Fethullah Gülen, herkul.org’da yayınlanan son sohbetinde MGK’nın gündemdeki 2004 kararlarını değerlendirirken, şimdi yapılanların o kararların devamı olduğunu belirterek, “Bir yönüyle hep hüsn-ü zannımızın kurbanı olduk, bu mevzuda defaatle boğazlandık” dedi. Gülen, “Kuvvet bende diye, ben herşeyi yaparım mülahazası çok defa insanı nâhak şeylere sevk edebilir” şeklinde konuştu.
Hüsn-ü zannımızın kurbanı olduk
Fethullah Gülen Hocaefendi, Herkul.org’da yayınlanan sohbetinde gündemde olan MGK’nın 2004’deki kararlarını değerlendirdi. Sohbetinde hüsn-ü zan konusuna değinen Gülen, 2004’deki MGK’da alınan karar hakkında “Her şeye rağmen ben düşünüyorum; ‘Acaba bunu bile nasıl bir hüsn-ü zan yorumuna bağlayabilirim?’ Bir şey bulamadım şu ana kadar” diye konuştu.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin son değerlendirmeleri şöyle:
* Bir yönüyle hep hüsn-ü zannımızın kurbanı olduk. “Bu mevzuda defaatle boğazlandık” diyebiliriz. Ama hüsn-ü zan mümkün oldukça, hüsn-ü zan etmek ve hüsn-ü zanna kilitlenmek lâzım.
* Fakat yine bir hadisin ifadesiyle, “Bir mü’min bir delikten bir defa ısırılır.” Hüsn-ü zan ettiğimiz şeylerde sürekli negatif bir kısım tavır ve davranışlarla karşı karşıya kaldıysak, bu defa Hazreti Pir’in verdiği ölçüler çerçevesinde, “hüsn-ü zan, adem-i itimat.” Başkaları hakkında kötü düşünmeme, elden geldiğince en olumsuz şeyleri bile iyiye yorumlama ve makul birer mahmil bulma; “ihtimal ki şundan dolayı yapmıştır” deme…
* 2004’te de bir dayatma olmuş. Eğer daha sonra birileri tarafından “Ben kaç defa bu mevzuda bakanları değiştirdim, bu işi yapın filan diye…” Sürç-ü lisan kabilinden mi, sağlam mülâhazaya alamama kabilinden mi, bu mesele böyle tekerrür edip durmasaydı.. o gün alınan kararların bir sonucu olarak, bugün bu meselenin üzerine gelme duygusu olmasaydı.. maşerî vicdanda böyle algılanma olmasaydı.. Bütün maşerî vicdan meseleyi şimdi öyle algılıyor; “Demek ki o zaman öyle karar verilmiş, sonra ardarda bunlar sürekli, o mevzudaki vazifelileri değiştirerek hep bu işin üzerine gitmişler” şeklinde.. Ama bunlar denmeseydi, hüsn-ü zannımın gereği şuydu: “Bu mesele konjonktüreldi. O günün şartlarını bilmiyoruz, hadisenin içinde değildik ki biz o hadiseyi arka planıyla görelim, felsefesiyle değerlendirelim.” derdim. Devamı, temadisi olmasaydı, meseleye öyle bakardım. Ama o mevzuyu te’yid eder mahiyette beyanların verilmesiyle, öyle bir mesele karşısında, maşerî vicdan karşısında da bana diyecek bir şey kalmıyor.
* Her şeye rağmen ben düşünüyorum; “Acaba bunu bile nasıl bir hüsn-ü zan yorumuna bağlayabilirim?” Bir şey bulamadım şu ana kadar…
* Kuvvet hakta olmalı, hak kuvvette değil. Kuvvet hakka tâbi olmalı. Kuvvetin en önemli derinliği, hakkı temsil etmesine bağlıdır. “Kuvvet bende!..” diye, “ben her şeyi yaparım” mülâhazası çok defa insanı nâhak şeylere sevk edebilir.”