Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Saadet Bayri FİDAN

Bugüne bayram derler



Konuşmalarımızın çoğunda hep kesinlik ifadesi var. “Yarın gelirim. Haftaya yaparım. Tabi, seni mutlaka ararım” gibi. Hayatla çok büyük anlaşmalar yapmış gibiyiz. Yarına yetişeceğizdir, haftaya mutlaka orada olacağızdır. Olmamamız ve söylediklerimizin yapılmaması için hiçbir sebep yok.

“Hayat çok kısa, bir an kadar” diyoruz, ancak hayatı tam tersi şekilde yaşıyoruz. Sadece konuşmalarımızı süslüyor bu bilinenler. Uzun uzun planlar var hayatımızda, hiç gitmeyecek gibi kuruldukça kuruluyoruz.

Meselâ Cumartesi için hazırlık yapıyordum. Dışarıya çıkıp uğrayacağım arkadaşlarımla biraz sohbet etmeyi düşünüyordum. Malûm; bayram geliyor, hem bayramda ne yapacağımız hakkında lâflamayı düşünürken, birden bir sarsıntı ile ev gidip gelmeye başladı. Neye uğradığımı şaşırdım. Ayağa kalkıp örtü telâşına düşüp saniyeler içinde dışarı çıkacakken, her türlü telâş sebebiyle anca indim aşağı.

Bütün site sakinleri dışarıda, herkeste bir telâş. Komşunun kızı aceleden örtü almayı unutmuş; dakikalar sonra, “Aaaa, örtüm yok” diyor. Sonra bu trajikomik hâle gülüşmeler başlıyor, neden gülümsendiği kestirilemeyerek. “Çok şükür başımızı örtüp uygun bir şekilde indik” dediğimde, bir hanım, “Canım deprem olsa, onu yapacak zaman kalır mı acaba? Bu yine artçı, salladı durdu; ama depremde saniyeler arası da olup bitiyor her şey.” “Öyle ya! Ecel geldiğinde hazırlık yapmak için zaman olmayacak değil mi?” dedim sessizce.

17 Ağustos depremini görmedim. Ancak 18 Ağustos’ta TV'yi açtığımızda şok olmuştuk, feryat ve figan içinde insanlar perişan bir hâldeydi. Sadece izliyorduk. Neler hissedip yaşadıkları ise bizce meçhuldü. Yıllarca hep dinledik; konuşulanları, yazılanları. Sanırım ilk defa depremi hissettim ki; merkez üssü Balıkesir imiş. Dışarı çıkan insanlar yeniden o günleri konuşuyorlardı. Hatıraları depreşmişti. 17 Ağustos’u hatırlayıp, “Ne gündü! O gün kıyamet koptu sandık?” demekten kendilerini alamıyorlardı.

Düşündüm; bu bir anlık sarsıntı hepimizi dışarı dökmüşken, hâlâ neyin hesabını yapıyoruz hep yarınlarla bilemiyorum. Şu an dışarı çıkacak zamanı vermişti Yaratıcı, lâkin istese onu vermezdi. Kendi gücümüzle mi buradayız? “Bak biz depremle baş ettik” demek, kimin haddine; herkesin gözündeki bu âcizliği görürken.

Biraz daha fazla olsa ve deprem vursaydı şehirleri, ne bayram kalırdı ne Ramazan. Göçüp giderdik bu âlemden yâ da enkazların başında ağlardık. An meselesi yani insanın yaşayacakları. Buna rağmen neyin kavgasını yapıyor, neyin deposunu kuruyoruz hayatımıza? O kadar uğraşıp didinip, bir ev kuruyorsun; sonra bir sarsıntı gelerek hepsini alıp götürüyor. Bütün bunlar insana, “Mülk Allah’ındır. Sizin yaptıklarınız, uğraştıklarınız onun gücü ve kudreti yanında bir toz zerresi kadar. Sizin yaratılmanız nasıl zor gelmediyse, bu dünyadan gitmeniz ondan daha kolay olacak” diyor sanki. Evet yaratılan ve giden her şey…

Kimileri yakınlarını arayıp gidiyor. “Bu gece evde kalamayız” diyor. Sahi gittiğiniz yerlerde Allah’ın hükmü geçerli değil mi? “Haydi çıkın mülkümden” dese, nereye nasıl gideceksiniz?” demek istiyorum; ama susmak evlâ deyip susuyorum.

Bugün bayram. Bu konular bayramın sürur getirmesi gereken havasına uymuyor belki; ama bayramlarda ertelenmiyor yaşanacaklar. Âciz ve zayıfız. Musibetler, hastalıklar, belâlar her an kapımızda. Küçük bir kız, “Şimdi deprem çantasının önemini anladım” diyor. Peki, bugün ölüm gelse, bizim manevî çantamız hazır mı? “Her an gitmeye, yolculuğa hazır olmak...” Bugünlerde aklımı meşgul eden cümle bu. Sahi, ölüm şimdi çalsa kapımızı ve gelse ne yapardık? Sanırım biraz daha zaman isterdik Rabb’imden, yapacak işlerimizin olduğunu söylerdik. Biraz daha ibadet etmek, tövbe etmek, ona lâyık kul olmaya çalışmak için meselâ. O zaman verilse, bunları gerçekten yapar mıydım? Bakıyorum da yaşadığım her gün bana verilmiş bir şans.

Bugün bayram. Önümüzdeki Ramazan’a ve bayrama yetişemeyebiliriz. Bugünlerde gördüğümüz sevdiklerimizi bir dahaki bayramda göremeyebiliriz. En iyisi, bu bayramı son bayramımız gibi yaşayalım. Son bayramımız olsa, ne yapardık bilinciyle davranalım.

Ölüm kapımıza gelip emaneti istediğinde; biraz daha zaman isteyeceğimize, neden elimizdeki hazır zamanları kullanmayalım?

Bayramın bu yanını da unutmadan, bütün Yeni Asya okuyucularının bayramını tebrik eder, tefekkür dolu bol saatler dilerim.

24.10.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (17.10.2006) - Hoş gidiyorsun Ramazan

  (03.10.2006) - Ramazan’a sımsıkı sarılmak...

  (26.09.2006) - Bu Ramazan bana farklı geldi

  (19.09.2006) - İğnelerim var, iğneler...

  (17.09.2006) - En son kimi kovdunuz kapınızdan?

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habip FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004