"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Harama nazar konusunda Bediüzzaman’ın hassasiyeti

Hüseyin Şahinoğlu
21 Temmuz 2019, Pazar
Nazar yahut bakma ya da görme çok hayatî “duyu”larımızdan birisini teşkil ediyor. Varlıklarla ilişkimizi ilkin görme yoluyla kuruyoruz.

Bir çiçeğin güzelliğini “nazar” ettiğimizde fark ediyoruz. Bir bahçeye girdiğimizde rengârenk çiçekleri dünyamıza “nazar”ımız taşıyor. Geceleyin gökyüzüne baktığımızda yıldız kümelerinin ışıltıları “nazar”la hissiyatımıza yansıyor...

Varlıkların mahiyeti, düzen ve uyumları, temizlikleri, güzellikleri, gözümüzle dünyamıza aksederken, bu özelliklerin varlıkların kendinden olmadığını da “manevî nazarımızla” yani akıl ve vicdanımızla görüyoruz. Böylece, her varlıkta Yaratıcının kudretini, hikmetini ve cemâlini müşahede ediyoruz. Bu suretle her “nazar”ımız bir bakıma iman oluyor, tefekkür oluyor, ibadet oluyor. 

Nazar bu kadar kıymetli ki Bediüzzaman Hazretleri: “nazar”ı kırk yıllık hayatı, otuz yıllık tahsili içinde öğrendiği dört kelimeden birisi olarak anıyor.

Varlığa Yaratıcısı adına bakılmadığı zaman, ya kendi adına, ya nefsi adına, ya tabiat adına, ya da sebepler adına bakmak gerektiğini ifade ediyor.  

Bu bağlamda “harama nazar” kavramı, kişinin karşı cinse, “nefsi adına bakması” demek olduğundan büyük mahzur taşıyor. Böyle bir kimse karşı cinsteki güzelliklerin Yaratıcıya ait olduğunu inkâr etmediği halde gaflete düşüyor, dinî salabetine halel geliyor. Yahut böyle kimse en azından, Yaratıcının “bakmayın” şeklindeki yasağını çiğnediği için imanın gereğine karşı ters düşüyor, zaaf sergiliyor, ubudiyet hayatı yara alıyor.

Yaratıcının konuyla ilgili hükmü hem erkekler hem kadınlar için Kur’ân’da çok açık olarak yer alıyor: “Mü’min erkeklere söyle gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar…”; Mü’min kadınlara söyle gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar…” (Nur 24/ 30-31)

Bu âyetlerde Rabbimiz doğrudan emir kipiyle “gözlerinizi yani nazarlarınızı haramdan koruyun” diye buyurduğu halde, bir mü’min bu emrin hilâfına davranıp harama nazar ettiğinde iç dünyasında ciddî bir çelişki yaşıyor. Nefsi gülerken kalbi ağlıyor. Manevî dünyasında büyük yaralar açılıyor.

Bu bakımdan son asrın müceddidi, Risalelerde konuyla ilgili olarak doğrudan veya dolaylı birçok açıklama yapıyor. 

Önce onun “nazar etme organımız” olan gözle ilgili şu kayıtlarını alıntılamak gerekiyor: “Göz, bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenab-ı Hakk’a satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, geçici, devamsız bâzı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsâniyeye bir kavvat derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve O’nun hesâbına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın bir mütâlâacısı ve şu âlemdeki mu’cizât-ı san’at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübârek bir arısı derecesine çıkar.”

Said Nursî’nin “göz” ile ilgili olarak çizdiği bu çerçeveyi düşündüğümüzde harama nazarın ne kadar gözün yaratılış ve bize ihsan ediliş maksadına aykırı olduğunu, harama nazarla bu organımızın nasıl kıymetten düştüğünü anlıyoruz.

Said Nursî, bağlamı kısmen farklı olmakla birlikte, şu ifadeleriyle harama nazar edenlerin bir bakıma “yandıklarına” şöyle işaret ediyor: “…Fıtraten cemalperest olan erkekler dahi nefsine mağlûp olup, o ateşe sarhoşhane bir sürur ile düşer, yanar”…

Evet, yaratılışça erkeklerde güzelliğe karşı bir meftuniyet vardır. Ancak bu meftuniyet karşı cinse karşı nikâhla meşrûî bir hüviyet kazanıyor. Aksi halde meşrû sınırlara riayet edilmeden gerçekleşen tavırlar, hem kişinin beden ve ruh sağlığına, hem aile hayatına, hem toplumsal hayata hem de kişinin uhrevî hayatına ciddî zararlar verebiliyor. 

Said Nursî, bir talebesinin “unutkanlık” hastalığından şikâyeti üzerine verdiği cevapta ilginç tesbitlerde bulunuyor: “Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme. Çünkü rivayet var: İmam-ı Şâfiî’nin (ra) dediği gibi, Haram-ı nazar, nisyan verir. Evet, ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i istimalâtla israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir. 

Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o su-i nazardan su-i istimalât, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes, cüz’î, küllî o şekvâdadır.”

Gerçekten yapılan tıbbî araştırmalarda harama nazardan kaynaklanan su-i istimalin aşırı asetilkolin salgılanması sağlayıp otonom sinir sistemini olumsuz yönde etkilediği, vücuttaki depomin ve serotoninin artmasına yol açarak bazı kimyasal dengesizliklere sebep olduğu, bu çerçevede yorgunluk, saç dökülmesi, hafıza zayıflaması, bulanık görüş ve kasık ağrıları gibi rahatsızlıklar meydana getirdiği ortaya konuluyor.

Diğer taraftan Said Nursî harama nazardan sakınma konusunda daha da ileri giderek sözü haram kapsamına giren resim veya fotoğraf (günümüzde sinema ve video) yani suret perestliğe getiriyor ve şöyle diyor: “Hususan, sûretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukût-u ruha sebebiyet verdiği, şununla anlaşılır: 

Nasıl ki, merhûme ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrip eder; öyle de, ölmüş kadınların sûretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan sûretlerine hevesperverâne bakmak, derinden derine, hissiyât-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrip eder.”

Nursî bu ifadelerle, resim, fotoğraf veya bugün aynı mantığın devamı olarak eklersek film, sinema ve videolara bakmanın, bir anlamda sağ bir kadının cenazesine bakmak niteliğinde olduğunu belirtiyor ve bunun insanın ulvî hislerini tahrip ettiğini vurguluyor.

Said Nursî Risale-i Nur’da doğrudan veya dolaylı olarak harama nazardan sakındıran birçok uyarıda bulunduğu gibi kendi hayatında da bunun somut örneklerini paylaşıyor.

 “…Ben yirmi yaşlarında iken, Bitlis’te, merhum vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle kaldım. Onun altı adet kızları vardı. Üçü küçük, üçü büyük. Ben, üç büyükleri iki sene beraber bir hanede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki bileyim. Hattâ bir âlim misafirim yanıma geldi, iki günde onları birbirinden fark etti, tanıdı. Herkes bendeki hale hayret ederek bana sordular: “Neden bakmıyorsun?” Derdim: “İlmin izzetini muhafaza etmek beni baktırmıyor.”

“Hem kırk sene evvel İstanbul’da, Kâğıthane şenliğinin yevm-i mahsusunda, Köprüden tâ Kâğıthane’ye kadar, Haliç’in iki tarafında binler açık saçık Rum ve Ermeni ve İstanbul’lu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum meb’us Molla Seyyid Tâha ve meb’us Hacı İlyas ile beraber bir kayığa bindik. O kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki, Molla Tâha ve Hacı İlyas beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni tarassut ettiklerini bir saat seyahat sonunda itiraf edip, dediler: “Senin bu haline hayret ettik. Hiç bakmadın!” Dedim: ”Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin âkıbeti elemler, teessüfler olmasından istemiyorum.”

Görüldüğü gibi Said Nursî Risalelerde harama nazar konusunda hem çok esaslı mesajlar veriyor hem de kendi hayatından bazı somut örnekler paylaşıyor. Hiç kuşkusuz burada bize düşen, Kur’ân’ın apaçık emri karşısında, Said Nursî’nin bu âyetin tefsiri diyebileceğimiz yorumlarını içselleştirmek ve azamî hassasiyet göstermek oluyor!

Okunma Sayısı: 11232
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Rıdvan

    21.7.2019 10:48:12

    Faydalı olur inşaallah

  • Pınar kara

    21.7.2019 01:02:14

    Temsiliyet önemli ve ağır bir vazife. İnsanlara kıblenüma olmak azami dikkat gerektirir. Bu dikkat; şahıstan öte, şahs-ı manevi ile alâkalı bir durum. Bediüzzaman en güzel şekilde temsil etmiş, bizler de inşâallah gayret ediyoruz, edelim.. Hatırlattığınız için teşekkür ederiz.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı