Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hüseyin GÜLTEKİN

Kusur ve günahlarımızı küçük görmeyelim



Doğru olan İslâmı öğrenme ve yaşamadaki bazı yanlışlarımız ve tezatlarımız tedavi edilmediği vakit, zamanla daha başka ve ciddî yanlışlara ve vartalara kapı aralanıyor. Dinî yaşantımızda bilerek veya bilmeyerek yaptığımız bazı hataların ve işlediğimiz bazı kusur ve gühahların, eğer tez elden vazgeçilip tashihi cihetine gidilmezse, meleke haline gelen bu gibi yanlış alışkanlıklar, insanda artık ülfet halini alıp, terk edilmesi iyice zorlaşıyor.

Hiç de hoş olmayan ve maalesef bazı ehl-i dinde vukû bulan bu tuhaf ve tehlikeli hal—yani günahlarda ısrar hali,—zamanla küçük görülmeye ve hatta onu savunmaya kadar gider ki, işte manevî hayatımızı tehlikeye sokan da bu hal olsa gerek. Doğru olanı araştırıp bulup ve doğru bir biçimde hayata geçirmedeki bazı ihmallerimiz ve yanlış anlayışlarımız; zamanla bu yanlışları, aykırılıkları doğru ve isabetli bir duruş imiş gibi algılama tuhaflığı herhalde geleceğimiz için iyi neticeler vermeyecektir.

Geçmişten bu güne konumuzla ilgili tesbit ve müşahadelerim sonucu; bu garip, tuhaf durum ve tutumların hepimiz için hiç de iç açıcı bir durum arz etmediğini ifade etmek zorundayım.

Namaz kılmayan birisinin, “Namaz kılanlar benden çok mu iyi?” demesi, faiz ile iştigal eden bir ehl-i dinin “Bu zamanda buna mecburum” demesi, ömür dakikalarını kumar masasında geçirenin “Canım bizim ki kumar değil, zaman geçirmek” demesi, hiçbir direnç göstermeden başını açarak okuluna veya mesaisine giden bir bayanın da “Canım ne yapalım bundan başka çaremiz mi var? Başımı açmak zorundayım” demesi...

Sizce bu ve benzeri ifade ve duruşların arka planındaki saik ve niyet ne olabilir? Açıktan olmasa da, istemeyerek, gizli ve üstü örtülü günah ve kusurları hafife almak değil midir? İşlenen hata ve kusurlara mazeret arama, kılıf uydurma bahaneleri değil midir?

Nice ehl-i dinin, dinî yaşantılarındaki kusur ve hatalarını bu şekilde görmezlikten geldiklerine, kamufle etmeye çalıştıklarına ve hatta uygun bir ikaz veya küçük bir uyarı karşısında da hemencecik savunmaya geçtiklerine defalarca şahit olmuşumdur şahsen.

Bu hâlet-i ruhiye içinde bulunan bazı ehl-i dinin bu nevî yanlışlara sapmalarının en belirgin sebebi, inanç ve itikatlarının doğru ve olması gereken kaidelerini yaşantılarına yansıtmadaki ihmalleri olsa gerek. Yani inandıkları şekilde bir hayat tarzını yaşayamadıkları için, yanlış hal ve yaşantıları benimseyerek, savunma garabetine giriyorlar. Diğer bir ifade ile inandıkları gibi yaşamayanlar; yaşadıkları gibi inanmaya başlıyor. İşte işin garip ve tehlikeli yönü de bu olsa gerek.

Beşer olmamız hasebiyle bazı hata ve kusurlarımız olabilir. Bilerek veya bilmeyerek bazı haramlara ve günahlara da girmiş olabiliriz. Her zaman için inançlarımıza uygun ve mütenasip bir hâl ve tavır içinde bulunmamış olabiliriz de. Önemli olan her zaman için, istemeyerek de olsa dûçâr bulunduğumuz bu hata ve kusurlarımızdan bir an önce vazgeçebilmenin çabası ve gayreti içinde bulunmak olmalıdır. Bu gayret ve çabada muvaffak olmanın yolu da kusur ve hatalarımızı görebilme basiretini gösterebilmekten geçiyor. Kusur ve hatalarımızı görmemek, onları ciddiye almamak daha büyük bir kusur ve eksiklik olsa gerek. Çünkü kusurunu gören, tövbe eder, istiğfarda bulunur, istiâze eder. Samimi bir şekilde bu halde bulunan bir kul, Allah’ın affına ve mağfiretine mazhar olur inşaallah.

İsteyerek veya istemeyerek işlediğimiz kusur ve günahlar bir de basit hata ve kusurların ötesinde uhrevî hayatımızı riske sokacak cinsten, dinimizin kesin olarak yasakladığı hal ve fiillerden ise, o zamam ehl-i din olarak çok daha dikkatli ve duyarlı olmak durumundayız. Sözgelimi namazı terk etmek, tesettüre riâyet etmemek, kumar, içki gibi hemen herkesin bildiği bu ve benzeri fiillerde bulunmak, kebîreden sayıldığı gibi, istemeyerek de olsa bu gibi durumlarla başbaşa kalan insanın bu nevî fiilleri küçük görerek hafife alması, uhrevî hayatı yönünden büyük tehlike arz eder. Bu gibi durumlarda yapacağımız ilk iş istiğfar ve istiâzede bulunarak, Allah’tan affımızı dilemektir.

24.12.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (17.12.2006) - Bir hatıra

  (10.12.2006) - Sporda ölçü

  (03.12.2006) - Boşanmalar artarak devam ediyor

  (26.11.2006) - Anne-baba hakkı ödenmez

  (19.11.2006) - Taviz vermek çare değil

  (12.11.2006) - Bazıları ölünce kahraman oluyor

  (05.11.2006) - Kurtuluş takvada

  (29.10.2006) - Taziyelerin dinimizdeki yeri

  (22.10.2006) - Din-i mübîne perde olmamak

  (15.10.2006) - Maksadım yaraları kaşımak değil

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004