza o kadar kalın perdeler germiş ki… Ne ses, ne suret ve ne de siluetler, bize zindanımızdan kurtulmamıza yardım edemiyorlar. Bu kalın perdelerin veya duvarların ancak Kur´ân´ın elmas kılıçlarıyla bertaraf edileceğini hem Kur´ân ve hem de Efendimiz haber veriyorlar. Gel gör ki, İslâm memleketi olan Türkiye´deki idareciler de gafletimizi kalınlaştıran duvarları örmekle meşguller. Bütün bu tereddîlerin sebebini sorarsanız; medenî dünya ile bütünleşme cevabını alacaksınız. “Hangi medenî dünya?” demeyiniz sakın. Elbette ki Avrupa ile. Fakat bu da başka bir iğfal. Belki de bilmeyerek aldatıyorlar. Bilmeden hariçteki cereyanlara alet oluyorlar.

Cehalet perdesini itip Avrupa´nın içine baktığımızda; Avrupa´nın dört elle dinine, bayramına, geleneksel kültürüne ve harsına sarıldığını göreceksiniz. Bilhassa noel öncesinde dinî sembollerin yalnızca şehir ve sokakları değil, o coğrafyaların arz ve semasını kapladıklarını göreceklerdir. Devletlilerimizin de, Avrupa´nın mahiyetini öğrenmeden körü körüne taklit ettiklerini anlayacaklardır. Biliyorsunuz… Yine de hatırlatalım. Medeniyetin güzelliklerini medenî dünya dedikleri Avrupa´dan almak için yine ilim gerekiyor. Fakat cehaletimiz, idarecilerimizi de körü körüne taklide mahkûm etmiş. Hıristiyan dünyasının dinî kültürüne sıkı sıkı sarılması İnşaallah bizimkileri de intibaha getirir. Zira duâ günleridir. Elimizden başka birşey gelmiyor…

08.12.2008

E-Posta: [email protected]




Süleyman KÖSMENE

Nice bayramlara



Kurban Bayramını idrâk ediyoruz. Bizi bayrama eriştiren Rabb’imize sonsuz hamd ü senâ olsun. Bayrama erişmek, Cennete erişmek kadar güzeldir. Çünkü Allah’ın ikrâmıdır. Yeter ki biz, bayramın kadr ü kıymetini bilelim. Ve benlikten kurtulup, biz oluşun farkına varalım, biz oluşu sevelim.

Bugün ulaşabildiğimiz kadar çok dostumuza ve yakınımıza ulaşalım, akrabalarımızla gönül bağımızı tazeleyelim, mü’minlerle tebrikleşelim, musafaha yapalım, birbirimize “Ğaferallahu lenâ ve leküm= Allah sizi de bizi de bağışlasın!” veya “Tekabbelallahu minnâ ve minküm= Allah bizden ve sizden kabul buyursun!” diye duâ edelim, komşularımızla kaynaşalım, toplumumuzla bütünleşelim.

Büyüklerimize gidelim, yaşlılarımızı ziyaret edelim, annemizin, babamızın ve büyüklerimizin ellerini öpelim, gönüllerini alalım.

Küçüklerimize gönlümüzün en nadide şefkatiyle gülücükler dağıtalım. Onları sevelim, sevindirelim.

Dostlarımıza gidelim, hal ve hatırlarını soralım; dostlarımızı kabul edelim, onlara ikrâmlarda bulunalım.

Ne kadar uzak olurlarsa olsunlar; ne de olsa modern iletişim çağındayız; sevenlerimizi, sevdiklerimizi, annemizi, babamızı, yakınlarımızı tebriksiz bırakmayalım. Bayramlarını tebrik edelim. Mutluluklarını paylaşalım. Unutmayalım; onlara bir posta kadar, bir telefon kadar, bir elektronik posta kadar yakınız.

Komşularımıza gidelim. Bayramlarını tebrik edelim. Misâfirlerimize ikrâm edelim.

Allah Resûlü’nün (asm), “Allah’a ve Âhiret Gününe îman eden komşusuna iyilik etsin. Allah’a ve Âhiret Gününe îman eden misâfirine ikrâm etsin! Allah’a ve Âhiret Gününe îmân eden hısımlarına, akrabalarına, yakınlarına, dostlarına, komşularına ve arkadaşlarına muhakkak ulaşsın, kendisine ulaşanlara müşfik davransın. Allah’a ve Âhiret Gününe îmân eden ya hayır söylesin, veyahut sussun!” 1 hadisini bugün doya doya yaşayalım.

Bugün dargınlıklar, kırgınlıklar, küskünlükler sırf Allah rızası için, sırf Resûlullah sevgisi için son bulsun.

Haklı haksız aramadan, barışmanın ve barış içinde yaşamanın, hayatımızda sürekli uygulamamız gereken bir Sünnet-i Seniyye olduğunu ne bu gün, ne yarın, ne de hiçbir zaman unutmayalım.

Bugün öfkemizi yutalım; onurumuzu, gururumuzu düşünmeyelim; haklılığımızı aramayalım. Allah rızası için! Kucaklaşalım bugün.

Hastalarımıza gidelim, kalbimizin en sıcak ilgisini götürelim onlara, Şâfî-i Hakîkî’den şifâ dileyelim.

Fakirleri, yoksulları, kimsesizleri, öksüzleri, yetimleri unutmayalım bugün. Onların da sevilmeye, sevindirilmeye, şefkate lâyık bir kalbi, bir gönlü bulunduğunu; bu imtihan dünyasında onlara kucak açtığımız derecede, en muhtaç olduğumuz bir gün, Allah’ın şefkat ve merhametinin de bizimle beraber olacağını unutmayalım.

Teşrik tekbirlerini bayram süresince her farz namazın ardında getireceğiz. Teşrik tekbirlerini getirirken, büyük Allah’ın nezdinde hepimizin eşit olduğunu; aramızdaki izâfî farklılıkların geçici ve imtihana dönük bulunduğunu; bugün bizden aşağıda bulunanların yerinde pekâlâ bizim de bulunabileceğimizi; binaenaleyh Allah katında üstünlük vasfının ancak “takvâ” ile sağlanabileceğini; başka türlü bir üstünlüğün söz konusu olmadığını; takvânın da insanlara tevazû ile yaklaşmaktan başladığını aklımızın köşesinden çıkarmayalım.

Bu mübârek günlerde, Müslümanların üzerinde yoğunlaşan fitnelerin, fesatların ve oyunların bozulması ve bertaraf edilmesi için Allah’a duâ edelim. Çeşitli memleketlerde felâketin acısını yaşayan, hayatını kaybeden, evini barkını kaybeden, eşini dostunu kaybeden insanlara duâ edelim. Annesini, babasını, sıcak aile yuvasını kaybeden çocuklara duâ edelim. Duâdan başka sarılacak gücümüz var mı?

Mübarek bayramın âlem-i İslâm’ın huzuru, sükûnu, her türlü fitnelerden uzak kalışı ve insanlığın barışı için hayırlara vesîle olmasını niyaz edelim bugün.

Bayramınızı tebrik ederim.

1- R. Sâlihîn, 308, 314

08.12.2008

E-Posta: [email protected]




Şaban DÖĞEN

Bayramı bayram yaparken



Allah Resûlü (asm), Allah katında günlerin en hayırlısının Kurban Bayramının bir ve ikinci günleri olduğunu bildirir.1

İnsan ancak bayramı bayram yapma, ona hakkını verme, ondan beklenenleri ortaya koymakla bayramın bu iki gününü gerçekten hayırlı hâle getirmiş ve bayramın sevinç ve mutluluğunu bütün ruh u cânıyla hissetmiş olur.

Neden hayırlı ve mübarektir bayram günleri?

Her şeyden önce bu günlere Allah değer vermiştir, Resûlü (asm) yüceltmiştir. Onun için mü’min, Cenâb-ı Hakk’ın, “Rabbin için kurban kes!” 2 emrine uyarak kurbanını keser, Resûl-i Zişân’ın, “Bayramlarınızı tekbirle süsleyiniz” şeklindeki emrini bol bol tekbir getirerek uygulamaya çalışır. O gün bu emirleri yerine getiren mü’minler gök sakinlerinin gıpta ve hayranlıklarını celbedecek kadar takdire şâyan bir tablo sergilerler. O kadar ki, Lem’alar’da3 dikkat çekildiği gibi bayram namazlarında İslâm âlemi zikir ve tesbihleriyle yeryüzünü âdetâ sarsar, dünyanın dört bir yanında tekbir getirerek kıblesi olan Kâbe-i Mükerremenin samimî kalbiyle niyet edip, Mekke ağzıyla, Arafat Dağı diliyle Allâhü ekber derler ve bu kelime dünyanın dört bir yanındaki mü’minlerin mağara misal ağızlarındaki havada temessül eder.

Bir aşk ve heyecan dalgası kuşatır dört bir yanı. Bayram namazından sonra kesilen kurbanlarla bu heyecan teskin edilmeye çalışılır. Fakir fukaraya uzatılan destek eliyle onların da bayram sevincine katılmaları sağlanır, makbul duâları alınır.

Bayramda çocuklar sevindirilirken büyükler ziyaret edilerek mânevî hazza erilir. Akraba, dost ve arkadaş ziyaretleriyle de bu sevince bir sevinç daha katılır.

Ancak dünyanın değişik yerlerinde zulüm ve sıkıntı içerisinde bulunan, yokluk ve ıztırap çeken kardeşlerimizi de unutmamalı, maddeten destek olabiliyorsak destek olmalı, hiçbir şey yapamıyorsak duâlarımızla onların yanında olduğumuzu göstermeliyiz.

Müşerref olduğumuz Kurban Bayramınızı tebrik ediyor, şahıs, aile, millet, âlem-i İslâm ve insanlık için barış, huzur, saadet ve hayırlar getirmesini Cenâb-ı Haktan niyaz ediyoruz.

Dipnotlar:

1- Câmiü’s-Sağîr, 2:3.

2- Kevser Sûresi: 2.

3- Lem’alar, s. 131.

08.12.2008

E-Posta: [email protected]




M. Latif SALİHOĞLU

Dostça, kardeşçe bayramlaşma



Bugün şeytan azapta gerek. Çünkü, mü'minlerin mukaddes bayramıdır bugün.

Evet, bugün ulvî duyguların ihtizaza geldiği, herkesin kendini Rabbine tam bir "kurbiyet" hissiyle bağlanmış gördüğü gündür.

Serapa huzur ve huşû veren bu İlâhî kurbiyet ve yakınlığın verdiği his ve heyecanlar ile, insanda Allah'ın diğer kullarına ve hatta sair mahlûkatına karşı da bambaşka bir hürmet, muhabbet ve şefkat duygusu inkişafa başlıyor.

Hele Arafat'ta, bu duygular doruk noktasına çıkarak, insana adeta bir melekiyet ruh ve haletini kazandırıyor.

Evet, bu hisler doruk noktasında yaşanınca bazı şeylerin farkına varabiliyor, insan. Meselâ geçici, fânî, malayanî ve muvakkat şeylerin alâka–i kalbe değmediğini... Kin, haset, düşmanlık, gıybet gibi sakil duyguların yükünü fikirde, yürekte, omuzda, belde ve bellekte taşınmasının lüzumsuz ve gereksiz olduğunu...

İşte, böyle sakil şeylerden arınan ve ulvî hislerle bezenen duygular, yönünü ister istemez dostluğa, kardeşliğe, sevgiye, barışa, huzura doğru çevirir.

Bunları hakkıyla yaşamak ve yaşatmak için de, gerekli ziyaretlerde bulunmak gerekir. Tâ ki, dal ve budak versin, serpilsin, yaprak verip çiçek açsın, meyve versin...

Aksi halde, o duygular kendi daracık kalıbında kalır; soyut ve mücerret bir alanda mahpus gibi kalır.

Madem öyle, o halde haydi "Yâ Allah Bismillah" diyerek, üzerimize düşenleri bir bir yapmaya başlayalım.

* * *

Şu bayramda toplum olarak en çok ihtiyaç duyduğumuz birlik ve kardeşlik mânâsı üzerine döşenmiş bir şiiri, Âşık Veysel'in bir şiirini sizlerle paylaşalım:

Allah birdir Peygamber hak

Rabbül âlemindir mutlak

Senlik benlik nedir bırak

Söyleyim geldi sırası

Kürd'ü, Türk'ü ve Çerkez'i

Hep Adem'in oğlu kızı

Beraberce şehit gazi

Yanlış var mı ve neresi?

Kurân'a bak, İncil'e bak

Dört kitabın dördü de, hak

Hakir görüp ırk ayırmak

Hakikatte yüz karası

Binbir ismin birinden tut

Senlik benlik nedir sil at

Tuttuğun yola doğru git

Yoldan çıkıp olma asi

Yezit nedir, ne kızılbaş

Değil miyiz hep bir kardaş

Bizi yakar bizim ateş

Söndürmektir tek çaresi

Şu âlemi Yaratan bir

Odur külli şeye kadir

Alevî Sünnîlik nedir?

Menfaattir varvarası

Cümle canlı hep topraktan

Var olmuşuz emir Hak'tan

Rahmet dile sen Allah'tan

Tükenmez rahmet deryası

Veysel sapma sağa sola

Sen Allah'tan birlik dile

İkilikten gelir belâ

Dâvâ insanlık dâvâsı

TEBRİK

Kurban Bayramınızı tebrik eder, bu bayramın, beyne'l–İslâm kardeşliğin pekişmesine ve insanlar arasındaki huzur, barış ve dostluk bağlarının kuvvetlenmesine vesile olmasını Hakîm–i Rahîm'den niyaz ederim. MLS

Tarihin yorumu 8 Aralık 1941

Büyük savaş, katlanarak büyüdü

İkinci Dünya Harbinin en önemli merhalelerinden biri, 8 Aralık 1941 tarihinde yaşandı. Bu tarihte, Almanya ve İtalya ile müşterek hareket eden Japonya, ABD'nin Hawai yakınlarındaki deniz üssüne büyük bir hava akını düzenledi. Bu saldırıda ağır kayıplar veren Amerika, Japonya'ya savaş ilân etmek sûretiyle, II. Dünya Harbine fiilen iştirak etmiş oldu.

* * *

Japonya ile Amerika arasındaki gerilim, 1939'da başlayan büyük savaşın seyrine paralel şekilde yükseliyordu.

Japonya'nın; Almanya ve İtalya ile ittifak kurması, ABD'yi büyük ölçüde tedirgin etmişti. Bu sebeple, Japonya'ya karşı bazı müeyyideleri uygulamaya sokmuştu. Meselâ, Amerika'daki Japon varlıklarının dondurulması, petrol ve savaş malzemelerinin gönderilmemesi, sonunda da bütün malî ve ticarî ilişkilerin kesilmesi kararı gibi...

Japonya ise, buna cevap olarak şiddetli bir saldırı hazırlığına girişti. Birleşik Donanmasını Hawai yakınlarına kadar sessizce götüren Japonya, aynı bölgedeki (400 km mesafedeki) ABD deniz üssüne yoğun bir hava saldırısında bulundu. 360 savaş uçağıyla yapılan bu saldırıda, Amerika çok büyük bir kayıp verdi. İnsan kaybı 3000'in üzerinde olduğu, savaş uçakları ile donanmadaki gemilerin çoğunun imha edildiği, ya da kullanılmaz bir hale geldiği ortaya çıktı.

O tarihde Japonya karşısında yenik bir duruma düşen ABD, bu saldırının intikamını ise, yaklaşık dört sene sonra alacak ve bu büyük savaşa nokta koyduracaktı. 6–10 Ağustos 1945 tarihlerinde önce Hiroşima, ardından Nagazaki'ye atom bombası atarak yüz binlerce insanın hayatını söndüren Amerika, intikamını tam yüz misli bir mukabele ile almış oldu.

08.12.2008

E-Posta: [email protected]




Ali FERŞADOĞLU

Müsbet hareket ve barış: Hudeybiye örneği



İslâmın kelime anlamlarından birisi de barıştır. İslâmiyet, genel bir sulhu getirmiş. Bunun için, gerekli bütün tedbirleri almıştır. İman esaslarıyla düşünce ve inanç boyutunu ortaya koymuş, ibadetlerle takviye etmiş, emir ve yasaklarla da hukukî müeyyidelerini ihyâ etmiştir.

Ne var ki, imtihan devam ediyor. İnsanlar kimi zaman hakka karşı da büyük ve dehşetli mücadeleler veriyor. Bunlara karşı İslâmiyet, müsbet hareket olarak hicret ve sulhu, barışı getiriyor.

Peygamberimizin (asm) hayatında Hicret ve Hudeybiye muâhedesi, müsbet hareketin ve muhteşem meyvelerinin çarpıcı örneğini teşkil eder. Müşriklerle yapmış olduğu Hudeybiye Antlaşmasında neredeyse bütün maddeler zahirde Müslümanların aleyhinde gibi görünüyordu. Muahedenin mahiyeti özetle şöyle:

Hicretin 6. Senesi. Zilkâde, yâni 13 Mart 628. Müslümanlar yıllar yılı yurtlarından çıkmak zorunda kalmış; akraba, komşu, ev, bağ-bahçelerinden, Kâbe’den uzak kalmışlardı. Hepsi Mekke ziyareti için can atıyordu. Müslümanlar, Peygamberimizin (asm) izniyle hep birlikte, umre için yola çıkar. Ancak, müşrikler, onları Mekke’ye sokmamakta kesin kararlıdır. Karşılıklı elçiler gider, gelir. Nihayet kopma noktasında, anlaşmaya oturulur.

İlk taviz gibi görünen hâdise, antlaşma kâtibi Hz. Ali’nin (ra) “Allah’ın Rasûlü” ibâresini yazması üzerine yapılan itirazda görülür:

“Vallahi biz senin peygamberliğini kabul etseydik, seni Mekke’ye girmekten, Kâbe’yi ziyaretten alıkoymaz, seninle çarpışmaya kalkmazdık.”

Resûl-i Ekrem (asm), burada müsbet hareket ederek, “Allah’ın Resûlü” ibâresini mübârek eliyle siler...

Bundan sonraki maddeler de kabul edilebilecek, sindirilebilecek gibi değildir:

* Müslümanlarla müşrikler 10 yıl savaşmayacaklar.

* Müslümanlar bu yıl Kâbe’yi ziyaret edemeyecek.

* Gelecek yıl ziyarette, yolcu silâhı kılıçtan başka silâh bulunmayacak, Mekke’de üç gün kalacaklar. Müşrikler ise Mekke’yi boşaltacak.

* Medine’deki Müslümanlardan Mekke’ye iltica edenler teslim edilmeyecek, fakat Mekke’den Medineye ilticâ eden velev ki Müslüman da olsa, iâde edilecek.

* Arap kabilelerinden isteyen Peygamber Efendimiz (asm), isteyen de Kureyş ile birleşmekte serbest olacak.

Zaten müşriklerin dikte ettirdiği maddelerin tamamı, Müslümanların tasvip etmeyeceği şekilde düzenlenmişti. Başta Hz. Ömer (ra) olmak üzere pek çok sahâbi, sonra ömürleri boyunca ezikliğini hissedecekleri fevrî ve ağır itirazda bulunur... Zar-zor iknâ edilirler ve “Müşriklere teslim olduk, her dediklerini kabul ettik!” düşüncesi ve üzüntüsü içinde geri dönerler.

Ancak, dönüşte Medine’ye varmadan, bu müsbet hareketin ilk meyvesi alınır: Kürâü’l-Gamîm mevkiinde, “şer, çirkin, kötü gibi görünen” hâdisenin hayırlı müjdesi gelir:

“Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. And olsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi.”1

Bu siyâsi zafer, sulh ve barıştan kısa bir müddet sonra, rahat bir nefes alan ve hazırlanan Müslümanlar, Mekke ve Arabistan topraklarını, kan dökülmeksizin kısa bir zaman sonra fetheder ve herkes Müslümanlığı kabul eder. İşte şer gibi görünen şeyin arkasındaki büyük hayır ve güzellik!

“Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”2

Bu bize neyi gösterir: İlerlemenin, gelişmenin zemini barıştır, sulhtur, müsbet harekettir. O takdirde beyinler korkulardan azade olurlar. Korkudan azade olanlar, düşüncelerini ilme, tekniğe, teknolojiye ayırırlar. Bu da gelişme, terakkî demektir.

Not: Mübarek Kurban Bayramınızı tebrik eder, İslâm ve insanlık âlemi için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ederim.

Dipnotlar:

1- Kur’ân, Fetih, 1, 27; 2- A.g.e., Bakara, 216.

08.12.2008

E-Posta: [email protected] [email protected]




Faruk ÇAKIR

Bayram günleri



Ciddî bir ekonomik krizin yaşandığı günlerde mübarek Kurban Bayramını idrak ediyoruz. Malûm olduğu üzere, milletimizin can-ı gönülden kabul ettiği ve değerlendirmeye çalıştığı iki bayramdan biri Ramazan, diğeri de ilk gününü bugün idrak ettiğimiz Kurban Bayramı.

Bu bayramlar, başka bayramlar gibi ‘eğlence’ değil, ‘sevap’ bayramlarıdır. Hele hele bu bayramlar, hiçbir şekilde ‘tatil ve alış veriş’ bayramları değildir. Arefe günlerinde okunması çok sevaplı olan “bin İhlâs” ve dargınlıkların sona erdirilmesi tavsiyesi başka ne ile izah edilebilir? Aynı zamanda dost ve akrabaların ziyaret edilmesindeki teşvik de, birlik ve beraberliği pekiştirmek için değil mi? ‘Kalabalıklar arasında yalnız’ kalan günümüz insanının, bu birlik ve beraberliğe ne kadar muhtaç olduğunun farkında mıyız?

Tabiî ki ‘Kurban Bayramları’nda iki hadise en öne çıkar. Biri, ibadet kasdıyla ‘kurban kesmek,’ diğeri de ‘hacı’ olmak. Son yıllarda Kurban Bayramlarında kesilen ‘kurban’la ilgili çok farklı tartışmalar yapıldı. Milletin kurban kesmesine mani olmak için her türlü yol denenerek, akıllar karıştırılmak istendi. Ama görüldü ki, aleyhteki bu gayretler çok fazla tesirli olmadı. Maddî imkânı olan mü’minler, kurban kesmeye ve yardımlaşmaya devam etti. Bu sene, bayram öncesi yapılan tartışmalar, şükür ki çok aşağılara inmedi. Geçen yıllarda ‘hangi hayvanların kurban edilmesi gerektiği’ gibi tamamen boş ve temelsiz konular gündeme taşınmış, milletin aklı çelinmeye çalışılmıştı.

Kurban Bayramındaki sevincin başka bir kaynağı da milyonlarca mü’minin hacı olmasıdır. Aslında hac, başlı başına bir mahşer, bir bayram yeri... Dilleri ayrı, renkleri ayrı; dünyanın dört bir ucundan gelen milyonlarca mü’min, Arafat’da tam bir kardeşlik ve ‘birlik’ ortaya koyuyor. Hac, İslâm âleminin bir kongresi. İşte, Kurban Bayramında biz de oradaki hacılarımız adına seviniyor, onların makbul duâlarına ‘amin’ diyoruz.

Hac, tam anlamıyla ‘anlatılmaz yaşanır’ denilen bir hadise. Kurban Bayramını, Yaradan’ımıza ‘yakın’ olmaya vesile etmeliyiz. Bayramlarda gerçekleştirdiğimiz dost ziyaretlerinde mümkün olduğu kadar bu mânâları gündeme getirebilirsek asıl o zaman ‘bayram’ etmiş olabiliriz. Aksi hâlde, kârlı bir mevsimi istifadesiz ve boşa harcamış oluruz.

Büyük şehirlerin hayatımıza getirdiği olumsuzluklardan biri de ‘bayram’ları dahi idrak etmemize engel olmasıdır. Elbette bunu sadece ‘şehir hayatının dayatması’ ile izah etmek mümkün değil. Ama ortada bir vak’a var: Çoğu zaman, apartman komşularımızla bile bayramlaşamıyoruz! Aslında bunun için de bahanemiz var: Komşumu görmedim ki!

Doğru, apartman komşularımızı görebilecek ortak bir mekânımız yok. Fakat unutmayalım ki; o komşularımız bize ‘kapı zili’ kadar yakındır. İlk fırsatta kapı zillerine dokunalım ve “Komşu, bayramınız mübarek olsun” diyelim.

Böyle demeyi komşularımızdan beklemeye devam edersek bu bayram da komşularımızla bayramlaşamayız. En iyisi ilk ‘komşu zili çalan’ biz olalım.

Bu vesile ile, mübarek Kurban Bayramının hayırlar getirmesini Rabb-i Rahim’imizden bir defa daha niyaz ediyoruz.

08.12.2008

E-Posta: [email protected]




Cevher İLHAN

Bayram müjdesi



Bediüzzaman, 97 yıl önce Şam’da Emeviye Camiinde içinde yüzden fazla İslâm âliminin bulunduğu on bini aşkın cemaate verdiği hutbede, “İstikbâl yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak ve hâkim hakaik-i Kur’âniye ve imâniye olacak” müjdesini verir.

Hutbe-i Şâmiyede, İslâm hakikatının ve medeniyetinin intişâfına engel olan “manileri (engelleri)” tek tek tasrih eder. “Birinci, ikinci, üçüncü mâniler, ecnebîlerin cehli ve o zamanda vahşetleri ve dinlerine taassupları” olduğunu; bu üç “mâninin mârifet ve medeniyetin mehâsini (iyilikleri) ile kırılmaya dağılmaya başladığını” belirtir.

“Dördüncü ve beşinci mâniler”in, “papazların ve ruhanî reislerin riyasetleri ve tahakkümleri ve ecnebîlerin körü körüne onları taklit etmeleri” olduğunu açıklar. Bu iki mâniin de “fikr-i hürriyet ve meyl-i taharrî-i hakikatın (hakikatı araştırma meylinin)” insanlıkta başlamasıyla zeval bulmaya başladığını belirtir. Altıncı, yedinci mânilerin, “bizdeki istibdat” ve dine aykırılıktan gelen “sû-i ahlâkımız” (kötü ahlâkımız)” olduğunu yazar. “Bir şahıstaki münferid istibdat kuvvetinin şimdi zeval bulması, cemaat ve komitenin dehşetli istibdadlarının otuz-kırk sene sonra zeval bulmasına işâret etmekle ve hâmiyet-i İslâmiyenin şiddetli feverânı ile sû-i ahlâkın (kötü ahlâkın) çirkin neticeleri görülmesiyle bu iki maniin de zeval bulduğunu ve bulmaya başladığını ve tam zeval bulacağını” müjdeler…

BİRİNCİ MÜJDE: İSLÂM ÂLEMİNİN

ESÂRETTEN KURTULMASI

Bediüzzaman sekizinci maniyi ise şöyle açıklar: “Fünun-u cedidenin (yeni fenlerin) bazı müspet mesâili, (meseleleri) hakaik-i İslâmiyenin zahirî mânâlarına muhâlif ve muârız tevehhüm edilmesiyle, zaman-ı mazideki istilâsına bir derece set çekmiş.”

“Evet, şimdi olmasa da, otuz-kırk sene sonra fen ve hakîkî mârifet ve medeniyetin mehâsini, (iyilikleri, güzellikleri) bu üç kuvveti tam teçhiz edip, cihâzatını verip, o sekiz mânileri mağlûp edip dağıtmak için taharrî-i hakikat meyelânını (hakikati araştırma meylini) ve insafı ve muhabbet-i insaniyeti, o sekiz düşman taifesinin sekiz cephesine göndermiş. Şimdi onları kaçırmaya başlamış. İnşaallah, yarım asır sonra onları darmadağın edecek” diye hakiki mârifet ve medeniyetin bu engelleri ortadan kaldıracağına işâret eder. (Hutbe-i Şâmiye 34)

Kısacası, eski zamanda İslâmiyetin terakkisinin, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecâvüzatını def etmekle, silâhla, kılıçla olduğunu, ancak, İstikbalde silâh, kılıç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin mânevî kılıçları düşmanları mağlûp edip dağıtacağını kaydeder.

İslâmiyetin “hem madden hem mânen terakkî etmeye kâbil ve mukemmel bir istidâdı olduğunu” izâh ettiği İslâmın inkişâfının ve hakikatını âleme hâkim olmasını iki kademede olacağını belirtir.

Birincisi, “başta Arap devletleri, âlem-i İslâm’ın ecnebî esaretinden ve istibdadından kurtulup İslâmî devletler teşkil edecekleri” müjdesidir. Bu müjdenin tahakkuku, yine onun ifâdesiyle, “Avrupa kâfir hükûmetlerini zulümleriyle, Sevr Muahedesiyle âlem-i İslâma ve merkez-i hilâfete (Osmanlıya) ihânetler” olan Birinci Cihan Harbiyle tehir edilir. Peşinden bu “ihânete mukâbil” Avrupa zâlimlerinin İkinci Cihân Harbiyle “dünyada dahi bir cehenneme girip çıkamadıkları mağlubiyet tokadı”nı bildirir. (Kastamonu Lâhikası,17)

Avrupa kıt’asının baştan sona yerle bir edildiği, “eşşedd-i zulüm (çok şiddetli zulüm) ve faşist–otorister idârelerin “istibdâdıyla”, 60 milyon insanın katledildiği “bir düşman yüzünden yüzer mâsumu perişan eden “mehâmetsiz tahribâtıyla” insanlığı ateşe veren umumî harplerle birlikte “30-40 sene istibdâd-ı mutlak” dediği yarı fetret dönemiyle ertelenen müjde nihâyet tahakkuk eder. (Emirdağ Lâhikası, 216)

İKİNCİ MÜJDE DE TAHAKKUK EDECEK

Peyderpey 50’den fazla devlet önelikle esâretten kurtulur. Uzakdoğu’dan, Ön Asya’dan Kuzey Afrika’ya kadar yüzlerce yıldır ecnebî istilâsı altında bulunan Müslümanlar peşpeşe istiklâllerine kavuşurlar. “İslâmiyet güneşini tutulmasına ve inkisâfına (kapanmasına) ve beşeri tenvir etmesine (aydınlatmasına) mümânaât eden (engelleyen) perdeler açılmaya başlar.) Bedüzzaman’ın Emeviye Camiindeki hutbede âdeta “hayal” gibi görünen, İslâm milletlerinin sömgürgeden bir bir kurtulur.

Ancak bu da “İslâmın istikbâlin kıt’alarında hakikî ve mânevî hâkim olması ve beşeri (insanlığı) dünyevî ve uhrevî saadete sevketmesi” için, Müslümanların öncelikle iman ve İslâm hakikatlarını fiilleriyle izhâr etmeleri şartına bağlıdır.

İslâmın maddî ve mânevî yükselişini, düşmanın taassubunu parçalayacak; “hakikî medeniyet”in bizzat ortaya çıkarılması gerekir. “Hakikat-ı İslâmiyenin güneşi ile sulh-u umumî (dünya barışı) dâiresinde hakikî medeniyet”e ulaşmanın yolu budur…

Bu yol, Bediüzzaman’ın İslâm hakikatının hâkimiyetine giden “ikinci müjdesi”nin önünü açar. Başta “Arap taifeleri” olmak üzere İslâm tâifelerinin, “Cemâhir-i Müttefika-i Amerika (Amerika Birleşik Cumhuriyetleri) gibi en ulvî bir vaziyete girmeye” götürür. Zirâ Müslümanlar her ne kadar maddî istilâdan kurtulmuşlarsa da, İslâm devletleri ne kadar bağımsızlıklarına kavuşmuşlarsa da, Bediüzzaman’ın tesbitiyle “hâkimiyet-i İslâmiye hâlâ esârettedir.”

İşte esârette kalan İslâm hâkimiyetini eski zaman gibi yer küresinin yarısında, hatta ekserisinde te’sis edecek yegâne çâre budur. Bediüzzaman’ın dikkat çektiği gibi bütün siyasetlerin üstünde olan ve bütün siyasetlerin ona hizmetkâr olması gerektiği İslâm hakikatının hâkimiyeti, önce Müslümanların bu hakikatleri yaşamasıyla olacaktır.

Birinci müjde gerçekleşti. Bedüzzmaman’ın “kat’î kanaat”la haber verdiği, “Ve bir kıyamet çabuk kopmazsa nesl-i ati (gelecek nesiller) görecek” diye Rahmet-i İlâhiyeden kuvvetle beklediği müjde de gerçekleşecek… “İstikbâl’in yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacağı” ve “hakaik-i Kur’âniye ve imaniyenin hâkim olacağı” İslâm âleminin maddî ve mânevî büyük bayramları da kutlanacak. İnşaallah…

08.12.2008

E-Posta: [email protected]




Yeni Asyadan Size

Kalpler birleşiyor



Bugün bayram. Kalplerin buluştuğu, dargınların barıştığı müstesna bir gün. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin yüklediği misyonla, ‘kalbleri ittihat ettiren’ zaman dilimlerinden biri. Bediüzzaman bunu “Nebî Aleyhisselâm, ubudiyet cihetiyle muvahhidînin kalblerini iyd (bayram) ve Cuma ve cemaat namazlarında ittihad ettiriyor ve dillerini bir kelimede cem ediyor. Öyle bir sûrette ki, şu insan, Mâbûd-u Ezelînin azamet-i hitabına, hadsiz kalblerden ve dillerden çıkan sesler, duâlar, zikirlerle mukabele ediyor” şeklinde özetliyor.

İdrak etmekte olduğumuz bu Kurban Bayramının da aynı mânâları bize yaşatması ve insanlığın çok ihtiyacı olan huzur, barış ve kardeşliğe vesile olmasını diliyoruz.

Bayram günleri sevinç günleridir. Bediüzzaman, böylesi bayram günlerinin sevincine şükürle mukabele edilmesi gerektiğini de söyler. Çünkü neşe ve sevincin arttığı bu günlerde, insanın gaflete düşmesi daha kolay olur. Onun içindir ki “Bayramlarda gaflet istilâ edip gayr-ı meşrû daireye sapmamak için, rivâyetlerde, zikrullaha ve şükre çok azîm tergîbât vardır” der. Bu günlerde Allah’ı daha çok anmalı ve daima şükür içerisinde bulunmalıdır. Bediüzzaman’a göre “Şükür nimeti ziyadeleştirir, gaflet ise kaçırır.”

***

Bediüzzaman esasen, yaşadığımız şu âlemi de, kendi tâbiriyle “şehrâyin”, yani bir şenlik ve bayram yeri gibi görmüştür. Yaratılan varlıklar kendilerine verilen kabiliyet ve cihazlarla, bir bayram yeri hükmünde olan dünyanın güzellik ve nimetlerinden neşe ve şevk ile istifade etmektedirler. Bediüzzaman, Cenâb-ı Hakk’ın “herbir asrı, herbir seneyi, herbir mevsimi, hattâ bir cihette herbir günü, herbir kıt’ayı, birer taife ruhlu mahlûkatına ve nebatî masnuâtına birer resm-i geçit tarzında bir ulvî bayram yapmış” olduğunu söyler. Varlıklar, İlâhî kudret tarafından kendilerine takılan güzellikleri, yine Cenâb-ı Hakkın nazarına sergileyerek arz-ı endam etmektedirler.

İşte küçük bir kâinat olan insan da, böylesi bayram günlerinde, âlemde yaşanan bu bayram havasını, kendi ruhunda daha bir farklı hisseder.

Bediüzzaman, bayram günlerinde talebelerine yazmış olduğu mektuplarda, onların bayramını da tebrik ederek söze başlar. Bunlara bazı örnekler verelim:

* “Hem geçmiş, hem gelecek, hem maddî, hem mânevî bayramlarınızı ve mübarek gecelerinizi bütün ruh u canımla tebrik ve ettiğiniz ibadet ve duâların makbuliyetini rahmet-i İlâhiyeden bütün ruh u canımızla niyaz edip, isteyip, o mübarek duâlara âmin deriz.” (Emirdağ Lâhikası, s. 333)

* “Sizin bayramınızı, leyle-i Kadrinizi, Ramazan-ı Şerifte makbul duâlarınızı bütün ruh u canımla tebrik ve tes’id ediyorum. Cenâb-ı Hak, bu bayramın sürurunu, hakikî ve geniş ve umumî sürura mukaddeme ve vesile eylesin. Âmin.” (Kastamonu Lâhikası, s. 70)

Bediüzzaman bayram günlerini vesile ederek, Müslümanların manevî yönden asıl büyük bayramlarının ne zaman yaşanacağına da şu sözleriyle işaret etmiştir:

“Ruh u canımızla mübarek bayramınızı tebrik ediyoruz. İnşaallah, âlem-i İslâmın da büyük bir bayramına yetişirsiniz. Cemahir-i müttefika-i İslâmiyenin kudsî kanun-u esasiyelerinin menbaı olan Kur’ân-ı Hakîm, istikbale tam hâkim olup beşeriyete tam bir bayramı getireceğine çok emareler var.” (Emirdağ Lâhikası, s. 314)

Dünyanın Kur’ân’a teslim olarak, barış ve sükûna erdiği, insanlığın hakikî bayramı olacak huzur dolu günlere kavuşmak ümidi ve ibadetlerimizin bizi Cenâb-ı Allah’a yaklaştırması duâsıyla, Kurban Bayramınız mübarek olsun.

***

Mustafa Gökmen Gine’de

YASEM Koordinatörlüğünü de yürüten arkadaşımız Mustafa Gökmen, İnsanî Yardım Vakfı İHH’nın dâvetlisi olarak Gine’ye gitti. Bayramı bu ülkede geçirecek olan Gökmen, vakfın burada dağıtacağı kurban yardımlarını yerinde izleyecek. Bir Kuzeybatı Afrika ülkesi olan Gine, zengin kaynaklarına rağmen siyasî çatışmaların istikrarsızlaştırıp fakir bıraktığı Afrika ülkelerinden birisi. Nüfusunun yüzde 85’i ise Müslüman. Gökmen gezi dönüşü izlenimlerini bizlerle paylaşacak.

08.12.2008

E-Posta: [email protected]




Ruhan ASYA

Nice bayramlara



“Gidiyorum gurbeti gönlümde duya duya” diyor ya şair, biz gurbetçiler de bir bayrama daha merhaba diyoruz Avustralya kıt'asında. Vatanımızdan kilometrelerce uzakta olsak da, özlesek de dostlarımızı, muzdarip değiliz çok şükür. Risâle-i Nur’un bize kazandırdığı onlarca kardeşimiz var bu diyar-ı gurbette. Nur Vakfı çatısı altında, nura gönül vermişlerden teşekkül eden bir ailemiz var. Aileye yeni katılanlarla nüfusumuz artıyor. (Melbourne’un her köşesinden fışkıran Çinlilerle rekabet halindeyiz. Bazen Melbourne’u Çin’e bağlı bir vilâyet haline getirsek mi diye düşünüyoruz.)

Çocuğuyla, yaşlısıyla, genciyle bayrama hazırlanıyoruz. Arefe Günü İhlâs-ı Şerifeler okuduk her birimiz. Fatih Yargı abimizin her Cuma Nur Vakfı ailesi fertlerine çektiği Cuma mesajlarından bu haftaki, oruca dâvet mahiyetindeydi: “Arefe Günü oruç tutmak bin gün oruç tutmak gibidir.” Dâvete icabet edip, arife gününü oruçlu geçirenler de oldu. Hanımlar bayram temizliği yapıyor, tatlılar, börekler yapıyor. Ayşe ve Behiye Ablalar keşkekleri hazırlıyor, Murise Teyze Arnavut böreğini. Çocuklar ve gençler “Bayramda ne giyeceğiz?” telâşındalar. Erkekler kurban işleriyle meşgul. Coşkuyla bayram sabahını bekliyoruz. Ablam ve ben bayram dolayısıyla okulu bir gün resmî tatil yaptık bize özel. Bayramın birinci günü kardeşlerimizle bayram havasını soluyacağız. İkinci, üçüncü gün yine bir ilki yaşayacağız ve bayramda okula gideceğiz.

Bayram programımız hazır. Birinci gün gençler büyükleri ziyaret edecek, ellerini öpüp hayır duâlarını alacak. Ayşe, Behiye, Rabia ve Ayten Sanlı Ablaların ve Murise Teyzenin bayram ikramlarıyla ağırlanacağız. Güzin Abla hacda olduğu için bu bayram duâlarıyla aramızda.

Memleketimi düşünüyorum gözlerim kapalı. Şimdi ne hoş bir telâş vardır evde, çarşıda, pazarda ve ailemde. Ya çocuklar! Bayramda alacakları harçlıklar gece rüyalarını süslüyordur. Zübeyirler, Talhalar, Mehmetler, Emreler ve Ahmetler ne tatlı bir heyecan içindedirler şimdi. Kimileri de teyzelerinden uzakta bir bayram daha geçirmenin burukluğunu yaşarlar Naci ve Sadık gibi. Nursultanlar, Elif Şualar, Nursenalar, Esmalar anneleriyle bayramda ne giyeceklerinin planını yapıyorlardır şimdi. Bayram gelmiş memleketime. Selâm olsun bizden bütün dostlara ve ailemize. Bayramınız mübarek olsun. Nice bayramlara…

08.12.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri



 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  H. Hüseyin KEMAL

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır