Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Süleyman KÖSMENE

İhlâs, âhiret saadetinin de vesilesidir -1



Gayenur Hanım:

*“Bir amel, âhirette bana fayda sağlasın düşüncesiyle yapılırsa, ihlâsa aykırı olur mu? Bu düşünceyle yapılan amel âhirette bir fayda sağlar mı?”

“İhlâs, yapılan ibâdetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir fâide ibâdete illet gösterilse, o ibâdet bâtıldır. Fâideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler; illet olamazlar.”1

Risâle-i Nûr’da ihlâs böyle tanımlanır ve Cenâb-ı Hakkın rızâsının ancak ihlâs ile kazanılacağı2 beyan edilir. Demek, ibâdet yalnız emredildiği için yapılmalıdır. Başka bir hikmet ve fayda ibâdetimize “ana sebep” olmamalıdır.

Yalnız; hikmet ve faydaların ibâdetimize “müreccih”, yani tercih sebebi olmasında bir zarar söz konusu olmaz. Öyleyse ana sebep saymamak kaydıyla ibâdetimizin âhirette fayda sağlamasını isteyebiliriz. Âhiret yurdu tevhid dâiresi olduğundan, âhiret saadetini düşünerek gayrete gelip ibâdet yapmakta bir sakınca yoktur. Bunda ihlâsa aykırılık aramaya gerek de yoktur.

Fakat, âhiret saadeti ibâdetimize ana sebep olur ve Allah rızâsını kazanma niyetinin önüne geçerse, bundan ihlâsımız elbette yara alır. Çünkü biz her şeyden önce Allah’ın kuluyuz, Allah’ın rızâsını kazanmakla mükellefiz. Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin ifâdesiyle Kur’ân’dan ders alan bir Mü’min, tam bir kuldur. Fakat en büyük mahlûkâta bile boyun eğmeyen ve Cennet gibi en büyük bir menfaati bile ibâdetine gâye kabul etmeyen izzet ve onur sahibi bir kuldur.3

Kur’ân-ı Kerîm, “Ey insanlar! Rabbinize ibâdet ediniz!” emriyle insanları ibâdete dâvet ediyor. Bu çağrıya hâl diliyle, “Ne için ibâdet yapalım?” diye sorulan soruyu, yine Kur’ân-ı Kerîm: “Çünkü sizi yaratan Rabbinizdir” diye cevaplandırıyor.4 Böylece bizzat Kur’ân, Rabbimizin bizi yaratmış olmasını Rabbimize ibâdet yapmamız için yeterli sebep sayıyor. Âyetin sonundaki, “Böylece takvâya erişmeniz mümkün olur” cümlesi ise, ibâdetimize bir gâye çiziyor. Bu âyete göre ibâdetimizin gâyesi, Cennete ulaşmak veya âhiretteki tükenmez nimetlere ulaşmak değil; takvâya erişmektir.

Anlaşılıyor ki, ibâdetimizin gâyesi takvâya erişmektir, Allah korkusuna ulaşmaktır, Allah’a yakın olmayı başarmaktır, Allah için yaşamaya muvaffak olmaktır, Allah için olmayan duruşlardan ve hallerden uzak durmaktır, yalnız Allah’ın sevgisini ve yalnız Allah’ın korkusunu kalbimize yerleştirmektir.

Nitekim bir musîbete uğradığımızda söylememiz sünnet olan “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn”5 (Biz Allah için varız ve Allah’a döneceğiz) âyeti de bize ne için yaşıyor olduğumuzun resmini net biçimde çizer. Allah için yaşayan, elbet yalnız Allah için ibâdet yapar.

Bu âyetin tefsîrini yapan Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, âyette “takvâ”nın ibâdete yeterli bir hedef olarak gösterilmesi üzerinde önemle durur. Bedîüzzaman’a göre, âyetten anlıyoruz ki, ibâdet ancak ihlâs ile ibâdettir. İbâdet, başka bir şeye (Meselâ dünyaya olmadığı gibi, Cennete ve âhiret saadetine dahî) vesîle olması gayesiyle yapılmaz. İbâdet vesîle değil; varılacak gâyedir. İbâdet maksûd-u bizzattır, yani yaratılışımızın ulaşmamız gereken tek maksadıdır. İbâdeti, kendisiyle bir şeye ulaşmak niyetiyle yapmıyoruz. İbâdeti sevap kazanmak ve azaptan sakınmak için yapmıyoruz. İbâdeti, yaratılışımızın bir gâyesi olduğu için yapıyoruz, ulaşmamız gereken bir maksat olduğu için yapıyoruz.6 İbâdeti yaptığımız zaman, yaratılış maksadımıza ulaştığımız için içimizde bir huzur ve hafiflik hissetmemiz bundandır.

Çünkü biz, Cennete ulaşmak veya âhirette mutlu olmak için değil; ibâdet edelim diye yaratılmışız! Bu gâyemizi, şu âyet de çok net açıklar: “Ben cinleri ve insanları Bana ibâdet etsinler diye yarattım.”7

Yarın inşallah devam edelim.

Dipnotlar:

1- İşârâtü’l-İ’câz, s. 142

2- Lem’alar, s. 156

3- Sözler, s. 122

4- Bakara Sûresi: 21

5- Bakara Sûresi: 156

6- İşârâtü’l-İ’câz, s.154

7- Zâriyât Sûresi: 56

21.11.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (20.11.2007) - Bedduâ yıkıcıdır

  (18.11.2007) - Elli beş dilin şahitliği -2

  (17.11.2007) - Elli beş dilin şahitliği -1

  (16.11.2007) - Haram sevmek ve hayvanların hesabı

  (15.11.2007) - Sâlihler zincirinden bir demet

  (14.11.2007) - BİR KISSA, BİN HİSSE

  (14.11.2007) - İslâm'da ümitsizlik yoktur!

  (13.11.2007) - Kısa kısa

  (12.11.2007) - Kısa kısa

  (11.11.2007) - Bilinmek ve şükredilmek Allah’ın hakkıdır

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri