Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Ali FERŞADOĞLU

Kıyafet, başörtüsü ve haya



Medenî, yani uygar insan, başkasının tahakkümü altına girmediği gibi, başkasına da tahakküm etmez. İnsan olan insan, başkasının kendi kılık kıyafetine karışmasını istemediği gibi, başkasının da kılık-kıyafetiyle uğraşmaz. Sosyalleşmiş, demokrat, hür insan, şekle değil, fikre önem verir!

Başörtüsü, giyim ve kuşama uzanan diller; aslında cehalet, sapıtmışlık, kin ve öfkenin, daha doğrusu medeniyetsizliğin, seviyesizliğin tezâhürü.

Kültürlü insan, her milletin, her toplumun, her sınıfın inanç/din ve kültürüne göre giyinip kuşandığını bilir. Hatta bölgelerin ve coğrafyaların/iklimlerin de giyim-kuşam üzerinde etkisinin büyük olduğunu da... Ve hukukun, san'atın, tekniğin/teknolojinin kaynağının din olduğu gibi, kültürlerin temelinin, kaynağının da din olduğunu bilir.

Asırlar boyunca, insanlar, erkekler-kadınlar, Müslümanlar-Hıristiyanlar-Mûsevîler, milletler, kabileler, esnaflar, çocuklar, gençler, ihtiyarlar, askerler, siviller ve benzeri sınıflara ayrılmış. Kıyafetleri de bu kimliklere göre şekillenmiş. Herkes kendi inanç, meslek ve meşrebine, bulunduğu mevkiye göre giyinir. Bu, aynı zamanda sosyal hayatın bir gereği ve kültür “giyim kimliği”nin bir göstergesi, tabiî bir neticesi.

Müslüman erkek ve kadının, dış görünüşü itibariyle, en bâriz alâmet-i farikalarından birisi “tesettür ve başörtüsü” olmuştur. Ancak, son bir buçuk asırdır, Müslümanlar, imân, ibâdet, ilim, ahlâk meselelerinde zaafa düştükleri gibi, kılık-kıyafet konusunda da bir zaaf içine düşmüşler. İmân zaafı, öncelikle ibâdetlere, ahlâka, ilmî müesseselere, terbiyeye sirayet ettiği gibi, giyim-kuşam cephesine de sıçramıştır.

Dolayısıyla, batı kültürünün hegemonyası altına girilmiş, yâni kültür emperyalizminin baskısına maruz kalınmıştır. Bu zaafiyet ve hegemonya, “moda-görenek” adı altında, aslında “üretim-tüketim” aracı olarak kendisini göstermiştir.

Bu vesîle ile, İslâmın, giyim-kuşam dediğimiz tesettür meselesini, esas cepheleriyle ortaya koymamız gerekmektedir. Başörtüsü takmayan, iman dairesinden, İslâm dairesinden çıkmaz. O Müslümandır. Ancak, dinin ap-açık bir emrini yerine getirmeyen veya getiremeyen bir mü’mindir.

Bu arada, erkek ve kadınların da tesettüre riâyet etmesi istenir. Ferdleri iffet mayası ile yoğrulmuş, hayâ sahibi âilelerden meydana gelen bir topluma, fücûr, nâmusları pâyimâl, fuhuş, zinâ gibi kirliliklerin bulaşamayacağını herkes bilir. Batı toplumunun ve Batı medeniyetinin istilâ ettiği insanlığın mutsuzluğunun sebeplerinden birisi de hiç şüphesiz haya sınırlarını aşması; tesettüre riâyet etmemesidir. (Tesettür, yalnızca başörtüsü değildir. Erkeklerin de, bayanların da başkalarını tahrik etmeyecek, olumsuz duygu ve düşüncelere, hatta hareketlere sevk etmeyecek giyimdir.)

Utanma anlamına gelen hayâ, nebevî, melekî, hattâ İlâhî bir vasıf. Hayâ ve iffet, fıtrat, vicdân ve akl-ı selîmin gereğidir. Hayâ îman ve takvânın varlığına da bir delildir. İffet namusluluk, haram ve yasak olan şeylere yaklaşmamak şeklinde tarif edilir lûgatlarda.

Her namazın her rek'atında tekrarladığımız, “Dos doğru yolun”1 şeritlerinden birisi iffettir. İffet, şehvet kuvvetinin vasat mertebesidir. İffetlinin helâle, yani meşrû daireye (meşrûiyetin kaynağı İlâhî emir ve yasaklar çerçevesidir) şehveti var, harama yoktur.

Bir çok âyet-i kerîme ve hadis-i şerîfte insanlar her türlü hayâsızlıktan sakındırılır. Yani, konuşmaktan dinlemeye, hâl ve hareketlerimizden sâir davranışlarımıza kadar hayânın hâkim olması için gerekli bütün güzellikler ve müeyyideler getirilir. Ve kötü ahlâk kınanır; tehlike ve zararları anlatılır:

Kur’ân’da, “Onlar nâmuslarını korurlar”2 denilirken; “Zinaya yaklaşmayın; şüphesiz ki o pek çirkin bir şeydir ve pek kötü bir yoldur”3 meselesi kast edilir.

Dipnotlar: 1- Kur’ân, Fâtiha, 6.; 2- A.g.e., Meâric, 29.; 3- A.g.e., İsrâ, 32.

27.02.2008

E-Posta: [email protected] [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (26.02.2008) - Batı medeniyeti: Kurtlaşmış bir ağaç!

  (23.02.2008) - Beyin (hafıza ve zekâ) gücünü nasıl yükseltebilirsiniz?

  (21.02.2008) - Neden hâlâ Yeni Asya’dayım?

  (20.02.2008) - Hz. Ali’den (ra) yöneticilere hak-hukuk dersleri

  (19.02.2008) - Adâlet dağıtırken zulme uğruyor!

  (18.02.2008) - Nur’un birinci talebesi veya kumandanı…

  (17.02.2008) - Falan bey, filan hoca, filan efendi Nur Talebesi mi?

  (16.02.2008) - Bir tebrik, bir ikaz

  (14.02.2008) - Sevgili var, sevgiliden içeru!

  (13.02.2008) - Demokrasi, İslâmiyetle bağdaşır mı?

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri