Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Nejat EREN

İman-hayat çizgisi ve merak sahamız



Yaşamak ve hayat: Bu günkü ortamda adeta sihirli iki kelime. Yaşamana bak! Hayatına bak!

Yerkürede yaşayan yığınların, toplulukların vazgeçemediği haller bunlar.

Bütün koşturmalar, faaliyetler, irtibatlar, hareketler hep bunun için. Yaşamak. Hayatını yaşamak için!

Sanki sonsuza kadar böyle gidecek gibi. Gece, gündüz bununla uğraşmak, didişmek.

Hatta en kötüsü, karşıdakiler olarak görülen müşterileri sömürmek! Kandırmak! Kazıklamak! Başkalarını da karalamak!

Ve bu yolda emaneten verilen hayatı mahvetmek.

Bu çılgın ve hızlı hayat herkesi fena halde etkiledi. Ve müthiş ve dehşetli bir şekilde etkilemeye de devam ediyor. Buna ulaşmak için en tesirli ve ucuz silâh da “merak” hissini tahrik etmektir.

Merakımızı, nerede, nasıl, ne şekilde kullanacağımızı biliyor muyuz? Veya ne kadar biliyoruz?

Bu konunun ölçüsü ne olmalıdır? Dozajı nedir? Sahası nereye kadardır? Neticesi ve faydası, getirisi ve götürüsü nedir?

Aşağıda gelecek olan, şu mesaj bizim bizzat kendimizde ne kadar etkili olabiliyor? Ne kadar buna uyabiliyoruz? Tam olarak anlamını kavrayabiliyor ve gereğini yapabiliyor muyuz?

“Risâle-i Nur şakirtlerinin vazifeleri iman olduğundan, hayat meseleleri onları çok alâkadar etmez ve merakla baktırmaz.” (Kastamonu Lâhikası, s. 161)

İşte Risâle-i Nur dâvâsını kendisine dert edinmiş iddiasında olanlara kale gibi bir hüküm!

Günlük hayatımızda bu hüküm, tesbit ve ifadenin kapsadığı alan ne kadar yer alabiliyor?

Evde, işte, sokakta, mesâide, dinlenirken, sohbet ederken, gezerken, otururken, seyahat ederken “iman meselesini” gündemde tutabilmek... Onu kendisine dert edinebilmek... Onunla hemhal olabilmek... Onu gündemimizden düşürmemek... Ve de en baştaki öncelikler arasında tutabilmek var mı uygulamamızda?

Çünkü, arkadan hemen bu yukarıdaki hükmü tamamlayıcı şu düşündürücü harika tesbit geliyor:

“İman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz!”

Bu çürük küfrü, gündemde tutanlar kimler? Onları tesbit edebiliyor muyuz? Onlar zaten belli değil mi?

O zaman şu soru akla geliyor. Ben hangi değirmene su taşımakla meşgulüm? İmanın nurlu dâvâsına mı? Yoksa küfrün karanlık girdabına mı bilmeyerek hizmet ediyorum?

İnsan her zaman bilerek düşmanlık ve zarar etmiyor maalesef! Bazen, belki de şimdilerde olduğu gibi çoğu insan çoğu zaman bilmeyerek küfrün değirmenine su taşıyor. Ama farkında bile değil. Çünkü bu gaddar oyunlar bizi bizden alıp götürmüş. Mecramızdan dışarı çıkmışız adeta!

Hangi vasıtalarla? Başta merak hissi geliyor.

Manevî pusulamız, kaynak eserlere göre, merak hissi nerelerde kullanılmalıdır?

* “Senden sana daha yakın ve senin kalbin O’nun tasarrufunda ve senin cismin O’nun tedbir ve idaresinde olan bir Zât-ı Akdes’in rububiyetini kavramakta.”

* “İnsanın çok mu’cizatlı hilkati ve yaratılışı noktasını araştırmakta.”

* “Arı milletinin o muazzam çalışma sisteminin incelenmesinde.”

* Üzümlerin, hurmaların susuz bir kumda ve kuru bir toprakta nasıl helvalı şeker fabrikası ve ballı şurup makinesi haline dönüştüğünün farkında olmakta… vb.

Merak hissi nerelerde kullanılmamalıdır.

* “Gerçekten insan çok cahil ve zalimdir” hükmünü icra edenlerin icraatlarının konuşulduğu ve görüntülendiği ortamlarda.

* Birbiriyle boğuşanların olduğu yerlerde.

* Yalan ve aldatıcı propagandaların çekim sahalarında.

* Zulmün hüküm ferma olduğu alanlarda.

* Milyonlarca masumların kanlarını sömürenlerin iş sahalarında.

* Zındıka ve dinsizlik fikirlerinin kol gezdiği yerlerde... vb.

Deryadan birkaç damla ile bu geniş hakikate ancak bir dürbün tutmak mümkün.

Heyhat ki hepsini anlamak ve anlatmak ne mümkün!

“Onun için ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum.” (Tarihçe-i Hayat, s. 543) tesbitine yaklaşmak ve idrak etmek gerek.

En büyük hasaret ve zarar “iman” yerine “hayatın” ikame edilmesidir ki, mübarek ve saf Müslümanların en büyük hataları burada merkezîleşiyor. Allah bu yanlışlıktan hepimizi muhafaza etsin ve bizi aslımıza döndürsün.

Yalancı değil, gerçek hayatı tahkikî iman nuruyla yakalamak ve mutlu sona birlikte ermek dileğiyle.

11.11.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (28.10.2006) - Bayramla gelen müjdeler

  (21.10.2006) - Duâ etmek ve duâya mazhar olmak

  (14.10.2006) - Kendi kendimizle buluşabilmek

  (07.10.2006) - Kur’ân’a hizmet yolunda ince nükteler

  (05.10.2006) - Hayat tecrübelerinden elde edilen bazı hakikatler

  (30.09.2006) - Altın değerinde prensipler

  (23.09.2006) - Papa’ya selâm, hizmete devam

  (16.09.2006) - Manevî temizlik için önemli fırsatlar

  (02.09.2006) - Risâle-i Nur patenti ve Bediüzzaman damgası

  (26.08.2006) - Dünyanın bahtiyar insanları ve mübarek bir belde

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habip FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004