Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

Diyarbakır'ın hikâyesi



Ahirzamandan önceki asırlarda yaşanmış hadise.

Ninova halkına peygamber olarak gönderilen Hazret-i Yunus Aleyhisselâm, üç yüz sene halkı imana dâvet ettiği hâlde kendine ancak iki kişi iman edince, kavminin tegafül hâllerine tahammül edememiş.

Saffât Sûresi’nde “O yolcu dolu bir gemiye kaçtı. Sonra kur’a çektiler ve o kaybetti. Kendi kendini suçlayıp dururken onu balık yuttu” şeklinde de ifade edildiği gibi, Dicle nehrinde işleyen bir gemiye binip oradan uzaklaşmış.

Bir süre sonra nehirden denize açılan gemi, hiçbir sebep yokken hareket etmeyince, bu uğursuzluğun, gemide sahibinden kaçmış kölenin bulunmasından ileri geldiğini düşünen gemiciler kur’a çekmişler.

Yolcular arasında çekilen kur’a kendisine çıkınca hatasını anlayan Hazret-i Yunus (as), âdetler gereği denize atılmayı kabul etmiş. Karanlık bir gecede, fırtınalarla çalkalanan denize atılmış.

Denizde bir balık tarafından yutulan Hazret-i Yunus (as) Allah’a iltica edince, balık onu kıyıya atmış. Büyük bir kabak ağacının altında dinlenerek iyileşmiş ve tekrar kavminin arasına dönüp irşada başlamış.

Mucizeler gösterip peygamber olduğunu isbat ettikten sonra kendisine vahyolunan hakikatleri anlatarak Diyarbakır taraflarına geldiğinde o mahalde yaşayan ahâlisi mucize istemeden kendisine iman edince sevinmiş.

Bu hâdiseden sonra orada bir süre kalmaya karar veren Hazret-i Yunus (as), Nergis Kayası denen mağaraya yerleşmiş. Ahâlinin reisi Amida’yı çağırıp eline bir plân vermiş ve gösterdiği yere kara taştan büyük bir kale yapmalarını söylemiş, ardından da ellerini Allah’a açıp onlar için duâ etmiş:

“İliniz mamur ve abadân, halkınız daima sevinçli ve neşeli olup, bütün çocuklarınız ve yakınlarınız temiz ve olgun olalar.”

***

Evliya Çelebi, böyle anlatmış Diyarbakır Kalesi’nin yapılış hikâyesini.

Güneydoğuda yaşanan nâhoş hadiseler sebebiyle Diyarbakır’ın gündemden düşmediği bu günlerde, Seyahatnâme’deki o bahsi okuyunca hislerimiz hareketlendi.

‘Şattü’l-Arap kenarında göğe yükselen’ kayanın üzerine yapılan bir cephesi nehre bakan, diğer cepheleri ovaya açılan kalenin yanı sıra, Yunus Aleyhisselâmın duâsının, insanların hâllerine akseden tezahürlerini de merak edince Diyarbakır Kültür Merkezi’nin açılışını bahane ederek uçağa atlayıp Diyarbakır’a gittik.

Hazret-i Yunus’un (as) tavsif buyurduğu ‘sevinçli, neşeli, temiz ve olgun’ sıfatlarına Nur Talebesi hasletini de ekleyen Diyarbakırlı bazı arkadaşlarla birlikte, şehir sokaklarını adım adım dolaşmaya başladık.

Gün boyu Dicle nehrinin iki yakasında hâl-i hazırı yaşarken maziyi tahattur, istikbali de tahayyül edince gördük ki gerçekten şehir, ‘Amidî, Kara Amid’ adları ile anıldığı zamanlarda ‘mamur ve abadân’ imiş. Kalenin etrafında türkülere geçen bağlar, nehrin kenarında dillere destan bahçeler varmış.

Lâkin, zamanla insanlar nebevî çizgiden saptığı, insanlık azalırken ihtiraslar arttığı, cemiyetin işleyişine de beşerî zaaflar hâkim olduğu için Hazret-i Yunus’un duâsının siyaneti bazı muttakî mü’minlere münhasır kalmış.

Hâl böyle olunca ferdin huzuru kaçmış, ailenin mutluluğu bozulmuş, cemiyetin refah ve saadeti selbolmuş. İyi kötü birbirine karışmış; faydalı zararlıdan, güzel çirkinden ayırt edilmez olmuş.

Kalabalık bir caddede bunları düşünerek yürürken aramızdan geçmek isteyen bir gencin omuz darbeleri ile sağa sola sendeledik. Birbirimize tutunarak dengemizi sağlayıp etrafımıza bakınca, her an zihnimizden geçenlerden daha dehşetli hâllerin yaşanmakta olduğunu müşahede ederek toparlandık.

Bu keşmekeş içinde durdukça o nâhoş hâllerin bize de sirayet ettiğini ve zihnimizin karışmaya, ruhumuzun kararmaya başladığını hissedince önümüze çıkan ilk sokağa saptık.

İki kişi yan yana yürüdüğü takdirde karşıdan gelenin geçemeyeceği dar sokakta, nereye çıkacağımızı bilemeden bir süre gittikten sonra şehrin en emin muhitinde bulduk kendimizi:

Sahabe-i güzînin sükûnet ikliminde...

Haziresinde, Hazret-i Halid bin Velid’in oğlu Süleyman’ın ve onunla birlikte kalenin fethi sırasında şehid düşen yirmi yedi sahabenin medfun bulunduğu, halkın da ona izafeten ‘Hazret-i Süleyman Camii’ dediği Kale Camii idi burası.

Kalenin, Dicle’ye bakan cephesinde yer alan ve serapa siyah bazalit taşından yaptırılan caminin pencere, kapı kemerleri, kubbe çeperleri ve gövde cepheleri ince kuşaklar hâlinde beyaz taşlarla tezyin edildiğinden göze hoş görünen bir mimarî yapısı vardı.

Küçük bir vadinin yamacına yapılmasına rağmen, yüksek duvarları, geniş kubbesi dört köşe uzun minaresi ve sair aksamıyla şehrin siluetinde mühim bir yer tutan caminin uhrevî havasına girdiğimiz anda, âdetâ zamanı aşarak bin yıl öncesine geçtik ve o âsûde köşede kaldığımız kısa zaman içinde, sürurunu hasselerimizde hissedip sevabını inşallah amel defterimizde göreceğimiz müstesna hâller yaşadık.

Meşhedinde medfun şehid ashâbın ruhaniyeti ve oraya sığınan masum insanların samimiyeti sayesinde tam bir huzur menzili hâline gelen mabedden ayrılıp şehrin yegâne Nur Menzili olan Ulu Cami’ye doğru yürüdük.

Kendimizi, Dicle gibi için için kaynayan Diyarbakır sokaklarından birinin soğuk ve bulanık akıntısına bırakarak akmaya başladık. Aktıkça süzüldük, süzüldükçe durulduk ve bütün katılıklardan, karışıklıklardan, sathîliklerden arınarak büyük bir nur ummanına daldık.

Surlarla çevrili tarihî şehrin merkezinde yer alan ve şehre mânevî hayat kaynağı olup içinde bulunduğu mahalleye adını veren Ulu Cami idi burası. Diyarbakır’ın mimarî ve mânevî çehresini Anadolu’nun diğer şehirlerinden farklı kılan dört köşe minarelerin en mehabetlisi buradaydı.

Üçgen tipi dik çatıları ayakta tutan mermer sütunların başlıkları, ağaç direklerin bağlantıları, yüksek duvarların iç yüzleri ve dış cepheleri taşların tabiî renkleri ile sade bir şekilde tezyin edilmişti.

Rivayetlere göre ilk defa Hazret-i Musa Aleyhisselâmın yaptırdığı bu mabed, şehre hakim olan hükümdarlar tarafından itina ile korunmuş. Romalılar zamanında genişletilip kilise hâline getirilmiş, Müslümanların şehri fethinden sonra da camiye çevrilmiş.

Yalnız hükümdarlardan değil, şehre gelen din, ilim ve devlet adamlarından da ilgi görmüş. Devlet adamları caminin bakımını yaptırıp ihtiyaç zuhur ettikçe yeni müesseseler ekleyerek camiyi külliye hâline getirmişler.

Şehirde ikamet eden veya zaman zaman gelen âlimler medresede ders vererek, hocalar vaaz kürsüsünden halka hitap ederek, şeyhler de tekkede serzâkirlik yaparak mabedi mânen ihyâ etmişler.

1910 yıllarında, bütün Şark şehirlerini içine alan uzun bir seyahate çıkan Bediüzzaman Said Nursî de Şam’a giderken Diyarbakır’a uğramış ve caminin yanındaki Zinciriye Medresesinde kalmış.

O seyahat sırasında gittiği yerlerde kürsülerden halka hitap eden, medreselerde talebelere ders verip şehrin erkânıyla, eşrafıyla görüşerek âlimlerle münâzarâ ettiğinden, orada da buna benzer irşad faaliyetlerinde bulunmak istemiş.

Daha önce adını çok duydukları Meşhur Molla Said’in Ulu Cami’de halka hitap edeceğini ve Zinciriye Medresesinde isteyen talebelere ders vereceğini duyanlar âdeta oraya akın etmişler.

Biz de o insanların hissiyâtıyla camiyi ve medreseyi gezmeye başlayınca gördük ki, o zaman kurulan sohbet Meclislerinde ve açılan ders hücrelerinde günlerce din, ilim, fikir, hikmet ve san’atın konuşulduğu yerler yine aynen duruyor.

Cumhuriyetin ilk yıllarında medreseler kapatılınca tedrisatına ara verilen Zinciriye Medresesi bilâhare Kur’ân kursu şeklinde tanzim edildiğinden bir bakıma hâlâ tarihî fonksiyonunu ifa etmekte.

Camiyi gezerken kısık sesle birbirimize anlattıklarımıza kulak misafiri olan seksenlik bir dede yanımıza yaklaşıp selâm verdi. Kendisinin de bir Nur Talebesi olduğunu ve bazı arkadaşları ile birlikte zaman zaman buraya gelip Risâle okuyarak Mehmed Kayalar’ın ve diğer Nur Talebelerinin başlattığı Nur hizmetini devam ettirdiklerini anlatınca o camiye izafe etmeye çalıştığımız Nur Menzili sıfatı kuvvet kazandı.

Bir arkadaş, Ulu Cami’nin mimarî tarzı, geniş bahçesi, Sünnî ve Şiî cemaate mahsus mihrapları ile Şam’daki Emeviye Camii’ne benzediğini, Bediüzzaman’ın orada meşhur ‘Hutbe-i Şamiye’yi vermesi hasebiyle Emeviye’nin de Onu tedai ettirdiğini hatırlatınca Ulu Camii’nin bir Nur Menzili olduğuna hükmettik.

Bediüzzaman; Zinciriye’de kaldığı günlerde ziyaret edenlerin, soru sormak için gelenlerin ve ders almak isteyenlerin fazlalığı yüzünden medresede tedrisâtın aksamasına fırsat vermemek için oradan ayrılmış.

O hemen Şam’a hareket etmek istiyormuş ama Diyarbakır eşrafından Cemil Paşa’nın dâveti üzerine bir süre onun konağında misafir olarak kalmış ve fikir adamlarının sohbetlerine katılıp âlimlerle münâzarâlar yapmış.

Kendisinin “Ziya Gökalp gibi müthiş bir mülhid, şakk-ı şefe etmeyecek derecede ilzam oldu” sözleri ile de ifade ettiği gibi halk arasında ırkçı fikirler yaymaya çalışan Ziya Gökalp’i, ‘dudağını açıp bir kelime konuşamayacak’ şekilde susturması, ondan rahatsız olan herkesin takdirini kazanmış.

Bu gün aynı bölgede yaşanan ve içtimâî bir felâket hâlini alan benzer temayüllerin de tesiriyle, o ibretli tartışmaların yaşandığı Cemil Paşa’nın konağını ve Deliller Hanı’nı görmeyi arzu etmiştik.

Bu vesile ile methini çok duyduğumuz kesme taştan yapılan geniş pencereli, yüksek eyvanlı, taş işlemeli mutantan Diyarbakır konaklarını, ağaçlarıyla, çiçeklerle bezeli, kuş cıvıltılı, su şırıltılı, havuzlu bahçelerini ve çok katlı tarihî hanlarını da görmüş olacaktık.

Lâkin Diyarbakırlı arkadaşlar mezkûr konağın ve hanın tarihî özellikleri bozularak turistik oteller kompleksi hâline getirildiğini anlatınca gitmekten vazgeçtik.

***

Binlerce yıllık mazisi vardı Diyarbakır’ın.

Geçmişin izlerini hassasiyetle saklayan böyle bir şehirde gezilip görülmeye değer daha pek çok yerin olduğunu düşünerek oraya ayırdığımız zamanı, camilerde, surlarda ve müze hâline getirilen tarihî konaklarda kullanmaya karar verdik.

Şehirdeki bütün tarihî eserleri gezmek mümkün olmadığından, ekseriyetini orada vazife yapan paşaların yaptırdığı ve onların adını taşıyan büyük camileri gezip minaresi dört köşeli, kubbesi kurşun kaplı ‘ruhaniyetli’ bir mabed olan Nebi Camii’nde namazı eda ettik.

Caminin hemen yanındaki Dağ Kapı’dan başladık, volkanik Kara Dağ’dan getirilen siyah taştan yapıldığı için ‘Kara Amid’ diye de anılan Diyarbakır Kalesi’ni gezmeye.

İç kalenin bazı kulelerine çıkıp onları birbirine bağlayan kale bedenlerine tırmandıktan sonra dış kalenin, nehre bakan yüksek surlarında gezdik, burçlarından âfâkı temâşâ ettik.

Urfa Kapı’dan çıktık cadde boyu uzanan kara surlarının sırtına. Yoruldukça kaldırım kahvelerinin hasır iskemlelerine çömelip ‘çöplü çay’ içerek dinlendik, simasında secde izi gördüğümüz mü’minlerle selâmlaşarak rahatladık.

Bu minval üzere gün boyu devam eden Diyarbakır gezimiz, nihayet Mardin Kapı’da sona erdi.

18.11.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (11.11.2007) - Faruk Nafiz Çamlıbel

  (04.11.2007) - Yahya Kemal’in dönüşü

  (28.10.2007) - Bediüzzaman ve Eskişehir

  (21.10.2007) - Karahisar’ın nurânî yüzü

  (14.10.2007) - Sürgün yerinde sıla sıcaklığı

  (07.10.2007) - Şairlerin nazarında Süleymaniye

  (30.09.2007) - Ramazanda türbe ziyaretleri

  (23.09.2007) - Eski Ramazan hazları

  (16.09.2007) - Zamanın, Ramazan farkı

  (09.09.2007) - Said Nursî ve Isparta

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri